KULE GÜNLÜĞÜ / Gerçek İşkenceler
Tarihin her döneminde, insana hitaben: Kendini bil - Kendini tanı uyarıları yapılmış. Ahlaki zeminlerde: İnsanın sık sık, kararlılıkla, Kendimi seviyorum , kendimle gurur duyuyorum gibi abartılı iltifatlarda bulunmasının sakıncaları üzerinde durulmuş. Çünkü insanın kendine olan sevgisi , bazı başarısızlıklarını kendi karakterinde ve kendi tarzında aramasına engeldir. Böylece, yaşamını engelli biçimde sürdürür. Engelli yaşayan bir insan: Aşkı , ölümü ve evrensel işleyişleri sağlıklı algılayamaz. Temel gerçekleri doğru yorumlayamaz.
Saplantı derecesinde kendini sevenler, varolan egolarının mükemmel bir zenginlik olduğunu, dolayısıyla seçkin bir varlık olduklarını düşünürler. Elbette bu çok tehlikeli bir yanılgı … İnsan her konuda, karakterinin ve davranışlarının, eksik, hatalı olabileceği endişesini kaybetmemelidir.
İçimizi denetlemek, içimizi araştırmak, kendimizi bilme yolunda önemli bir adımdır. Kendini gereğinden fazla beğenen insanların, kendini tanımaları zorlaşır. Çünkü bu tür insanlar, egolarıyla bilinçleri arasında geçen mücadeleyi kabul edemezler. Her şeyin en güzelini, her şeyin en doğrusunu yaptıklarına dair aşırı bir gurur, kibir içindedirler.
Balzac : Bencillik zehirdir diyor.
Sadece iki sözcükten oluşan, düşündürücü bir söz …
Başarısızlıklarımızı, başka insanlara , koşullara , devleti yönetenlere yüklemekle kendimizi kurtaramayız.
Bu konuda ünlü Pascal şöyle diyor: İyilik inancı olmayan bir insan , görünür iyilikler üzerinden bakışlarını kaydırıp içindeki zavallılığa bakmaya dayanamaz . Huzursuz , tedirgin bir insanın kendini avutmak için yaptığı bütün hareketlerin temelinde kendini tanımaktan kaçma isteği vardır …
Yukarıdaki saptama üzerinde çok fikir yürütülebiliriz … Aslında insan, belirli bir olgunluğa ulaşmadan, kendi yapısını içtenlikle açıklayamaz. Daha doğrusu, kendine duyduğu saygının azalmasını içine sindiremez. Ancak olgunluğa eriştiğinde, boş ve inatçı bir gurur duygusu içinde kalmaktansa, gerçeği bütün açıklığıyla görmeyi tercih eder ( ne kadar acı ve kırıcı olursa olsun ).
Olgunluğa ulaşmak zorundayız. Aksi takdirde, iki sert - kalın duvar arasında gider geliriz. İç mekanlarımızda kendimizi sorgulamak, en büyük sıkıntımız olur.
Yaşamdaki yanılgıların en korkuncu : İnsanın egolarına ve hayallerine kapılıp, kendisini olduğundan daha yüksek noktalarda görmesidir. İnsan kendi yeteneklerine güvenmeli ama bulunduğu noktayı da çok iyi bilmeli. Ego, kontrol edilmediği zamanlar tehlikelidir. Çünkü insanın iç dengelerini hızla bozar. Küçük başarılar, büyük gurur duygularını doğurduğunda insanın varlığı incinir. Başarının gerçek amacı bu değildir .
Günümüze gelinceye kadar, çok sayıda lider , devlet adamı ve sanatçı : Kendi varlığının, kendi düşüncelerinin doğru olduğuna, mükemmel olduğuna inanmıştır. İnancını büyük halk topluluklarıyla paylaşmıştır. Fakat o özel insanları yakından incelersek, iç dünyalarıyla dış dünyalarının çok uyumlu olmadığını görebiliriz. Bazıları depresif kişilik olup, yalnızca egolarını tatmin edecek bir başarı dengesi kurma gereksinimi içinde yaşamışlardır.
İkinci Dünya Savaşının son günlerinde, Berlin’de sığınağında saklanan Adolf Hitler’e, savaşın sonucuyla ilgili hiç umut kalmadığı söylendiğinde: Umurumda bile değil . Onlar hiç bir şeyi hak etmediler zaten demiştir ( Alman halkını kastederek ). Yeryüzünü değiştirmek, üstün insan modeli yaratmak isteyen bir diktatörden vicdanının olmadığına dair itiraf …
Her insan egoizme yatkın olabilir. Ego, sınırları zorlanmadıkça ya da dozu aşılmadıkça itici bir güç olarak yararlıdır ( Bir şeylerin yapılması , başarılması için ). Fakat hangi hedefe doğru ve ne amaçla gittiğimizi mutlaka sorgulamalıyız. Yalnızca başarmak için, yalnızca kendimizi tatmin etmek için koşuyorsak, sonunda bir mutsuzluk yaşayabiliriz. Bu arada, başkalarının da dünyalarını karartabilir, yaşama sevinçlerini yok edebiliriz.
Dünyaya gelmiş olduğumuz ne kadar kesinse, günün birinde ( belki de ansızın ) bırakıp gideceğimiz de o kadar kesin. Bunu hatırlamak, gericilik değil. Hiç bir şeye bağlanmamak, gerçekten bilinçli bir insanın birinci ilkesidir bence.
Fırsat ve olanaklardan yararlanırken aç gözlü olmamalıyız. Doymadan, durmadan biriktirme yanılgısına düşmemeliyiz. Dünyayı kutsamak , maddi kazançları kutsamak zihnimizi çok yoruyor. İçinde bulunduğumuz doğayı, evreni yeterince düşünmüyoruz. Doğanın tatlı renklerini televizyondaki bir belgeselden görüyoruz. Terastan gün batımını izlemek hiç aklımıza gelmiyor. Terasa çıkmakta zorlanıyoruz. Çünkü başka acil işlerimiz var …
Bedenimizin duyarlılığı her geçen gün biraz daha azalıyor. Esin verici eserler dikkatimizi çekmediği gibi, ruhumuzu geliştirip dolu bir yaşam süremiyoruz. Gündelik yaşamımızın ritmini oluşturan pek çok unsurla uğraşırken bize ayrılan zamanı tüketiyoruz. Oysa geçen her saniye çok değerli ...
Zamanın ne anlama geldiğini ölenlere , yani bu dünyadan göçenlere sormak isterdim: Saflığımla, nelerin kurbanı ve nelerin katili olduğumu kavramam açısından …
Saygılarımla
Yazan ve paylaşan - Claudius
Copyright
TYRANNOS Edebi Ürünler