- 866 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
GÖZE GELEN SÜT
Kocasının öksürük seslerinden bütün gece gözünü bile kırpmamıştı. Sabaha karşı dalar gibi oldu. Ezan okunurken uyandı.
Muradiye’nin müezzini üzerine hoca tanımazdı Şerife kadın. Sesi de vaazı da Allah vergisiydi. Burada bazı günler Ali Hoca okurdu ezanı, komşular “Hah yine gırtlaklıyorlar Ali Ağayı!” diye söylenirlerdi. Mahallenin, Muradiye’nin ve çarşı camisinin ezanları birbirine karışırken, hepsini bastıran böğürtüler kulağında gürledi.
Genç denecek yaşta yapışmıştı bu illet yakasına Cumali’nin. Evlendiklerinde sarı benizli, uzun boylu, dal gibi bir oğlandı. İnce hastalık ciğerlerini kapladıktan sonra yatağın içinde kaybolurdu bedeni.
İyi bakıyor, üzerine titriyordu Şerife kadın. İnattı, aksiydi, dik kafalıydı kocası, bırakamamıştı şu mereti. Doktor içenin yanında bile durmayacaksın demişti ama dinleyen kim. Biraz daha az içer, sararken oyalanır diye tütün alırdı oğlu. Yine de biri bitmeden diğerini yaktığından içi sökülürdü öksürükten. Sürekli boğazını temizler, tükürürdü. Son zamanlarda kan gelmeye başlamıştı ağzından.
Şerife kadın un çuvalını mutfağın ortasına çıkarıp, sofra bezini yaydı. Yarım teneke kadar unu eledi. Dünden ayırdığı ekmek mayasıyla bir tekne hamur yoğurdu, üzerini temiz peşkirle örttü. Akşamdan kalan mahluta çorbasını ısıttı, yattığı yerde kocasına içirdi.
Gün ışırken ekmek hamurlarını bahçedeki fırına atan Şerife kadın içi kepek dolu tepsiyle, bakır çingili alıp evden çıktı. Ali ağa, Emine ve Yörüklerde taze süt satılırdı. Bahçenin bir kenarında ahırı vardı hepsinin. İnekleri sabah çobana verirler, akşama sürü geri dönerdi. Şerife kadın çok imrenirdi komşularına. Malatya’daki oğluna anlatmıştı da “Ana, bir inek vereyim sana, bahçenin köşesinde bakarsın. Bizim buralar gibi zahmetli olmaz. Yaylım yapmayla uğraşmazsın” demişti. Aklına yatmıştı bu iş.
Her gün bir kilo süt alıyordu Emine’den. Bir liraydı sütün kilosu. Bazen para yerine kepek verirdi. Emine’nin inekleri doğuracağı zaman Ali ağalardan alırdı sütü, beğenmezdi duru diye. Mahalleli su kattığını söylerdi. Ali ağanın karısı “bizim ineğin cinsinden” dedikçe “Anam, hep duru sütlü inekler size mi rastlıyor?” diye çıkışır, zorunlu kalmadıkça onlardan süt almazdı.
Bir de Yörüklerin mallarına diyecek yoktu. At sırtında güğümlerle mahalleye getirip satarlardı. İnekleri yaylada beslendiğinden sütleri, yoğurtları mis gibi kekik kokar, üzeri bir parmak kaymak bağlardı.
Şerife kadın kepekleri verip yerine süt aldı. Emine her zaman sütün içine küçük bir kömür parçası atardı. Bir gün çingil elinde gelirken gören torunları “nene, biz bunu içmeyiz, pis!” demişlerdi. “Göze gelmesin diye atılır, kuzum. Biz de köydeyken koyardık. Süt göze gelirse inek nazar olur, kesilir sütten. Öyle gözler ver ki koca hayvanı bile çatlatır.” Çocuklar önce irkilmiş, sonra gülüp geçmişlerdi.
Elindeki çingile bakan Şerife kadın “amma da az verdi!” diye söylendi. Sonra da düşüncesinden utandı.
Temiz kalpliydi Emine. Dürüst, çalışkan, saygılı. Kocasını genç yaşta kaybetmiş, üç çocukla dul kalmıştı. Dövme pilavı yerken, genzine tane kaçmış, sofra başında mosmor kesilip ölmüştü adam.
Kayınpederi iyi insandı. Kırk dönüm tarla, iki inek vermiş Emine’ye. Evin arkasına da ufak bir ahır çatıvermişti. Tarladan gelenler, sütten aldığı üç beş kuruşla gül gibi bakıyordu çocuklarına. Sağda solda lak lak edip, ağzı açık dolaşmazdı çarşıda, pazarda. Evinde çocuklarıyla, bahçesiyle didinirdi gün boyu. Büyük oğlan tornacıda, küçükler de terzi yanında iş bulmuş, beş on kuruş kazanıyorlardı.
Şerife kadın özenirdi Emine’ye. Oğlu İbrahim’e de anlatmıştı köyüne gidince. “Ana sen yerini hazırla, atar kamyona bir inek gönderirim” demişti. Onun da elinde fazla mal mülk kalmamıştı ama kırmak olmazdı. Babasıyla annesi yıllardır abisinin yanında kalıyorlardı, kolay değildi. Beş çocukla dokuz nüfus olan aile kıt kanaat geçiniyordu.
Köy işinde gözü olmamıştı oğul Ali’nin. Tarla, bahçe işlerinden anlamazdı. Küçük yaşta bir köşkerin yanında sanat öğrenmiş, kundura ustası olmuştu. Evlendikten sonra Çukurova’ya taşınmışlardı.
Şerife kadın çingil elinde eve gelirken bunlar geçti aklından. Koca tepsi dolusu kepek, şuncacık süt etmişti. “Ne günlere kaldık. Emine’nin kusuru değil, zaman kötü.” Almasa olmaz. Kocası hastaydı, her gün süt içmeliydi. Doktor “iyi bakacaksın amcaya” demişti.
Ne umutlarla gelmişlerdi Malatya’dan. Bu arsayı almışlar, oturdukları güzelim evi bin bir hevesle yapmışlardı. Şimdi belediye “yol geçecek buradan, eviniz yıkılacak” diyormuş. Dörtyol ağzındaymış şehir planına göre, kavşak yapılacakmış.
Çevredeki evler içinde en eli yüzü düzgün olanıydı. Dört oda, koca mutfak, hepsinin açıldığı geniş bir salon. O zaman yokluk içinde değillerdi. Cumali de böyle yatakta büzülüp, çeyrek gövde kalmamıştı. Oğlunun işleri iyiydi. Köşker Ali dedin mi işinde bir taneydi. Kumara başlamasaydı bu kadar kötülemezdi durumları.
Evin bir odasıyla mutfağına dışarıdan kapı yapmış, o kısımdaki bahçeyi bölüp ayırmışlardı. Koca aile buncacık yere sığışmıştı. Evin büyük bölümüyle, bahçenin meyve ağaçlı caddeye bakan tarafını kiraya vermişlerdi. Gelin de ufak tefek dikiş dikiyordu konu komşuya. Prova yaparken zorlanır, sıkılırdı. Bu yüzden çok ucuza diker olmuştu son günlerde.
Oğlanın kumarı kötüydü. Kavgası, küfürü yoktu. Temiz pak giyinir, çocuklarını severdi. Kazandığı geceler –söylemezdi kumar oynadığını, saklardı, inkar ederdi- eve eli kolu dolu gelirdi. Çocuklar derin uykudan uyanır, Şam tatlısını, kimi zamanlar pişmiş kelleyi yiyip yatarlardı. Sahura kaldırır gibi yedirmeden içi rahat etmezdi Köşker Ali’nin.
Ah bir de İbrahim’in söz verdiği inek gelseydi. Bahçenin köşesine küçük bir ahır yapacaktı. Çobana verirdi sabahları Emine gibi. Günde en azından üç dört kilo süt sağardı. Kocasına, çocuklara yeter, hatta kalanıyla yoğurt çalar, peynir bile mayalardı.
Büyük toruna dedesinin adını vermişlerdi. Gelin iyiydi, ses etmemiş, şimdikiler gibi yeni moda isimlerden olsun diye diretmemişti. “Kaderi benzemez inşallah” diye mırıldandı Şerife kadın. İlkokuldan sonra okumamıştı torun Cumali. Sabahları nenesiyle uyanır, simit satmaya giderdi. Tanesini yirmi beş kuruştan verir, simit başına beş kuruş kâr ederdi. Her gün iki, iki buçuk liradan aşağı kazanmazdı.
Şort giyerdi torun Cumali, annesinin diktiği şortları. Babasının pantolonu gibi olsun isterdi, yandan cepli. Annesine söylerdi “adam cepli olsun” diye. Dikemezdi, belki kolayına gelirdi hep arkada iki cep yapardı. Çok parası olunca çarşı terzisine diktirecekti adam cepli pantolonu. O zaman arkadaşları alay edemezlerdi onunla, kısa donla dolaşıyor diye. “Lan oğlum, kız mısın sen? Koca adam oldun ne bu!” demişti Mehmet İhsan. Çok gücüne gitmiş, gizlice ağlamıştı. Hayalini kurduğu bisikleti de alacaktı, para biriktirebilirse. Gazete satarsa ya da Mehmet Ali gibi büfe açarsa mobileti bile olurdu.
Emine’den dönerken yolda çobana rastladı, gelecek inekten söz etti Şerife kadın. Eve gelince sütü pişirdi, Kâbe tasına koyup kocasına uzattı. Bunu ahretliği Hicaz’dan getirmişti. Gümüşten yapılmış, üzeri kuş desenliydi. Kocasına suyu, sütü bu tasla verir, kimseye kullandırmazdı. İlk zamanlar çocuklar heveslenmiş, elden ele dolaşmış, herkes ondan su içmeye çalışmış. Dedenin hastalığından sonra kimse elini sürmez olmuştu.
Ekmeği fırından çıkaran Şerife kadın her sabah kahvaltıdan sonra, küçük kazmasını, kendirini alır, yokuşun başındaki tarlalara doğru giderdi. Gelin de çocukları okula, Ali’yi işe uğurlar, dikiş makinesinin başına otururdu. Bu arada kayınpederinin isteklerini yerine getirir, söylenmelerini, öksürüklerini dinler, evin işlerini yapardı.
Aksiydi, huysuzdu ihtiyar. Hastalanınca çenesi iyice düşmüştü. Yatalak değildi, ufak tefek işler yapabilirdi. Gün boyu yataktan çıkmaz, vara yoğa kızar, bağırırdı. Gelin sesini çıkarmaz, çocukları mutfağa sokmaz, eşyalarına dokunmalarına izin vermezdi. En çok buna sinirlenirdi.
Çocuklar eve arkadaşları gelince utanır, mutfak kapısını örterlerdi. O zaman çok öfkelenir, küfretmeye başlardı dede. Hem sıkılır, hem de yataktan kalkmaya üşenirdi. Kötü hastalıktı ama o durumunu daha da kötüleştirirdi. Akşama kadar baca gibi tüttürür, hastalığına bakmaz ortalığı zehirlerdi.
Şerife kadın pamuk tarlasına giderdi sabahları ve akşam serinliğinde. Tarlalar mahallenin bitiminde, yokuşun başındaydı. Pamuklar toplandıktan sonra tüm komşular çoluk çocuk koza çubuğu sökmeye koşardı. Ekmek fırınında, sobada, çamaşır kazanının altında iyi yanardı kuru dallar, çıtır çıtır. Onun bunun tarlasından sökerlerdi, sahibi karışmazdı.
Zahmetliydi, topraktan zor sökülürdü çubuklar. Yine de bana mısın demezdi Şerife kadın. Elleri sıyrılır, su toplar, nasır bağlardı, aldırmazdı. Öbekleri tepeleme sırtlar, defalarca o yokuşu iner çıkardı. Evin önüne dağ gibi yığmıştı, ancak yetiyordu. “Bir koca yıl ne yakarız bunlar olmasa. Oduna para mı dayanır? İbrahim’in ineği bir gelseydi…”
Herkes duymuştu, kim görse önce ineği soruyordu. Ali ağa, sütçü Emine, bakkal, çoban: “Şerife teyze ne zaman geliyor senin inek?” Kocası buna bile taktı, hastalığı unutuldu diye. Gençliğinde, sağlığında koza çubuğu kadar işe yaramamıştı ki…
İki tane oluklu çinko alındı ahır için. Beş altı tane salma. Evin arkasına bir dam yaptırıldı Abuzer ustaya. Kışın briketle duvar örülürdü, şimdi elleri dardaydı. Hele bir gelsin inek, sonrası kolaydı. Belki süt bile satardı Şerife kadın, inekleri ikilediği zaman. “Allah razı olsun oğlandan.”diye dua etti. Bahçedeki hisselerini satmışlardı İbrahim’e. Yine de her yıl kayısı kurusu, dut kurusu, pestil, bastık, ceviz, turşu, bulgur, dövme gönderir, üst baş alırdı ana babasına.
Şerife kadının iki kızı evlenip Almanya’ya çalışmaya gitmişlerdi peş peşe. Kimseye muhtaç değillerdi. İbrahim hevesliydi bahçe işlerine, köy yaşantısını severdi. Kötü alışkanlığı yoktu. Gelin de akıllı çıkmıştı. Oğlan olsun diye diretmemiş, iki kızdan sonra çocuk düşünmemişlerdi. Şerife kadın “baba ocağı yabana gidecek” dese de aldırmazlardı. Köye ortaokul açılmıştı, okutacaktı kızlarını. Arada karısı söylenirdi. “Herkes şehre yerleşti, hanım oldu. Ben gübürle, püsürle uğraşıyorum” diye. Çabuk geçerdi siniri. Çalışkandı İbrahim, ona iş bırakmazdı. Aslında rahatı yerindeydi, bilirdi bunu. Yayla gibi ev, hiçbir eksiği yoktu.
Şerife kadının onlardan yana kafası rahattı. “Ah, Ali’nin şu kumarı olmasa!” Kimseye söz ettirmez, oğluna toz kondurmazdı. Koza çubuklarının en uzun olanlarını söküp, yere yaydığı kendirin üzerine dizerken gelecek ineği düşündü. Ne iyi olacaktı, süte para vermeyecek, torba yoğurdu, teneke peyniri yapacaktı. İkilerse inekleri süt satacaktı. “Bak Ali ağaya! O kadar tarlası, biçerdöveri, kamyonu var, yine de inek besliyor süt satıyor.”
İnek bugü
n yarın gelecekti, erzakları da hazırlamış İbrahim. Ahır bitmiş, yanına koza çubukları da yığılınca, bahçe oldukça daralmıştı. Pencere altındaki bu görüntü kiracının canını sıkmıştı. Yeni evli, oldukça kibar bir çiftti. Adam bankacıydı. Şerife kadın o kadar mutlu, istekliydi ki seslerini çıkaramamışlardı. Çamaşır kaynatırken çıkan dumana ek olarak tezek kokuları, inek sesi ...
Şerife kadının sevinci, coşkusu herkese bulaşmıştı. Sihirli değnekle dokunmuş gibi peş peşe pürüzler düzeliyor, sıkıntılar azalıyordu. Ali akşamları eve erken gelir olmuştu. Torun gazete satmaya başlamış, dedenin öksürükleri azalmış, canlanmıştı. Bir ara kalkıp ahıra bile bakmıştı. Kiracının hanımı Almanya’ya işçi olarak yazılmıştı, işlemleri tamamlayıp gitti. Kocasını da istek yapacakmış. O zaman eşyaları bir odaya yığar, kirayı yine öderiz demişler. Şimdilik gelin kiracıya temizliğe gidiyordu. İyi kazanınca dikişi de bırakmıştı.
“İnek gelmeden uğuru, bereketi evi sardı diye ” içi içine sığmıyordu Şerife kadının.
Bir akşam ambülansın acı sesiyle sokağa fırladı tüm mahalleli. Geçenlerde de kasabın karısı için gelmişti. İkiz doğum yapıyordu, çocuğun biri ters gelmiş, doğuramamıştı.
Yine öyle bir şey diye düşündü konu komşu. Ambulans Köşker Ali’nin kapısındaydı. Yanında bir de kamyon duruyordu. “Cumali dedeye bir şey mi oldu?” demeye kalmadı, çocuklar bağrışarak koştular: “Şerife teyzeyi inek süsmüş!”
Gece ölüm haberi geldi garibin. İnek kamyondan indirilirken ürküp, Şerife kadını kafasıyla itelemiş. Dengesini kaydedip düşünce, başını kaldırımın kenarına çarpmış, beyin kanaması geçirmiş.
İneği getirenler de ne olduğunu anlamamışlar. “Biz indiriyorduk hayvanı, teyze nasıl çıktı kamyona fark etmedik” demişler.
Evde başka meraklısı olmadığından, inek ertesi sabah satılmış. Kefenlik bez alınmış, cenazede harcanmış parası.
Fazilet Ünsal Eliaçık
YORUMLAR
Çok akıcı ve hoş bir hikayeydi..Sonu acı olsada,hikayede anadolumuzun kokusunu buram buram içimize çektik...Emeğinize ve yüreğinize sağlık...Selamlarımla
Fazilet ELİAÇIK
Teşekkür ederim
Anadolu'nun çilekeş kadınlarından biri...
Umut dolu bekleyişin ardında yürek burkan acı..
Selamlar
Fazilet ELİAÇIK
Teşekkür ederim
Anadolunun çilekeş kadınlarından biri
Umut dolu bekleyişin ardından, yürek burkan acı...
Selamlar
selam.<<<okadar güzelliyin .çekilen çilenin ardından beklenen ineyin gelip iyi yürekli kadını öldürmesi ne acı ...herkes kaderini yaşıyor....güzel yazınızı kutlarım tebrikler..gül diyarından selam lar
Fazilet ELİAÇIK
Sayfama bıraktığınız güle teşekkürler.
Çok istemek, çabalamak, sevmek yetmiyor demek.
Ya da böyle ansızın bitiveriyor.
selamlar, sevgiler