- 1044 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
ASMALARDA GÖZÜM
Her sabah balkona çıkar çıkmaz asmanın olduğu tarafa bir göz atıp, türküsünü tutturur: “ Asmalarda üzüm, yosmalarda gözüm.” Gerisini hatırlamaz. Keyfinin yerine gelmesi için asmayı görmesi yetiyordu.
Bir ayı geçti bahçe düzenlemesi yapalı. Limon ağacı gözle görünür şekilde yaprak vermiş; nar, zeytin, şeftali toparlanmıştı. Eşinin emeklilik işlemlerinin Temmuz ayına sarkması bu işleri savsaklatmıştı. Yazlıkta diğer komşular Nisan-Mayıs aylarında ekim dikim işlerini halletmişlerdi.
Seneye inşallah derken, yeni taşınan yeğeninin bir araba dolusu fidanla gelip bahçesini donatması iştahını kabarttı. Ertesi gün Akın Çiçekçilikte aldı soluğu. İki nar, iki zeytin, bir şeftali, bir de limon. Duvarların kaba görüntüsünü kapatacak yasemin ve ful. İki oya ağacı. Ege’nin olmazsa olmazı zakkum. Beyaz ve kırmızı olanlardan iki kök. Gözün gördüğü yer pembe zakkum deyip almamışlardı. En görkemlisi, üzeri şıkırdım şıkır çiçeklisi de o imiş. Neyse, gene hanımın inadı yüzünden. Neymiş? “Dağ taş zakkummuş. Bizim oralarda zıkkım derler, kimse yüzüne bakmaz. Allahın zehirine para verip kapıma mı ekeceğim.”
Temmuzun sonları olmasına rağmen, ne ekilse tutuyordu. Havası, suyu güzel; toprak verimliydi. Çekirdeğin düştüğü yerde karpuz, kabak ne olursa bitiveriyor; ayrık otu gibi yayılıp meyve veriyordu.
Eşi begonvil hastasıydı. “Geç oldu tutmaz, seneye” demişler, almamış. Öyle diyenlerin kapısında her renkten begonviller ekiliydi. İnsanların söylemlerine de akıl ermiyordu. Ağızları başka konuşuyor, yaptıkları başka. “Hanım, onu bunu boş ver. Çocuklar da istiyor. Bahçe kapısının iki yanına da begonvil dikelim. Biri katmerlisinden olsun.”
En güzelleri de Japon gülleri. Üç kök: Kırmızı, sarı, sarı kırmızılı olandan. Her gün bir iki açıyorlar. Üzerleri tomurcuk dolu. Adaşı komşusu takılıyor. “ Cimbomluyu dikmişsin, fenerlisi yok mu?”
Bu bahçe merakı ne zaman başladı, bilmiyor. Hanımdan bulaşmış olmalı. Evde, okulda çiçekle ağaçla uğraşıp dururdu.
Ona bakarsan fındık bahçesine adım atmışlığı; dalından meyve, sebze yemişliği yoktur. Babası çiftçi olmasına rağmen “Oğullarımı okutacağım, masa başı işi yapsınlar” deyip, hiçbirine kazma, çapa vermemiş.
En küçüğü olduğundan buna hiç kıyamamışlar. O da üniversite bitirmiş, yüksek lisans yapmış; okumak ne kelime elindekini, avucundakini kitaba yatırmış. Baba “Sırtımda taş taşır, yine okuturum” dedikçe, okumuş da okumuş. Kasaba kütüphanesinde kitap bırakmamış. Yememiş, içmemiş kitaba vermiş parasını. Köyde sandıklar, raflar dolmuş. Hem okumuş, hem yazmış. Edebiyat hocası takılırmış; “Kısa kes, kısa. Okuyamayacağım!”
O okudukça köylüsü laf edermiş: “Çocuk atlattı mı? İnsan içine çıksa, azıcık çapa yapsa, bağ bellese.”
“Benim oğlum Milli Eğitim Bakanı olacak” dermiş babası.
Bakan olamamış ama otuz yıldan sonra bakanlıktan emekli olmuş. Hanımın tutturmasıyla bahçeli bir yazlık sahibi olmuşlar. Bu merakı turfanda…
Burada da okumadan, yazmadan duramayınca beldede kitapçı aramışlar. Garip gelecek belki, tek bir kitapçı yok. Akşam sahile kurulan pazarda satılanlarsa oldukça ucuz, korsan yayınlar. Alırken suçluluk duyuyor insan.
Köydeki kitapları geliyordu aklına. Ne olmuş, kim bilir kimlerin eline geçmişti? Evlenince hepsini getirememişti. Ara sıra gittikçe göz atıyor; birer ikişer azaldığını görünce, kıymet bilenin eline geçmiştir umuduyla seviniyordu.
Ablasına gittiğinde bir de ne görsün? Çocuklar cin kuşu yapıp uçurmuyorlar mı? “Dayı bunlar boş sayfalar.” diyerek kabahat bastırırlarmış. Hele de elişi dersinde kağıt katlama sanatı öğrenirken yaptıkları abajurlarla, kitapları tavan süslemesi olmamış mı? Peyami Safa’lar, Kemal Tahir’ler katmer katmer tepelerde.
Annesinin ocak tutuştururken kullandığını görse…
Hani ne derler? “Sanatın kötüsü dambaracılık, onu da öğren bir duvara as.” Eğer anadan babadan biraz kapsaydı; başını çevirip bir iki baksaydı, şimdi bu bahçe cennet olurdu.
“Yapacağım, yapacağım.” diye söylendi. “ Görenin gözü kalacak asmada, narda, şeftalide.”
Arka komşu “Meyvesi olgunlaşmadan geçer, burada yetişmez.” dedikleri muzu dikmiş; üçüncü sene koca bir hevenk meyve vermiş. İki fide de meraklı komşusuna getirmiş. “ Yeri kuytu ve bol güneş almalı” öğüdüyle. Palmiye dikememişti ama muz ağaçları tropik görünüm vermişti.
Bahçede boş yer çok. Ona kalsa Napolyon kirazı, yenidünya, elma, armut da dikecek. Çocukların istediği ters dut ağacı da olmalı. Hele çekirdeksiz üzüm, Aydın inciri. Soruyor sağa sola: “Dut sinek yapar. Üzüme arı, incire yılan gelir; ceviz fazla dal budak salar manzara kapanırmış. Öyle diyorlar da herkesin bahçesinde hepsinden var. Seneye canımın istediğimi ekeceğim” diye söyleniyor.
Akşamüstü dolaşırken bir de ne görsün. Böyle diyenlerden birinin bahçe duvarına bir asma sarılmamış mı? Sabah doğru Akın’a koşuyor:
“Gözüm, bana çekirdeksiz üzüm fidesi verir misin? Boyluca olsun.”
Üzüm olmasa sanki arı gelmeyecek. Daha geçen gün balkon kapısının arkasından bataklık arısının kümbet gibi yuvasını kazımışlardı. Çatıda eşek arısı öbekleri. “Bizimki de şans, kırlangıç yuvası olsa onun yerine, fena mı?”
“Emeklilikte kafa dinleyeceğim, denizi görebileceğim, bahçesinde oyalanacağım bir yazlığım olsa” diyordu eşi, olmuştu işte. Hepsi tamam da çoluk çocuğun yüreği yarılıyordu börtü böcekten. “Etmeyin, eylemeyin; küçücük örümceğin, canım kertenkelenin, kurbağanın ne zararı olacak.” Kimsenin dinlediği yok.
Geçen gün bahçeye gelen yılan herkesi korkutmuştu. Akrep de çokmuş, taş aralarında. Dilek Yarımadasında yaban domuzları piknik masalarına kadar sokulmuştu. Sanırsınız safarideler; fotoğraf makinesini, kamerayı alan koşmuştu resim çekmeye.
Site ormanlık alana yakın. İnsanlar taşındıkça tüm hayvanlar içerlere doğru çekilmiş. Son zamanlarda güzelim renkli, türlü ötüşlü kuşlar iyice azaldı.
Kelebekler de öyle. Nesli sürekli artanlarsa sivrisinek, örümcek ve karınca. Şimdilik oldukça besili, iri kıyım hepsi de. Korku filmlerini aratmıyor. Yarasalar güneşin gitmesiyle turlamaya, puhu kuşları çığlık atmaya başlıyorlar. Bir de karşı eve konan baykuş. Kimse hoşlanmıyor, ölümün habercisi diyorlar. Zavallı Bay Kuş!
Cırcır böcekleri bana mısın demiyor. Bazı geceler kurbağalar da eşlik ediyor. Çekirgeler türlü renklerde, boy boy. Hatta uçanı ve öteni de var. Bahçe kertenkelesi ürkek ama evde duvarda dolaşan sarı renklisi çocukların kabusu. Site görevlisi “Bir şey yapmaz korkmayın, Süleymancık o” dese de kimseye sevimli gelmiyor.
Geçen yıl köpek bolluğu vardı. Hele kara köpeğin beş yavrusu. Hepsi birbirinden sevimliydi. Belediye toplamış! Umarım tüfekle, zehirle değildir… Bir kap yemek artığına, ufacık kemik parçasına mutlu olup, insana bağlanan, türlü oyunlar yapan dünyanın en temiz kalpli yaratıklarıydı yavrular.
Akşamüzeri üç pencere için ısmarladığı tel sineklikler geldi. Daha önce de üç pencereye taktırmıştı. Kadının dırdırından zorla yaptırabilmişti. “Manzara kapanacakmış, denizi iyi göremezmiş. Elek gibi tel; laf olsun, küp dolsun. Ne iyi ettim.”
Ramazanın ilk günü. Şeker, tansiyon, kolesterol almış başını. Oruç tutmak ne kelime. Şükür ediyor etmesine de, on-on beş yıl önce olsaydı şu ev, bahçe. Daha gençken…
Kooperatif hala arapsaçı. Kimin eli kimin cebinde belli değil. Gayya kuyusu. Ödemekle bitmiyor. Hiç vermeyenler daha rahat diye düşünüyor. İki kere çevre düzenlemesi için para toplanmış, ortada havuz diye koca yalaktan başka bir şey yok. Herkes kendi başının çaresine bakıyor.
“Ben çevremi düzenledim, binlerce lira harcadım. Benden kuruş çıkmaz yönetime.” Diyor demesine de tansiyon, şeker fırlıyor her sefer. “Haramzadeler” diyor, “haramiler” diyor, ileniyor.
“Bunlar hiçbir iş yapmazlar, hiçbiri de gelip oturmaz. Hepsi rant peşinde.”
Dedikleri bir bir çıkıyor. Otuz üyeli siteye on-on iki aile taşındı. Güzelim çevre düzenlemeleri kağıt üzerinde kaldı. “Kimse kafasına göre onu bunu ekip dikemeyecek diyorlardı.” Ne oldu? Her kapıda bir bostan!
“Bu sene geçti. Seneye merdiven altına bütün sebzelerden dikmezsem ne olayım?” Hanımına seslendi: “Sivrisinek yapar, el alem ne der demeyeceksin. Güneşe gelen tarafa domates; diğer taraflara da patlıcan, biber, fasulye, bamya, maydanoz, soğan, sarımsak, marul, salatalık, kabak, mısır… Sebzeye para vermeyeceğim, anasını satayım!”
Hava da ifil ifildi. Balkona oturdu, ufukta Kuşadası’na doğru giden gemileri seyre koyuldu.
“Dürbün şart.” dedi. “ Pazarda Çin malı her fiyata varmış.”
Fazilet Ünsal ELİAÇIK
YORUMLAR
Fazilet ELİAÇIK
İnşallah...
Tüm dileklerin gerçekleşir umarım.
Sevgiler, selamlar
Fazilet ELİAÇIK
Günlerdir gidelim deyip duruyoruz. Önce kar, yağmur, dolu derken kaloriferler gürül gürül yanarken kaldık.
Özledik Ege'nin baharını, yazını.
Yurdumun her köşesi, dört mevsim güzel.
Selamlkar, sevgiler