Kağıt, kalem, aşk
KAĞIT, KALEM, AŞK
aşk aşk aşk aşk /...
nereye kadar...
Masanın üstünde beyaz bir a4 boyutunda kağıt duruyordu. Güneşin vurmasıyla zemini ışıldıyor ve kağıt gurur doluyordu. Işıltısı odanın içinde geziniyor ve odadaki her şeyin kendi ışıltısından keyif aldığını düşünüyordu. Evet her şeyin! Kağıt, güneşin yüzünü ona dönmesiyle haşmetleniyordu. Masanın kenarında mürekkebiyle birlikte uyuyan birde kalem vardı. Vurdumduymaz, gamsız bir eda ile kendine dönük düşünceler içindeydi. Kağıt, kalemin bu duruşunu hazmedememiş ötesi öfkelenmişti.
Kağıt daha fazla susamadı ve kalem’e serzenişlerde bulundu;
’’ey kalem, ey el oyuncağı, ey duygu aleti, sen benim zeminimin üzerindeki ışıltıyı görüp de neden bana hayranlığını açığa vurmuyorsun. Çevrene baksana, her şey bana hayran, benden etkilenmiş durumda. Güneş ışığını zeminime vurdukça bana canlananlar çoğalıyor. Ben olmasam, sen bir hiçsin! sen de bana muhtaçsın... İnsanların duyguları bende toplanıyor, bende birikiyor, bende taşınıyor gelecek yıllara. Ben tarihin tanıtıyım.’’
Kalem biraz durgun biraz da dolu olarak karşılık verdi;
’’Sen çok kibirlisin ve kendini beğenmişsin. Güneşin sana ışıltılarını vermesiyle herkesi kendine muhtaç sanıyorsun. Bilmelisin ki, ikimizde birbirimize muhtacız. İkimizde yüzyıllar önce dağlarda taşlardaydık, toprakdaydık. Bizi doğuran, insanların bitip tükenmeyen hırsları. İkimizi de onlar buldu; sırf kendi ihtiyaçları için. Dünyevi mücadelenin birer parçası olduk. Kağıt üstünde biten eylemler, bir imza ile son bulan ihaleler. Her şeyimiz onların hevesleri hazları için. Sen beyaz bir kağıt oldun, ben ince uçlu bir kalem. Sen bana muhtaç, bende mürekkebe; insanlarda bize!. ’’
’’Çok bilmiş konuşup nutuklar atıyorsun,’’ diyerek gür bir ses tonuyla kalemin konuşmasını bölüp devam etti konuşmaya kağıt;
’’ Bildiklerin ve ortaya sunduğun düşüncelerin bu kadar. Oysa sen ikimizinde aynı ölçüde olduğumuza değiniyorsun. Ben, insanların her zaman gizlikle saklayacağı bir kağıtta olurum, çok önemli bilgilerin olduğu bir kağıtta olurum ama sen tüm bunların yazılıp bitilmesine kadarsın. Sonrasında insanlar seni masanın üstüne bırakır ve yanlarına beni alıp giderler. Ben arşiv olurum. Ben geleceğe belge olurum. Sen sadece tüm bunlar yazılırken görevde olursun. Sonrası yerin tekrar masanın üstü; akıbetin belirsiz...’’
’’Haklısın,’’ dedi kalem; ’’İnsanlar, içsel duygularını, egolarını tatmin etmek için çoğu zaman beni ellerine alırlar ve senin üstüne aşk sözleri, aşk şiirleri yazarlar. Sonra bunları beğeniye çıkarırlar. Onlarca, yüzlerce insan beğendiğinde, içlerindeki aşk hasleti tatmin olur ve artık eylem anlayışları evrime uğramış bir insanlıkla karşı karşıya kalırız; çünkü insanoğlu seni ve beni neden keşfetmişti? sırf dünyevi mücadele için. Hırs ve bencillik.’’
O sırada genç bir adam odaya girdi, eline kalemi aldı ve kağıda aşk şiirleri yazmaya başladı. Şiirleri bitirdikten sonra, telefonla arkadaşlarını odaya çağırdı. Kız, erkek tüm arkadaşları gelmişti. Onlara yeni yazdığı şiirlerini okuduktan sonra alkışlandı, tebrik edildi, övüldü, göklere çıkarıldı. Genç adam, aşk şiirlerinin beğenilmesine gururlanmış ve egosunu tatmin etmişti. Eline başka bir kağıt alıp yine şiirler yazmaya başladı. Yazdığı şiirler arkadaş çevresi tarafından beğeniliyor, okşanmaya devam ediyordu...
’’Gördün mü?,’’ dedi kalem, kağıda... ’’İnsanoğlu bencildir. Toplumsal bencil değil bireysel bencildir. İçsel egolarını tatmin etmek için beni eline alır, senin üstüne aşk şiirleri yazar ve sadece aşk kağıt üstünde kalır eyleme dönüşmez. Çünkü; kimin ağzında aşk çok sakız olmuşsa o kişi aşkı eyleme dönüştürecek kadar yürekli ve beklentisiz değildir. İçinde bulunduğu toplumun sorunlarını algılayıp, tasalanıp kaleme döken insanlar hiçbir zaman farkedilip alkışlanmaz. Sen bencil, ben de tembel olduğum için aşkı yazacak bir insanın eline düştük...’’
Güneşin önüne bulutlar girmesiyle kağıdın zemini karanlıkta kaldı...
Koray Demirkılıç
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.