- 818 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Şah'ın piyondan tek farkı
Yaşadık Sandıklarımız Ve Kaçırdıklarımız -
Hayat; yaşadık sandıklarımızın ve kaçırdıklarımızın bileşkesi ey ahali !..
Ve yaşadık sandıklarımız diyorum çünkü; elest çıkışı emanet ruhların tene bürünmesi ile konar göçer zamanları dolana kadar yaşadığımıza inanırız.
Bu inanç lütfe halinde genimize kazınır.
Mendel’in bezelye çaprazlaması meseleye biyolojik açılım getirse de baskın genlerin bize sorulmadan aktarıldığı gerçektir.
‘’Kolektif bilinç dışı’’ diye tanımlamasını bulan aile seçimi, lütfe’ye(kan pırtısı )düşmeden önce bize sorulmaz bile…
Bir yabancılaşma ile gözlerini açan, ilk tepkisi dünya’ya kocaman bir ağıt olan biz ‘’yeni doğanlar ‘’ üzerine ‘’zıpın’’ denen urbayı giydiği andan itibaren en güçlü reaksiyonun ağıt olduğunu keşfederek sonrasında ‘’yaşadığını sanma’’ sürecine gireriz.
Artık sanmaların ardı arkası kesilmez.
Kendi adına yaşaması gerektiği hiç aklına dahi gelmez.
Belki de getirilmez.
Ağıt ve şirinlik sürecinin aktör ve akristleri olan bizler ‘’yaşadığını sandıklarını’’ anladığımızda ‘’muhtemelen ikinci yarının sonları ‘’ oynuyoruzdur.
Bu anda itibaren ‘’kaçırdıklarımız akıllımıza düşe yazar’’ hayat kaçırdıklarımızın hesabını son çeyrekte sormaya başlar.
Yaşadığımızı sanırken kaçırdığımız ne çok şey vardır hâlbuki!
Yaşam denen heyula da artık ‘’hiçleşme ‘’ denen yola çoktan girmişsizdir.
Bu anda anonim bir söz devrededir.
‘’Oyun bittiğinde şah da, piyon da aynı kutuya konur’’
‘’Şahın ve piyonun’’ aynı kutuya konması meseleye son noktadır.
Üzerimize alacağımız statüler ve dahi mülki garantiler şah bile olsak, piyon ile aynı kutuda ağırlanacağımızı ve piyon’a hiç muamelesi yapan gözlerimizin zamanla ferinin söneceğini, statü ve dahi mülklerin bizleri hiçleşme sürecinden kurtarmayacağını gösterir.
Bence, yaşadığımız sandıklarımız hep ‘’başkaların bizler için biçtiği rollerdir’’
Kendimiz için değil hep el âlemin bizdeki beklentilerini karşılama telaşımızdır.
Bu demden sonra son çeyreğin yüreğe aktığı zaman geldiğinde…
‘’Son yolculukları erken tanıdım
Öyle çok değerliymiş ki zaman
Hep acele etmem bundan anladım’’
Diyen Niche’leşen dizelerin anaforu yakalar bizi.
Sonrası mı?
‘’Eğer’’ diye başlayan ne kadar şiir varsa okur ve gözlerimizin dolduğuna şahit oluruz.
Rudyard Kipling ait beylik şiir gecemize düşer.
‘’Eğer zafer ve yenilgi ile karşılaşır’’ sanız diyen mısrası suratımıza atılan yenilgi şamarlarının derin izi ile sararken, sabun köpüğü başarılar yüzümüze geçici tebessüm yerleştirebilir.
Muhtemelen , ‘’Eğer’’ bizi bir ilaç kokulu koridorun güneş görmeyen odasında yakaladı ise, ‘’Atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş demektir’’
Son söze kalmamak kaydı ile, insan hayatta kendine bir iyilik yapmalıdır.
‘’Eğer’’ sözüne dair bir şiir okumak istemiyorsanız hatta yazmak bile istemiyorsanız ki.
Hata yapmaktan ısrar ettiğimiz en temel olgu ‘’koruma adına’’ etrafımızdaki, kişilerin hayatlarına müdahile etmemizdir.
Oysa bu koruma güdüsü tamamen egomuzun şişkinliğinden olabilir.
‘’Bırakınız yapsınlar… Bırakınız geçsinler ‘’ diyen liberalite düşüncesinin bir nebze de olsa hayata geçirilmesi gerekir.
Sosyal yaşam; kişilerin bileşkesini toplum olarak adlandırsa da kişinin hayat biçimine müdahaleci olmak kişisel özgürlüğün sınırlanması anlamına gelir.
Çoğu kez, yazı sahibinin dahi içine düştüğü koruma ikilemi aslında kişisel özgürlüğe müdahaleden başkaca bir şey değildir.
Örneğin, geçenlerde kalemine güvendiğim bir arkadaşın ucuz bir polemik içerisine çekilmesini istemediğimden olsa gerek, bir şairin ödüllü şiirine yazacağı yorumu engelledim.
Bu ilk anda koruma güdüsü olarak algılansa da aslında kişisel özgürlüğe direk müdahil olmaktan başkaca bir şey değildi.
Bunu yapan ben, arkadaşın düşünsel yaşamına ve kişisel tercihine yapmış olduğum girişim ile bir gaspın içinde olduğunu anladığımda, bu yazının kaleme alınması gerekiyordu ve öyle oldu.
Yazı kaleme alındı… Değerlendirme sürecinde yazı sahibinin daha birkaç gün önce
yazısındaki, görüşlere tezat teşkil eden bir kişisel özgürlük müdahalecisi olduğu
gerçeği su yüzüne çıktı.
‘’Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu’’ pat diye yazının ortasına düştü.
Bu düşüş yazıyı yalanlamadan bir varsayıma sığınmak gerekti ve varsayım üretildi.
‘’İkilem yaşamsal bir olgudur’’
Kişinin dik duruşuna toplumca müdahil olmanın dayanılmaz ağırlığı boynumuza asılı kalmadan terazin kefelerinin dengede kalması sağlanmalıdır.
Bunun için;
Zenginlik, Başarı ve Sevgi üçlüsünü bir birinden ayırmayın.
Her daim sevgiyi konuk edin, zenginlik ve başarı onun yol arkadaşlarıdır.
Bu söz tabi ki, bana ait değildir.
Bu sanal bir hikâyenin son sözünden alıntıdır.
yahya incik/şanlıurfa/2008
YORUMLAR
Ne kadar özgürlükten yana olsak da sevdiklerimiz söz konusu olunca onlar adına kolaycacık karar veriveriyoruz.
Onların da sağ duyularına güvenmeyi bir türlü öğrenemedik.
Halbuki sınama-yanılma da etkili öğrenme biçimidir, bunu da başkalarının karralarına sık sık müdahale eden biz pek de iyi biliriz.
Korumacılık güdüsü çok baskın,bu yönümüzü törpülersek hayatı herkes için yaşanır hale getireceğiz.
Güzel yazı/dostunuz eminim sizi anlamıştır.
Saygıyla
Yazıyı sindire sindire okudum. Sonra altındaki tarihe baktım. Yazı ikinci defa asılma gereği mi görüldü, yoksa asma vakti yeni mi geldi orasını çözemedim ama benim yazıdan aldığım kendi payıma;Oyun bittiğinde şah da, piyon da aynı kutuya konur’’sa, ki konuyor.
O zaman hayatımızı başkalarının istediği gibi değil de kendi istediğimiz gibi yaşasak ne güzel olur değil mi? Peki bu mümkün mü? Her zaman bu mümkün olmuyor. Tamam ben istediğim gibi yaşayacağım dediğimiz zamanda yolun yarısından fazlasını yürümüş oluyoruz. Kalan yolu yürümek için azmimiz olsa bile gücümüz tükenmiş oluyor. Ne yapmalı? Vakit varken çıkılan yolda son sürat yürümeli, kimseye hesap vermeden.
Tebrik ederim beğendiğim bir yazıydı.
saygımla.