- 1576 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
hayat zor
Sabah uykusunu zehir eden soğuğu hissetti önce… O keskin bıçak yarası gibi sızlayan ayakları uyandırdı derin uykusundan. Şarabına uzandı, donmuş, buz gibi olmuştu. Ceplerini yokladı bir parça simit çıktı. Isırılmıştı… Isırılmış yarım bırakılmıştı. Hatırlayamadı kimin ağız artığıydı. Kendine dair bildiği tek şey başındaki asi ağrıydı. Bir küfür savurdu hayata… Sabah duası gibi âdeti olarak mırıldandı. Epey soğuk geçmişti kış. Mart yine kazma kürek yaktırıyordu. Ayaklarımüşüdüler, ellerimdondular ve kahrolasısoğukrüzgarlarla dolu bir kıştı arkada bıraktığı. Yumruk yaptığı elleriyle gözlerini oyarcasına ovuşturdu, kan çanağına döndürdü gözlerini. Göz kapaklarını gerdi sokak kedileri gibi. Ayılmak epey zor oldu. Yine çok içmişti... Başını iki yana hızlıca salladı ve göz kapaklarını göğe atarcasına kaldırdı.
Karnım zil çalıyor diye ses etti içinden biri…
Kalktı yürüdü Eminönü meydanına doğru. Cami avlusunun kuytusunda uyumuştu. Köprünün başına geldi içindeki karamsarseslerzırvalıkları söz aldı; ‘’başka yoldan git, yıkılır burası şimdi’’ dediler. Başını kaldırdı göğe baktı… Mıknatıs gibi çekmişti bulutları İstanbul, güneşi görmek imkânsızdı. Vardı ama yoktu. İki elini yukarı kaldırdı yakarır gibi… ‘’ya bismillah’’ dedi. Çevresinden geçen yüzü uykulu memleket insanı, taa uzak diyarlardan gelmiş tahta gibi düz batı insanları ve olta başında çene çalıp balık tutan adamlar onun bu haline bakıp tebessüm ettiler… Kimilerinin deli dediği de aşinaydı hislerine.
Aldırmadı, düştü yola. İçinin karamsarseslerzırvalıklarına da aldırmadı. Dümdüz yürüdü koca köprüden. Bazen ‘’bırak yürümeyi at kendini şuradan’’ dedi içinin karamsarseslerzırvalıkları. Duymadı… Duyduğu tek şey midesinden gelen amansız açlık feryatlarıydı. Ceplerini yokladı metelik yoktu iz sahibinin kim olduğunu bilmediği ısırılmış simitten başka. Ağzındaki akşamdan kalma iğrenç tat canını sıktı. Simide baktı göğe baktı denize baktı insanlara baktı. Kaderine şamar atarcasına fırlattı denize simidi. Karamsarseslerzırvalıklarının peşinden atla demelerine de aldırmadı. Susun lan diye bağırdı. Çevresindekiler dönüp baktılar. El arabasında nohutlu pilav satan adamdan aldığı pilavı yiyen Afrikalı olduğunu tahmin ettiği kara adamla göz göze geldi. Ne tesadüftü… Onunda gözlerine açlık vardı. Geldiği yer açlığın anavatanıydı. Hızlı hızlı yiyordu. Belli ki işportacıydı.
Eğdi başını yürüdü… Açlık her yerdeydi. Cebinde, ısırılmış simitlerde, kara bedenlerin gözlerinde, uzak ve kurak topraklarda. Her yerdeydi açlık.
Köprünün sonuna gelince çıtır çıtır simitleri ve bedava olmadığını adeta yüzüne kazımış olan simitçiyi gördü. Bir umut – fakirin ekmeği olan umut – ceplerini yine yokladı, belki birkaç kuruş çıkarda açlığın ve giz’in diş izleri olmayan simit alırdı. Çıkmadı.
Yine göğe baktı… Bulutların ağlamaklı yüzlerinden başka bir şey yoktu. Kaderine daha önce de sövdüğünden ve sövmenin kaderi değiştirmediğinden edindiği tecrübeyle sıradan insanlar gibi kadere sövmeden yoluna gitti. Karaköy yokuşunun başında merdivenlerde oturdu. Kasketini yere çaldı, üç beş kuruş atarlar umuduyla. Az öteden sabahın köründe elindeki fileleri dolu yaşlıca bir kadın geliyordu.
Tüh be dedi içindeki karamsarseslerzırvalıkları. Ne oldu yahu diye sordu içine.
Daha ne olsun… Eşek kadar adam olmasaydın da el kadar çocuk olsaydın şu ihtiyarın filelerini taşır kuru fasulyeci Âdemin orada bir öğün yemek parası alırdın. Kalk git peşinden uğraş didin, belki alırsın üç kuruş.
İstemsiz kalktı yanaştı kadına, yardım edeyim anacım dedi.
Kadın baktı, kamburunu dikleştirip alıcı gözüyle baktı sonra tut bakalım dedi.
- Ne tarafa anacım dedi.
- Yukarı, tünele evladım dedi kadın.
Kadın merdivenleri ağır ağır çıkabiliyordu. Bir adımı kadının on adımıydı.
- Ne iş yaparsın sen evladım dedi kadın.
- İşsizim ana dedi. İşsiz.
Yaa dedi kadın durup soluklanırken.
- Evin barkın, karın çocuğun var mı?
- Yok anacım… Sokaklarda yatar kalkarım. Mevla’m öldürmedi şimdiye değin. Sürünüyorum.
- Ne yer içersin sen? Ayol böyle yaşanır mı?
- Kısmet anacım. Bulunuyor bir şeyler. Ne yaşanıyor ne ölünüyor ama ikisinin arasındaki savaşın ortasında kalmış bir çocuk gibi yaşanıyor ille de.
Bu kez o durdu… Hem konuşup hem de taşıdığı filelerden tıkanmıştı. Nefesini düzenlemeye çalıştı bir süre. İçindeki karamsarseslerzırvalıkları söze girdi hemen. Aferin, böyle acındır kendini. A benim safım daha fazla anlat. Bırak şimdi nefes almayı. Yoksa ne kuru ne de pilav yiyebileceksin. Bu gidişle hava alacaksın.
Açlığının da katkısıyla hak verdi bu sese.
Hayat zor anacım diye girdi söze. Öyle dedi kadın. Hayat zor…
İbrahim Sarp Baysu
i.s.b.
i ç i n d e b i r e v s i z i b a r ı n d ı r m a y a n ı n i ç i y o k t u r
Çizim: Ben
YORUMLAR
Karakalem çalışmanız çok güzel olmuş. Ellerinize sağlık.
Gelelim öyküye; Her sokağa çıkışımızda rastladığımız ama neler hissettiğini bilemediğimiz, evsiz, barksız, aç, sevgisiz insanlar.
Hayatın acımasız yönü onlara daha fazla çevrili. Rabbim yardımcıları olsun.
Güzel bir konu, akıcı bir anlatım.
Sevgi ve saygıyla