- 1044 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Sıcak Bir Öpücük
Kapısını tıklattığımda Bay Wheeler’ın içeriden girmemi söyleyen sesini duydum. Ayakta, masasının başındaydı. Sessizce ilerleyip kendimi tanıtmadan elimdeki kalın zarfı ona uzattım. Önce zarfa, sonra gözlüklerinin üzerinden bana baktı. Paketi elimden aldı, bir mektup açacağıyla köşesinden yırttı. İçindeki tomarı çıkarıp masasının üzerine koydu. Kapak sayfasına göz gezdirdi. Bu bitince kapağı yana koyup metnin ilk sayfasını okumaya başladı. Biraz sonra beni hatırlayıp:
‘’Otur delikanlı, başımda dikilmeni istemem.’’ dedi.
‘’Oturmam uygun düşmez sanırım’’ diyecek oldum, sert bir sesle sözümü kesti:
‘’Otur diyorsam otur. Bu ofiste kimse tepemden bakamaz; Del Rey bile.’’ Sözünü ettiği kişi Del Rey yayıncılığa ismini veren kişiydi. Ültimatom üzerine daha fazla direnmedim, oturdum.
İlk sayfayı eline aldı ve okumaya başladı:
‘’Bir sabah tedirgin düşlerden uyanan Gregor Samsa, devcileyin bir böceğe dönüşmüş buldu kendini.’’
Sonra bana baktı ve sordu:
‘’Ne düşünüyorsun?’’
‘’Size Kafka’yı getirdiğimi bilmiyordum efendim.’’
‘’Getirmedin zaten. Okuduğum giriş hakkında ne düşünüyorsun?’’
Daha önce bu cümle üzerinde kafa yormamıştım. Ne diyeceğimi bilemedim.
‘’Klasik bir giriş. Biraz kitap okumuş herkesin hangi romana ait olduğunu söyleyebileceği bir cümle.’’
‘’Doğru!’’ diye bağırdı. Sonra bana doğru eğilip bir sırrı açıklarmışcasına fısıldadı:
‘’Ama niye klasik? Çünkü daha ilk adımdan seni öyküye sokuyor. O cümle üzerine on sayfa okusan bile, kitabı kapattığında hala aklında bu sözler dolaşıyor. Artık bu noktadan sonra bir böceğin olsa ona Gregor Samsa’dan başka bir isim veremezsin.’’
Hayvanlarla pek aram yoktu. Olabilirdi. Gregor Samsa’dan güzel bir böcek adı olurdu, tıpkı işyerindeki şefim Albert Alaluf’tan olabileceği gibi.
Bay Wheeler tepkimi beklemeden devam etti:
‘’Ya buna ne dersin? Zamanların en iyisiydi. En kötüsü de... Akıl çağıydı, budalalık çağıydı da. İnanç çağıydı, aynı zamanda inkar çağıydı da. Bir taraftan aydınlık, bir taraftan karanlık mevsim yaşanıyordu. Umudun baharıydı, yeisin kışı. Her şeyimiz vardı ama hiç bir şeyimiz yoktu.’’
Bana baktı. Artık tepkimi merak ediyordu.
‘’Viktoryen bir giriş beklediğinizin farkında değildim’’ dedim. ‘’Güzel, lirik ama Dickens’ın kendisi kadar da eski bir giriş.’’
Verdiğim cevapla sanki Wheeler’ı arkadan itmiştim. Masasının arkasından çıktı, yanımdan geçip geniş ofisinde ileri geri yürümeye başladı.
‘’Farkında değilsin elbette, farkında değilsin.’’ diye söyleniyordu. ‘’Farkında olsan böyle konuşmaz, dahası elime bunları tutuşturmazdın. Sana diyorum ki ‘Okuyucuyu daha ilk elden yakala. Aklına bir melodi koy, kitap boyu o melodi çınlasın. Ama sen ‘Yok o roman geçen yüzyıla ait, yok bu Kafka’ deyip asıl noktayı kaçırıyorsun. Böyle de olmaz ki…’’
Kendimi savunma ihtiyacı duydum:
‘’Ama günümüzde geçerli olmayan anlatımlardan örnek veriyorsunuz. Girişler de o metinlerin bir parçası.’’
Sinirli, titreyen bir sesle Bay Wheeler:
‘’Peki, peki…’’ dedi. ‘’Buna ne diyeceksin? Sarkacı o zaman gördüm. Bu da mı naftalinli?’’
Bana bakmadan yürüyen editörün dikkatini çekmek içn ayağa kalktım.
‘’Bay Wheeler, sizin bahsettiğiniz girişler ya klasik eserlere, ya da kalın romanlara ait. Elinizde tuttuğunuz metin ise on beş, yirmi sayfa. Ondan bir roman girişi bekleyemezsiniz.’’
Wheeler yürümeyi bırakıp gözlerini bana dikti:
‘’Bak evlat, sokakta güzel bir kadınla rastlaşsan da, onunla uzun uzun sevişsen de herşey aynı şekilde başlar: Sıcak bir öpücükle. Ben anlatmaya çalışıyorum ama sen anlamamakta direniyorsun. Bütün bunların karşısında sen ne yazmışsın? Bakıyoruz elime tutuşturduğun hikayenin girişine… Hah, burada: 2 Ocak 1920 de Rusya’da doğdum. Nedir bu Allah aşkına? Okuyucuyla mı alay ediyorsun, benimle mi? Belki yanlışından dönebiliriz diye uğraşıyorum ama sen buna da tepki vermiyorsun.’’
Masasına gitti, tomarı zarfa geri koydu ve bana uzattı.
‘’Kusura bakma Isaac, aynı telden çalmıyoruz.’’
Zarfı almakta tereddüt ettim ama o kadar kesin bir hareketle uzatmıştı, geri çeviremedim. Metni koltuğumun altına yerleştirdim, kapıya doğru yürüdüm. Tam çıkıyordum ki bir şeyler söylemem gerektiğini düşündüm.
‘’Bay Wheeler?’’
‘’Evet?’’
‘’Ben Isaac değilim.’’
Anlamadı.
‘’Nasıl yani?’’
‘’Bir süredir benimle Isaac’mişim gibi konuşuyorsunuz ama ben o değilim.’’
‘’Peki sen kimsin?’’
‘’Kurye şirketinde çalışıyorum. Size bu paketi getirdim. Sekreterin izne çıktığını söyleyip, beni odanıza gönderdiler. Sonrasını biliyorsunuz.’’
Wheeler ağzı açıldı, sonra ses çıkarmadan kapandı. İkimizin de yapabileceği fazla bir şey yoktu.
‘’İyi günler Bay Wheeler.’’
Franz Kafka’ya, Charles Dickens’a, Umberto Eco’ya ve Isaac Asimov’a ödünç verdikleri cümleler için (italik olarak metinde geçmektedirler) teşekkür ederim.
YORUMLAR
Görkemli, hikayenin içinde direk çeken ilk satırda okuyucuyu yakalayan girişler konusunda editöre hak vermemek elde değildi.Belkide savunduğu tezler her ne kadar ticari kaygı gütsede okuyucunun kafasındaki tüm soru işaretlerini nerdeyse siler nitelikteydi.Kurye finali hoş bir sürpriz oldu.Belkide özüveni yüksek, muhtemelen olduçada başarılı editöründe bir derse ihtiyacı vardı...Güzel bir hikaye okuduk yine.Saygılarımla.
İlhan Kemal
Her şarap kadehinin bir hikayesi vardır ama ruj izi olanlarınınkini dinlemeyi tercih ederim
yerine
Ne oluyor demeye kalmadan kucağıma oturdu.
benim tercihimdir.
Öyküyü beğenmenize sevindim. Günün birinde hepimizin gerçek bir editörle karşılaşması dileğiyle.
İlhan Kemal
İlhan Kemal
Hep düşünüyorum bu finalleri nasıl bağlıyorsunuz bu kadar kısa bir yazıda, üstelik bu kadar başarılı...
Hayranlıkla okudum.
Kutluyorum.
İlhan Kemal
Güzel yorumunuz için teşekkür ederim. Sizin yazmış olmanızın ayrı bir değeri var. Saygılarımla.
çok güzel bir öykü...
sonuçta karşısında bir kurye...
tebrik ederim.. devam..sevgiyle..