- 1339 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
MÜCERRED ŞİİR
Şiir, malzeme olarak sözcükleri kullanan bir sanat dalıdır. Malzemesi sözcük olan şiirin yapıtaşı “imge”dir. İmge (hayal, image), en az iki sözcükten oluşan ve duyulur bir kaynaktan gelen tasarımdır. Alexander Potebnya; “imgesiz sanat olmaz, şiir ise hiç olmaz” diyor.
Şiir de müşahhas – mücerred davası vardır. Nedir bu dava? Konuyu ilk kez 1954 yılında Asaf Halet Çelebi ‘mücerred şiir’ ve ‘müşahhas malzeme’ bağıntısı üzerinde yazdığı makalelerde ortaya koyar “Sanatkârın müşahhas malzeme ile inşa edeceği şiir âlemi, bizim kafamızda mücerred hayallere yol açar: Şiir bize tıpkı hayatta olduğu gibi müşahhas malzeme ile mücerred bir âlem yaratır” demekte.
Bu tartışmaları anlamak için öncelikle Müşahhas (somut) ve mücerred (soyut) kavramlarının neyi kastettiğini anlamak gerekir. Somutun, duyularla kavranan, soyutun ise düşünceyle kavranan şeyler olduğunu söyleyebiliriz. Hatta görsel şiiri müşahhas = somut şiir olarak kabul edenler vardır.
Hilmi Yavuz ise buna karşı çıkarak Asaf Halet Çelebi’nin, ‘hayal’ ya da ‘imge’nin ‘mücerred’ yani, ‘soyut’ olmadığını söyleyerek onun hataya düştüğünü söylemekte. Ona göre “imge ya da hayal, somuttur, müşahhastır;– zira somutun kriteri, tasvir edilebilir olmaktır. Başka türlü söylersem, imgenin ya da hayalin zihinde olması, onun ‘soyut’ olduğu anlamına gelmez. Zihninizde canlandırdığınız bir resim, mesela, oturma odanızın resmi, bir imgedir; zihindedir; ama tasvir edilebilir” demekte...
Hilmi Yavuz sözlerine şöyle devam etmekte… “Bir şeyin zihinsel imgesi ile bu imgenin kavramının bir yargı önermesi içinde kullanılması, apayrı şeylerdir. Şöyle de söylenebilir: Bir kavramın bir yargı önermesi içinde kullanılması, üzerinde yargıda bulunulan şeyin zihinsel imgesinin bir kopyasının, zihinde bulunmasını gerektirmez. Gerektirseydi, o zaman Aziz Augustinus ’un da belirttiği gibi, ‘keder’ ve benzeri sözcükleri her kullanışımızda, gözümüzün önüne ‘kederli bir yüz’ gelmek durumunda olurdu –ki böyle bir durum söz konusu olamaz– anlam, kavramdır çünkü imge değil!”
Müşahhas şiir; bizce şiirimize konu olan şiirleştirdiğimiz nesneyi teşhis eden, şahıslaştıran şiirdir. Genel değil özeldir. Dolayısıyla daha kaba ve daha sığ kalır. Bir arabayı tarif ederken markası, modeli, boyası, cilası, çekeri, motoru vs alt alta yazılsa bu tarif midir, yoksa şiir mi? Elbette tarif olur.
Oysa şiir; öyle anlamlı, ayağı yere basan imgelerle bir şiir oluşturduğunda bu şiir bir derinlik kazanır, bir mana denizi oluverir. Şiiri okuyan kafasını yorar, anlamaya çalışır. Her bir remzi, işareti, şifreyi çözerek müşahhaslaştırır.
Oysa şair müşahhası mücerred hale getirmek zorunda iken attığı düğümleri okuyucu tek tek çözmek zorundadır.
Necip Fazıl’ın ifadesiyle “müşahhaslaştırılmış, teşhiste kalmış şiirlere davulculuk zanaatı gözüyle bakılır. Bütün kaba meddahlar, didaktik ve politik şairler bu soydandır.” Yine onun ifadesiyle mücerred şiir ise sanatın ta kendisidir.
Sezai Karakoç “Sanatçı, modelini önce doğadan koparmalıdır...”, “varlıklardan yeni bir varlık, var olanlardan yeni bir var olan” çıkarmalıdır, “şimdi ona yeniden bir can vermek gerekmektedir. Bu, ona, sanatçının ruhundaki soluğu üflemesiyle gerçekleşecektir” demektedir.
Asaf Halet Çelebi ise bu tespiti kaldığı yerden alarak şu şekle sokmaktadır. “...tabiattan alınan malzemeyi doğrudan doğruya koymak marifet değil, onun içimizdeki sanatkâr ruhiyle süzüp aldığımız mücerret tarafı şiirdir.”
Yine ona göre “şiirde soyuta ulaşmak için soyut kelimelerden olabildiğince kaçınmak gereklidir. Şair hiçbir zaman aşktan ve kederden bahsetmediği hâlde bu mefhumları müşahhas kelimelerle çok daha vazıh olarak ifade edebilir. Mesele esasen müşahhas malzeme ile mücerred olan hayali yaşatabilmektir... Yani mücerred şiir bilakis mücerred mefhumlu kelimelerden mümkün mertebe soyunmuş olan toplu bir hâlde mücerret bir mana anlatan ve bize o ihtisası veren ruh anının ifadesini taşıyan şiirdir.”
Şiir somut ve soyut arasında, değişken bir yol izler. Önce şair, nesnel/somut hakikatle yaşar/beslenir. Objektif varlık ve olaylar, şairin zihninde öznelleşir/soyutlaşır ve aldığı yeni biçimle yani süjenin yeniden ürettiği biçimle söze yansır (somutlaşır) ve okuyucuya ulaşır. Şairin söylediği şey, duyurmak istediği öznel hakikatin aracı olduğu için bu kez okuyucunun zihninde öznelleşir/soyutlaşır. Çıkış noktasından itibaren izlediği somut-soyut-somut-soyut değişimler sonucunda tarihe kalabilmesiyle nesnel hakikate, yani somutluğa dâhil oluverir.
Edip Cansever, bir röportajda bu konudaki görüşünü “Soyuta varmak, o akımı benimsemek, ozanın yapıtını sunarken araç seçmesidir.” şeklinde dile getirerek: “soyut şiir günümüzün özentisi. Yenilik değil değişiklik. Bir moda daha doğrusu… Bilinçaltında soyutlamayı savunanlar bu eğilime karşı olanları insanın iç dünyasını tanımakla suçluyorlar. Soyut yapıtları yerenlerse ötekilerin gerçekte ilgisizliklerini kınıyorlar. Ben bu denli ayırmaları önemsemiyorum. Şiir yapmak toplumla ilgiler kurmaktır en önce. Usta ozan işi ne yandan ele alırsa alsın sonuca varan adamdır. Soyut şiir yapıyorum diye bilinçaltı saçmalıklarını dökenler de salt dış gerçeklere bağlanıp sanattan yoksun mısralar dizenleri de anlamıyorum ben. Hem işi biraz geniş tutarsak, bütün bilinçaltı yapıtlarının birer soyutlama olduğu sonucunu çıkarabiliriz.” diyor.
Günümüzde dalkavukvari adamların siyasi liderlere yaranmak için yazdıkları methiyeleri okuduğumuzda sıkılırız. Hatta “o kadar da değil” deriz içimizden… İşte bu tutum müşahhas şiiri bünyemizin kabul etmediğinin bir göstergesidir. Asaf Halet’e göre soyutlamanın en iyi örneklerini, edebiyatımızdaki tekerleme ve masallarda görmek mümkündür.
Bu mevzuda karıştırılan bir diğer önemli husus ta mücerred şiir yazıyorum diye şiirin tamamıyla anlamsız, anlaşılmaz bir hale getirilmesidir. Saçmalamak şiir yazmak değildir. Şiirini izah edemeyen şair, kimi nasıl anlayacak? İmge diye sarıldığımız kelimelerin bizce bir manası olmalıdır. Şair eğer kullandığı imgeyi izah ediyorsa, bu izah mantıklı ise o onun bir şiir dili olduğunu göstermekte ise o zaman yazılan şiir mücerred bir şiir olmaktadır. Muallâk şiir mücerred şiir demek değildir.
Mor Hırkalı Aşk nedir, ne demektir diye sorulduğunda “aşkı cisimleştirdik. Bir hırka giydirdik. Hırka da mor renkliydi.” Şeklinde ki bir izah ne kadar mantıklıdır. Oysa Şair Kenan Yaşar “hırka ilahi aşkın sembolüdür. Mor renk ise batı da aşkın rengidir” şeklinde daha ayağı yere basan mantıklı bir izahat verirken şiirine de mücerred bir mana katmaktadır.
Bir başka örnekte de “kırmızı kurbağa” nedir denilince “efemdim kurbağa taş üstünde fazla kalmış. Bronzlaşmış, derisi tahriş olmuş. O da kırımızı bir renk almış.” Şeklinde bir izah muallâk bir anlatım, muhal bir manadır.
Oysa bu konuda en güzel ve en doğru örnek Fahri Kâinat Efendimizin sanatkârlarımız tarafından “Gül” remzi ile anlatılmasıdır. Gül denilince Efendimiz akla gelmektedir. Hz Peygamber her türlü övgüye layıktır. Ancak onu alelade bir dil ile övmek sadece övmüş olmak içindir. Divan Edebiyatımızda bu övgüleri çok güzel örnekleri kasideler ve na’tlarda verilmiştir.
Attila İlhan bir yazısında ’... Epeydir Türk şairlerinin önemlice bir kısmı, alafrangalık olsun diye, soyut (mücerret) bir şiir geliştiriyorlar. Halk buna alışmamış, alışacağı da yok. Hele bu soyut şiir anlam ve çağrışım yükü sıfıra yakın uydurma kelimelerle yazıldı mı, okura takılabilecek hiçbir kancası olmuyor’ diyor.
Ustalık zaten okurun gönlüne kanca atabilmekte... Onu şiirin mana iklimine çekebilmektedir. Gerisi ancak gözüne takılmakla kifayet etmektir. Boşuna bir çırpınıştır. Söylenmemiş şeyleri söyleyip muhale sarılmaktansa söylenmişi farklı bir şekilde tekrarlamak sanırım daha evladır. Amma orijinal ve ayağı yere basan yeni bir söylem; işte o, şiir deryasının derinlerinden çıkarılan inciler gibi her zaman daha değerli ve her zaman daha makbuldür.
Halit Yıldırım
YORUMLAR
"Ustalık zaten okurun gönlüne kanca atabilmekte... Onu şiirin mana iklimine çekebilmektedir. Gerisi ancak gözüne takılmakla kifayet etmektir. Boşuna bir çırpınıştır. Söylenmemiş şeyleri söyleyip muhale sarılmaktansa söylenmişi farklı bir şekilde tekrarlamak sanırım daha evladır. Amma orijinal ve ayağı yere basan yeni bir söylem; işte o, şiir deryasının derinlerinden çıkarılan inciler gibi her zaman daha değerli ve her zaman daha makbuldür."
Bu konuyla ilgili bende yıllar önce "şiir,şair ve anlakttıkları " diye bir makale yazmıştım onu hatırladım...Sizi bu açık,anlaşılır ve ders verici konuyu seçme ve akıcı bir dille anlatmanızdan dolayı tebrik ediyor selamlarımı sunuyorum...