- 503 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kurtuluşun Felsefesi 43
43] Dini yaşam Osmanlı’da artık geçmişteki toplum yapılaşmaları gibiydi; aktüel değildi. Osmanlı, sanayi dönüşümlerinin ve toplumsal, sosyal yapılaşmaların çok kısmi de olsa dönüşümünü yaşıyorlardı. Bu minicik adımlar dinin toplumsal hayattan elini eteğini çeker olmasına dek şiddeti ile yüz yüze gelişti.
Hiçbir somutsal üretim gücü ve üretim ilişkileşmesini ortaya çıkaramayan, inançsal halksal gücün aksine, toplumsal yapılaşmadaki nesnel ve somut üretimlere engel olması vardı. Dinler bu açıdan yüz yıllardır sürecek olan bir karşı koyuşun, bir cendere oluşun, şiarını hep taşımıştırlar.
İlmiye sınıfının, hem bilmezlik ve hem de halka değin istismarcı melanetleri yüzünden, Osmanlı kimi zaman olacak olan ne toplumsal ilişkilerini ne de üretimsel ilişkilerini, güncel olaraktan düzenleştirile biliyordular. Olası her değişme ve bilgi akışı olan gelişmeyi, yararcı kullanım pratikliği açısından değil de, melanetleri yüzünden; ’Gâvur icadı’ olup olmadığı, ekseninde değerlendiriyorlardı!
Tüm dünyayı ve olayları anlama ve algılama skalaları bu idi. Osmanlının gerileşmesinde din adamları sınıfının angajmanı ve prangacı gericileşmeleri bu çöküşün de en büyük etkeni ve amili olmuşturlar. Açıkçası muazzam Osmanlı kültürü içindeki yönetim erkinde olup biten, din adamları sınıflığı eliyle sürü güdeceğim denişle; ’cehaletin değer’ yapılması idi!
Cehalette, kendisine biçilen bu misyon saygıyı, olabildiğince cahil cesaretiyle ve güya uyandırdığı saygınlığıyla; ilmiye sınıfı olan bağnazlık bunları bir hayli iyice istismari değerlendiriyordu!
Bu bilgi! Padişahın, ektiğini biçmesi isteğini depreştirdi. ’Kefereye’ bir zamanlar yardımı olmuştu. Şimdi yardım sırası ’keferede’idi. Osmanlının Avrupa’yı tanımlayışı ve dünyaya bakışı bu ’kefere’ kelimesinin açılımı idi. Osmanlı bu sözcüğü kullanmayı ve bununla mevaliyi uytmayı çok sevmiş ve çok tutmuştu. Bir zamanlar kendi yardımlarını lütfettikleri İsveç kralından, şimdi Osmanlı aliyesi, kendisi için ’üç cini’ lütuf ve talep ediyordu!
Bu küçülmeye, düşünce denmeyecek denli israf ifrazata, İsveç kralı cevaben; ’Saygı değer haşmetmaap, sana üç cin gönderemem ama, üç öğüt (tavsiye) gönderebilirim’ der. Ve 1- Öncelikle maliyesini düzeltmesini söyler. 2-Ordusunu düzeltmesini söyler. 3-Devleti Aliyesini çağdaş kurum ve kuruluşlarla yapılaştır tıp, devletin yönetime dek olan otoriter uygulamaların da, yetki paylaşımlı, bilimi ve aklı esas alarak otorite ayrışmasına gidilmesini salık verir. Ve komşuları ile rekabetçi olmasını söyler.
Bu durum, alaycı bir üslupla tarihe geçmişti. Osmanlı Aliyemizin ne hallere düşürmüşlüklerden sadece bir tanesidir bu. Yüreğiniz kanamadı mı? Şimdi de aynı ses; "ulemaya danışılmalı" diye bangır bangır bağırıp, alkış almamakta mı?
Aslında Atatürk düşmanlığının ve cumhuriyet düşmanlığının temelinde, böylesine egemenci ilmiye sınıfı mantığı ve tekçi mantık işletilmesi vardır. İlmiye sınıfının çok yaygın olan egemenliğinin kırılıp, nâkile değil, akıla eğilimleş ilmesi olgusu vardır. Ve halka, ilmiye sınıfının deyişi ile; ’sürüye’ seçme seçilme adam olma sorumluluklarını verir olmanın gazabı vardır.
Onların deyimi ile: ’sürüye; çobanı yönetme, yönlendirme, yetkisi verilmesi de neyin nesi’ idi? Sürü, kendisinin çobanı olmuştu! Tüm hiddet buydu! Bir sınıf egemenliğinin, bir hilafet taassubu olan egemenliğin toplum içinde kırılıp halk içinde etkin kılınmasıydı bu Oysa dini kesim, dini otoriteyi hem halk alanda, hem toplum alanında, kullanmak istiyorlardı! Günümüzdeki olup bitenler de, bu gazabın zavallı, bilinçaltı olmuş, ’sosyolojik öznelci’ gen uzantısıdır.
Değilse Atatürk’ün devrimleriyle travma yaptığı gibi söyleşilen yenileşmelerinin çoğu, kendisinden öncedir. Ama kendisinden öncekiler bunları tam yapılaştıramamışlardı. Örneğin, yapı içinde, daha önceden, geliştirilen, daha önce uç veren ve Kurtuluş Savaşı sonrasının yapılaşmasına ilham olacak bir başka tutum da, Latin alfabesinin kullanımını yaygınlaştırmak isteyen Abdülmecit’tir.
Yine bir değişim olacak cumhuriyetin ilanı uygulaması ittihatçıların gündeminde olan ve gündeme getirdikleri, ama haliyle toplumsal yapıya dek zaman ve zemini hazır olmadığından başaramayacakları bir gündem tasarısıdır. İlan edeceğiniz cumhuriyet, hangi kafa yapısı ve ruh haliyeti üzerinde devinip tutumlaşacaktı? Bayram giyinişleriyle hazırlamadığınız coşkuyu süreçleyebilir miydiniz?
Neden ’Kastamonu’lular buna medeni alemde, şapka denir’ denmişti acaba? Sırf sarığa inat olsun diye mi? Kıyafet olaraktan halk cumhuriyeti kaldıracak sindirecek ruh dinamiği içinde değildi. İnatlaşarak toplumsal devrimler yapmak ve liderlikler olası mıydı? Karalar giymiş birindeki ruh hali gibi bir direnç o koşulların biçimlediği giyiniş tarzlı insanlarına, verilecek bir devrimsel şevk değildir. Bağımsızlığın felsefesi için dahi, kalpak giyen bir şevkle insanlarımız iştah ve bilinç birlikteliği edinmişlerdi.
Siz sokakta sarıklı cüppeli, sakallı çakşırlı, yeşil bandajlı Arapça yazılı pankartlarla, çarşaflı türbanlı kitle gördüğünüzde, bunların; laboratuvarlarda kuantum teorisine değin araştırmak yapmak istiyoruz diyen bir toplumsal talepleşme içinde olacaklarını hiç düşünmezsiniz değil mi? İşte kılık kıyafet devrimi bu denli önemlidir. Değilse kıyafette ne keramet var denecek denli devrimin felsefesini küçümsemek hem yanlış hem cehalet hem de halka sen batağında kal dercecsine alçakça bir istismardır. Halksal bir inanca dek olacak talebi, toplumun talebi gibi topluma mal ederler.
Görüldüğü gibi çağdaşlaşma, batılılaşma eski yapının içinde, Osmanlının ağır yenilgili savaşları sonrası süreç içinde, adım adım oluşmuştur. Halkın en azında duyup konuştuğu konulardı. Bu konular, bir dedi kodu düzeyinde de olsa, bunlarla halkın temaşa etmiş olması vardır.
Sürecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.