KARINCALAR
İlkokul kitaplarımızda ilk okuduğumuz öykülerden biri ağustos böceği ile karıncanınkidir. Elinde gitarı ile arzı endam edip, yazı aylak aylak geçiren ağustos böceğini yakından gören, eline alan çocuk sayısı çok fazla olmasa gerek.
Ya karınca? Karıncayı görmeyen, dokunmayan, elini ısırtmayan çocuk var mıdır?
Evimizin arka bahçesinde kesilmiş bir ağacın, yerde kalan kütüğünün kenarında yuva yapan karıncalar, daha okula başlamadığım o günlerde bana ne kadar çalışkan olduklarını göstermişlerdi. Onlarla hukukumuz ağustos böceği ile olandan daha eskidir! Her gün onlarla paylaştığım birkaç saatimde meğer neler öğrenmişim…
Bir defa yaşamak için güçlü olmak gerekiyordu: Yuvasına yiyecek götürenleri daha iri olurdu, daha hızlı yol alırdı. Çelimsiz olanları ise birbirine yardım eder, bazen kendinden büyük yiyeceklerini iki elden kucaklar götürürlerdi. Düzen ve intizamın çok çalışkan olmanın ilk şartı olduğunu onlarla öğrendim.
Belirlenmiş güzergâhta kimse kimsenin önüne geçmez, onca kalabalık içinde hiçbiri başka yoldan gitmez gidenlerse şaşkınlığı hemen üzerinden atıp doğru yoldan devam ederlerdi. Enerjileri nereden geliyordu bilmiyordum, tükenmiyor kesintiye uğramıyordu!
Aralarında anlaşmazlık hep ekmek kavgasından çıkardı. Kışın ve soğuğun acımasızlığını bildiklerinden olacak, canı pahasına yiyeceklerini vermemek için savaşırlardı. Doğanın acı gerçeği iri ve güçlü olanı galip kılardı. Böyle anlarda içim burkulur, üzülürdüm...
Bir gün, çocukça düşündüm. İstesem bu acı düzene son verebilirdim. Evde peksimet, kuru ekmek vardı, hoşlarına gider miydi acaba? Böylece kavga etmezler, aç kalmazlar, birbirlerini öldürmezlerdi. Her gün onlar için ayırdığım kuru ekmek ve peksimetleri sabırla geçtikleri güzergâha ufalamaya başladım, onlar ağızlarına yiyeceklerini alıp yuvalarına doğru koşturdukça anlatılmaz biçimde mutlu oluyordum. Kavga dövüş bitmiş, herkes yiyecek bir ekmek bulur olmuştu. Kavgasız dünya meğer ne güzeldi...
Merakım, onlarla toprağın altına, dehlizlere, kat kat inşa edilmiş şehirlerine girmeye zorlardı beni. O gizemli dünya hep rüyalarıma girdi.
Yaz boyu kuru ekmekler boşa gitmiyor, ben arka bahçede hoşça vakit geçiriyordum. Karıncalar doyuyor, azık biriktiriyor, farkında olmadan da ileride beni bekleyen gerçek yaşama dair bana önemli ipuçları veriyordu.
Çalışmak büyük bir erdemdi, çalışmak yorgunluk ama beraberinde mutluluk da getiriyordu. Ekmek herkese yetecek kadar çoktu, yeter ki paylaşması bilinsin. Yeter ki emek harcansın. Başkasının ekmeğinde gözü olmak hiç kimseye hayır getirmiyordu. Hem paylaşıldıkça daha güzeldi her şey.
Zor günler için iyi günlerde yatırım yapmak gerekiyordu, kenara köşeye bir şeyler koymak. Hayatın vazgeçilmez kuralı, düzenli, planlı yaşamaktı. Bütün bunların yanında neslini devam ettirme dürtüsünün gücü, toprağın altında karıncaların bıraktığı binlerce yumurtada saklıydı. Bugünün işini yarına bırakmak ise ağustos böceği gibi ahmakların yapacağı şeydi.
Bakın Şirazlı Şeyh Sadi karıncalar üzerinden nasıl ders veriyor :
“ Ezilen, küçümsenen karıncanın biriyim,
İğnesiyle inleten kızıl arı değilim,
Nasıl şükretmeyeyim ben bu büyük nimete?
İnsanı incitecek hiçbir gücüm yok benim!”
“Ne karınca zayıf olmakla aç kalır
Ne de arslan pençesinin ve kuvvetinin zoruyla
Karın doyurur..”
Adana’da o ev, bahçe hâlâ duruyor. Ama benim karıncalarımın torunları, o ağaç kütüğünün kenarında yaşıyor mu, ders verecek haylaz çocuklar buluyor mu bilmiyorum?!
HARUN ÖZMEN
KARINCALAR Yazısına Yorum Yap
"KARINCALAR" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
Güzel bir deneme ve beğenerek okudum.Kızım gitar kursuna giderken hiç şikayet etmiyor.Dersaneye giderken hep şikayet .Birgün "karıncayla ağustos böceğini biliyorsun değilmi?"dedim."Anne o öykü tersine döndü artık ağustos böcekleri daha makbul" demezmi.
Galiba öyle bir dönemdeyiz.
Başarılar ve selamlar