RIHTIM VE YOLCU***
Gidenler hep böyle mi gider ben gibi ayak direterek ellerini sert bir şekilde masaya vurup masayı titreterek, düşüncelerini hayata geçirerek yada bu diyardan göçerek ser verip sır vermeyerek, içleri kan ağlasa da en güzel şekilde süslenerek sahte öpücükler dağıtıp, hayatı alaya alarak alayının laflarına aldırmayarak mı gider……
Gitmek gerçektende çok zor; sanırsın ki sıratı geçecek, en güzel amelliyle kuşanarak ve en süslü vedaları diline pelesenk ederek yarine karşı sinesinde yare açıp tercihini yardan (uçurumdan)yana kullanarak mı geçilir bilinmez, gideyim mi kalayım mı gelgiti içerisinde terler boca olmuş haliyle sanırsın ki Azrail’e canını teslim etmede ve teslim tesellüm fişindeki prosedürleri yerine getirmeye çalışmaktadır yolcu…
Yolcu o telaş ile apar topar haliyle kendini en yakın istasyona atma telaşındayken hangi yola girdiğinin ve hangi durakta ineceğinin farkında olmaksızın rıhtımda bıraktıklarının sallayamadığı mendillere ve gök kubbeye saçamadıkları hoş sedaları düşünürken son durağa geldiğinin farkına vararak kalakalır ve son nefesini verir o yaban ellerde….
Yaban eller bazen kıymet bilmeyip hürmet göstermeyen ellerden tatlı gelse de en azından yardan uzak olmanın buhranıyla baş başa kaldığında ah keşke ben yarin yanı başında olsam da nefesi karışsa havaya ve bende o havadan bol bol teneffüs edeyim de yüreğim bir nebze yatışsın diye de geçirmiyor değil içinden rıhtımın uzağındaki yolcu…
Rıhtımda kalan acaba mutlu olur mu? Uğruna terki diyar eyleyen yolcunun ne halde olduğu onun umurunda mı? …..
Onsuz hayata karşı siper edebiliyor mu yüreğini! Göğsünü gere gere “yıkılmadım ayaktayım” diyebilecek mi.?....
Mazinin enkazını üzerinden atabilecek cesareti kendinde bulup hayata dört elle sarılıp yolcunun yüreğinde ektiği papatyaları derleyip sevgi iksiriyle onları besleyebilecek mi?
Doğrusu yolcu gittikten sonra rıhtımdakinin canının sağlığından ve huzurun yerinde olmasından başka hiçbir şey yolcunun da umurunda değil ya…
Hayat bu bazen göğü deler gibi diklenir kaldırırsın başını, bazen yeri ezer gibi sertçe vurursun ayaklarını yere ve öyle yürürsün, bazen güzel bir makamın olur yıkayıp yağlayanın ve hatta yalayanın çok olur, kasan olur içi dolu olur ……
Ve derken Azrail’i hissedersin ensende sende ne tat kalır nede tuz, peşinden ağızların tadını bozan nefesleri daraltan,daha doğrusu bolluktakini daraltan darlıktakini ferahlatan ölümün şefkatli kollarında buluverir yolcuda yolda rıhtımda kalanda.
Kimsede ne gam kalır ne keder farkına varacaklar dünyada iken ömürlerini boşu boşuna nelerle etmişler heder….
İşte ey rıhtımda kalan yar, gün gelir ve yalnızlık senin gözlerini de boyar, ufkunda asılı yıldızında kayar,umutsuzluğu yastık edinip başını yaslarsın,açılacak bir dost ararsın, yürek arşivini defalarca tarar ve yol vermelerinden dolayı açılacak bir dost(yar) bulamazsın.
….. yolcunun tek bir tesellisi vardır, yollar hep onu uzaklara götürse de ve son nefesini gönül huzuru ile veremezse de yinede bilir ki ölümle beraber yarda toprak olacak ve aynı toprakla ikisi de yek parça olacak…..
Yolcu hoşnut ve mutmain, ne yapsın! giderken daha doğrusu kaçarken haberi olsaydı belki de rıhtımda kalkardı yolcuya birkaç kol ve dökülürdü ardından gözlerde demlenen ve gidişini bekleyen birkaç damla gözyaşı…
Rıhtımda kalan, yolcunun yüreğinde hep sızı olarak kalacak,rıhtımdan uzaklaşırken de inan ki belki de yolcunun şah damarı kopacak…