- 1526 Okunma
- 22 Yorum
- 0 Beğeni
....
“Dert başına” dedi yaşlı kadın. “ Konuşacak konu mu kalmadı Makbule?”
Makbule oturduğu tabureyi biraz daha öne çekti. Elindeki örgüyü kucağına gizledi ve sanki çok gizli bir şey söyleyecekmiş gibi sağı solu kolaçan ederek, yaşlı kadına doğru eğildi.
“Ama yenge, baksana şu herife. Bence söylenenler doğru. Bu adam deli.”
Yaşlı kadın eşarbını düzeltiyormuş gibi yaparak yan gözle adama baktı. Karşı bahçenin kapısında, söylenenlerden bihaber şekilde yatan adam, güneşte iyice kızmış göbeğini kaşıyordu. Adamın gayri nizamı ve sermest bir şekilde yatışına bakılırsa, ya akşamdan kalmaydı ya da gerçekten uyuyordu. Yaşlı kadın kirpikleri dökülmüş gözlerini birkaç kere kırptı. Sanki öyle yaparsa, anlamaya çalıştığı şeyi daha çabuk idrak edebilecekmiş gibi gözlerini kıstı.
Belki biraz daha baksa olayın vahametini kavrayabilecekti ama, yoldan geçen jandarma kamyoneti bütün dikkatini dağıttı. Kamyonet hızla tozu dumana katarak önlerinden geçti ve saniyeler içinde gözden kayboldu.
Makbule ağzı yarı aralık bir şekilde kamyonetin arkasından şaşkınca bakakaldı. Ne vakit sonra yaşlı kadının tekmesiyle kendine geldi.
“Sana diyorum Makbule!”
Makbule yoldan çevirdiği gözlerini tekrar ilerideki bahçe kapısında yatan adama çevirdi.
“Yenge bak, demedi deme. Garip şeyler oluyor. Bizim köye jandarma gelmez ki! Bu adamı arıyorlar görürsün bak.”dedi.
Yaşlı kadın dişsiz ağzını iyice büzüp kaşlarını çattı. Yüzüne konan sinekleri, etsiz parmaklarıyla defetmeye çalışırken bir yandan da düşünceli bir şekilde adama bakıyordu.
Hemen hemen bütün evlerin birbirini gördüğü bu küçük ve sakin köy, üç günde jandarmaların kol gezdiği bir yer haline gelmişti. Kendinden habersiz bir şekilde yatan şu adamın gelişinden bu yana, bütün köylü diken üzerindeydi.
Adam üç gün önce küçük bir bavulla gelmiş, sahiplerinin yıllar evvel öldüğü şu eski köy evine yerleşmişti. Köyün en ihtiyarları bile evin sahiplerini tanımadığı için, kimse adama kim olduğunu sormadı. Kendi aralarındaki uzun müzakerelerden sonra genel bir kanıya vardılar. Daha gerçeği; kanıya muhtar vardı ve ahali onu tastikledi: Bu adam ya bir miras yediydi, ya da burayı satın alan bir akılsız. Köylü kendi içinde bu soruyu cevaplamıştı cevaplamasına ama, yine de çengelli bir soru işareti beyinlerini gıdıklamaktan geri durmuyordu.
İki kadın, yere serdikleri kilimin üzerinde bir süre daha oturduktan sonra kalkıp gittiler. Az evvel uyuyan adam da miskince yerinden kalktı. Boynuna, saçlarına, yanaklarına yapışan dal ve ot parçalarını silkeledi. Bir süre dirseğindeki karınca ısırığını kaşıdı. Sonra başını gökyüzüne kaldırıp batmak üzere olan güneşe baktı.
Gözleri kamaşınca bakışlarını daha gölgelik bir yer olan yola çevirdi. İki yanı meyve ağaçlarıyla kaplı yol, sıcağın rehavetinden görünmez bir ateş saçıyor gibi titrekti. Birkaç dakika sonra yolun ucunda tarladan dönen köylüler belirdi. Adam -ne düşündü bilinmez- aceleyle eve girdi. Eskimişlikten yeşile dönmüş camdaki basma perdeyi, hafifçe araladı. Gelenleri biraz gölgeli de olsa görebiliyordu.
Ahali iyice menziline girince perde aralığını biraz daha daralttı. Şimdi konuşulanları da duyabiliyordu. Ahalinin en önünde giden ihtiyar bir adam eliyle evi işaret ederek:
“İyi etmedik.”dedi. “Bu adamı sualsiz aramıza aldık.” Hemen yanındaki yaşlı kadın, kazmasını omzundan indirip, ihtiyarın işaret ettiği eve baktı. Alnından gözüne süzülen bir ter damlası gözlerini yakıncaya kadar başını o yönden çevirmedi. Diğerleri de eve yaklaştıkça durdular ve aynı şüpheci bakışlarla evi süzdüler.
Yolun başından gelen ikinci jandarma kamyonetini fark edinceye kadar aralarında fısıldaşarak metruk eve baktılar. Kamyonet bu kez hızla geçmedi, hatta ahaliye yaklaşınca yavaşladı ve durdu. Araçtan inen bir çavuş ahaliden birini yanına çağırdı.
Herkes pür dikkat çavuşa ve adama baktı. Çavuş kibarca adamın kolundan tutarak onu köylülerden uzak bir yere götürdü. Bu yer köylüye uzak olmasına karşın, kirli penceresinden vakayı takip eden adama yakındı. Konuşulanları net bir şekilde duyabiliyordu:
Çavuş: Kenan Bey” dedi.
O sırada bahçe çitinin üzerindeki horoz ötmeye başlayınca onları izleyen adam, sinirlendi.
“Allah belanı versin! Başka zaman ötemedin mi?” diye söylendi.
Horozun ötüşü bitene kadar çavuş ve adam ahalinin yanına geri döndü. Kamyonet yavaşça uzaklaşırken, adam ve köylüler, tıka basa yeşil otla dolu kamyonetin arkasındaki Nazmiye Teyzeye ve ottan parçalar koparıp ceplerine doldurmaya çalışan askerlere baka kaldı.
***
“Nene senin ne işin olur bu otla?”
Hakimin yarı alaycı yarı ciddi bir ifadeyle sorduğu soruya yaşlı kadın pür ciddiyetle cevap verdi:
“Ottan kastın kendir ise, ip yaparım hakim bey. Suç olduğunu da bilmem.”
“Uyuşturucu imalatında kullanılır bu meret nene! Bilmiyor olamazsın değil mi? Hadi sen bilmiyordun, oğlun da mı bilmiyordu?”
Kadın anlamamış gözlerle arkadaki sandalyede oturan oğluna baktı. Oğlu sıkıntılı hareketlerle bacaklarını sallıyor, önünde birleştirdiği ellerinin parmaklarını sıktıkça sıkıyordu.
Kadın tekrar hakime döndü.
“Ne uyuşturucusu hakim bey, ben ağrı kesici bile almam ki, derler ya ; çok ağrı kesici yutan yaşlanınca çare görmezmiş diye” dedi, mahcup ve birazda alıngan bir sesle. O anda mahkemenin sükuneti bozuldu. Mübaşir dahil herkes gülüyordu. Hatta kadının oğlu bile. Herkesin güldüğünü görünce kadın da güldü.
Hakim gülmekten ıslanan bıyıklarını silerek:
“İlahi nene” dedi. “Kaç yaşındasın?”
Kadın yeniden arkasına döndü.
“On sekiz var mıyım Ahmet” dedi. Ahmet mahkemenin olağan sertliğinde seyretmeyişinden mutlu bir ifadeyle:
“Yirmi ancasındır ana” deyince, hakimin yüzü asıldı.
“Bu ne laubalilik! Söz almadan konuşma!”
Ahmet’in ve salondaki diğer kişilerin yüzündeki tebessüm olduğu yerde kaldı.
***
“Duydun mu Makbule, Nazmiye Abla kendir yakalatmış.”
“Duydum da, ne varmış kendirde…Bu memlekette de her şey yasak anam!”
“Ne bileyim bacım. Uyuşturucu mu ne yapılıyormuş ondan.”
“ Kız görüyorsun değil mi, şu Japonlar neler icat ediyor.”
İki kadın her zamanki yerlerinde önlerinden oğluyla geçmekte olan kadına duyurmadan konuşuyorlardı. Kadın ve oğlu tam önlerine gelince Makbule dayanamadı:
“Nazmiye Teyze uğur ola? Nereye böyle” diye sordu. Yaşlı kadın elindeki kağıtları onlara doğru uzattı.
“Sormayın başıma gelenleri. Avukata gidiyorum. Tapuya falan da gidecekmişim. Uyuşturucu yakalattım da…”
Oğlu yaşlı kadının kolunu çimdiklerken, diğer iki kadın hayretle onlara bakıyordu. Ahmet anasının daha fazla çam devirmesine mahal vermeden yaşlı kadının koluna girdi ve biraz da sürüyerek de olsa onu oradan uzaklaştırdı.
Adam her zamanki gibi metruk evinin yeşilimsi penceresinden gizlice onları izliyordu.
***
Ana oğul tapuda uzun bir süre sıra bekledikten sonra nihayet müdür beyin karşısındaydılar. Ergonomik koltuğunda yarım daireler çizen müdür bir süre ikisini süzdükten sonra:
“Sanki sizi tanıyacağım” dedi ve Ahmet’in elindeki kağıtları aldı. Bu sırada ceketinin koluna takılarak düşen plaketini itinayla kaldırdı ve sanki anasını görmüş gibi mutlu bir yüz ifadesiyle plakete baktı.
Yaşlı kadın yüzünü ekşiterek:
“Tanırsın tabi. Az mı bilgisayar, yazıcı falan aldırdın bize vaktiyle.”dedi. “Yerlerimizi pay edene kadar, hakkımızı açığa kavuşturana kadar aç susuz yattık ahan da şu kapının önünde. Müdür kadının işaret ettiği yere baktı. Sanki dairenin mazi kaydını oradan görmüş gibi heyecanla: “Evet şimdi çıkarttım” dedi.
Sonra bozulmuş bir ifadeyle evrakı incelemeye koyuldu. Bu arada ana oğul da boydan boya lambri döşeli odayı süzüyordu. Yaşlı kadın içinden:
“Allah belanı versin Ahmet! Ne vardı okuyaydın da şöyle bir adam olaydın. Şu koltukta yaylanan sen olaydın.” diye geçirirken, Ahmet de içinden duruma daha başka bir açıdan bakıyordu.
“ İyi ki okumamışım ulan. Hafazanallah! Ya böyle tıkılıp kalaydım bir odanın içine…”
Müdür elindeki kağıtları masasına bırakıp, sanki üç saattir çalışıyormuşçasına yorgun bir esnemeyle arkasına yaslandı. Gözlerindeki yuvarlak çerçeveli gözlüğü çıkartıp, kravatıyla camlarını sildi. Bir yandan da ana oğula bakıyordu.
Ana oğlun gözleri müdürün dudaklarındaydı. Sonunda müdür söze girdi:
“Bakın, tapu kaydınız çok karışık. Mahkeme sizden kendir ektiğiniz yerin tapusunu istemiş. Siz de dilekçenizde, söz konusu parselin, Nazmiye Önder adına değil, Hamdi Önder adına olduğuna dair belge istiyorsunuz.”
“Öyle” dedi Ahmet. Yaşlı kadın da, eşarbının uçlarını iyice sıktıktan sonra, oğlunu onaylar bir şekilde başını salladı. Müdür kadın ve Ahmet gözlerini birbirlerinin yüzünde döndürürken odanın meşin kaplı kapısı açıldı. İçeri önce büyük bir Antep baklavası tepsisi girdi. Ardından pişkin gülüşlü bir adam göründü.
Adam baklava tepsisini masaya bırakırken:
“Size layık değil ama…” dedi. Sonra müdürün el işaretiyle odadan çıktı. Müdür tam önünde duran tepsiye kolları değmesin diye ceketini çıkartırken, Ahmet yutkunarak, yaşlı kadında teessürle baklava tepsisine bakıyordu. Yaşlı kadın içinden “Zıkkım ye” dedi.
“Bak nene! Sizin kayıtlar hala çözülmüş değil zaten…”
“Nasıl yani” dedi Ahmet.
“Bir dinle delikanlı” dedi müdür. “Hemen celallenme. Devlet işi ağır işler bilirsiniz. Sizi işiniz halloldu diye göndermeseydik, maazallah burada yatıp kalkacaktınız. Sizi gönderdik. Ama arkanızdan olayın çözümü için çalıştık. Hala da çalışıyoruz. Malum, ölen ölene sizde. E, kimse de bunları Tapuya tescilletmemiş. Biz de canız, bizi de anlayın. Sizin gibi binlercesi…”
“Sadet ya müdür!” dedi yaşlı kadın. “Şimdi bu yer bizim değil. Kabul etmiyoruz. Verin Hamdi Agaya. Pek gönülsüzdü zaten pay etmekten. Kocamın kardaşı değil, düşmanı sanki…”
“He” dedi Ahmet. “Kendi rızamızla tapudan çekiliyoruz biz.”
Müdür içinden bir süre olayın çözümlemesini yaptıktan sonra yaşlı kadına baktı.
“Tamam, işinizi halledeceğim. Kanun buna müsait. Ama…”
Ana oğul bu “ama”yı tanıyordu. İkisi de metanetli görünmeye çalışarak yutkundu.
“Malum biz fakir bir devletiz. Halkımız olmasa…”
“Söyle ne istiyorsun” dedi Ahmet. “Masa sandalye, askılık…Ne?”
Müdür bir süre kravatının iğnesiyle oyalandı. Sonra baklavanın üzerine konan sinekleri kovaladı. Yapacak başka bir şey kalmayınca merakla bekleyen ana oğla döndü:
“Dediğim gibi, biz fakir bir devletiz. Buğday satar makine alırız, bilirsiniz yani. Demem o ki; dairemize ufak bir klima hediye ederseniz, inanın personelim daha bir ferah halleder işinizi. Siz de serinlersiniz, biz de…”
***
Üç hafta sonra…
Hamdi Aga’nın tombul karısı jandarmanın birinin ayağına kapandı.
“Götürmeyin ne olur? Etmeyin ağalar!” jandarma zavallı kadını yerden kazıyıp yoluna devam etti. Bütün köy ahalisi Hamdi Aga’nın evinin önüne toplanmıştı. Ahmet ve anası da hemen bitişikteki evlerinin avlusundan onları izliyordu.
***
Bir ay sonra…
Ahmet ve anası kepçenin yerle bir ettiği evlerinin başında feryat ediyordu. Hemen bitişikteki evin avlusunda çayını yudumlayan Hamdi Ağanın karısı ise keyiften daha bir semirmiş, kocasının götürülüşünden sonra ilk kez yüzü gülmüştü. Azıcık üzülecek gibi olduysa da kocasına yapılan haksızlık aklına gelince kederi dağıldı.
Hamdi Ağa’nın karısı, mahkeme kararıyla, arazisinde kaçak ev yapıldığını tasdik ettirip, Ahmet’le anasının yaşadığı iki göz ev için yıkım kararı aldırmıştı.
Bütün bu olanlar sonunda köylü kendir ve kenevir nev’inden ne ektiyse söktü ve köy
meydanında yaktı.
***
“Evet sayın müdürüm. Köylü kendir ve kenevir konusunda gayet net ve başarılı bir şekilde bilinçlendirildi. Emin olun bir daha bu köye tütün bile giremez.”
Adam cep telefonunu cebine sokarken son bir kez aylarını geçirdiği metruk eve baktı. Bahçe kapısında kendisini bekleyen siyah otomobile binerken Makbule ve yaşlı yengesi her zamanki yerlerinden adamı süzmekteydi.
...ENGİNDENİZ...
YORUMLAR
Allah belanı versin Ahmet! Ne vardı okuyaydın da şöyle bir adam olaydın. Şu koltukta yaylanan sen olaydın.” diye geçirirken, Ahmet de içinden duruma daha başka bir açıdan bakıyordu.
“ İyi ki okumamışım ulan. Hafazanallah! Ya böyle tıkılıp kalaydım bir odanın içine…”
Memleketimin bakış açısı diyeceğim ben bu olaya, eller gider aya biz uğraşırız kendirle kenevirle, gecekonduyla...
kaçırdığım güzel bir öyküymüş ama ben sonrada olsa senin sayfayı bi kolaçan etmeden yapamıyorum.
Tebrik ederim....sevgimle
Aynur Engindeniz
Sevgiler.
Desene devletimiz köyde bir nevi kenevirin kökünü kurutmuş. Aman ha, bu nimetin kökünün kurumuşu daha makbulmüş ona göre :- )
Kenevir öyle bir bitki ki tabiri caizse etinden, sütünden, derisinden ve hatta kemiğinden bile, velhasıl her şeyinden faydalanılsın diye yaratılmış sanki.
Resmi olarak Tekstil sanayi, Selüloz(kâğıt) sanayi, İlaç sanayi, Gıda sanayi, Kozmetik sanayi, Kimya sanayinde ihtiyaca binaen direkt ve endirekt olarak kullanılabilirken gayri resmi olarak ta Havacılık sektöründe kullanılır. (uçmak için).
İlginçtir insanoğlu gelişen teknolojiyle beraber uçmak için uçak, helikopter, paraşüt, zeplin, planör vs gibi birçok araç icat etmesine rağmen(uçan daireleri saymıyorum) hala ve ısrarla kenevir gibi gayri resmi yollara ve taşıtlara başvurmasını (hem de bu devirde) neye yormalı bilmiyorum. Zira kenevirle uçmasına uçuluyor da, iniş takımı problemi hala çözülebilmiş değil.
Eee dinamiti bulan bilim adamının adına ödüller verildiği bir dünyada bu gibi şeylere şaşırmamak lazım.
Bravo, cinayet, entrika, köy, kent, aşk, mizah, ihanet, okul, vs hikâyelerinde konu seçiminde bulaşmadığın bir “Narkotik” kalmıştı, onu da halletmişsin tebrikler.
“Dert başına şeklinde bir beddua ve hızla tozu dumana katarak geçen bir kamyonet ve köy-jandarma-mıhtar emmi üçlemesi ve Ahmet-anası ikilemesi ve illa da Hamdi ağa teklemesi ile bir nevi “Tütün Zamanı, Yılanların Öcü” havası solurken araya sokulan "klima" ve "cep telefonu" figürleri ile bir anda yoğun bakımda oksijen hortumu çıkmış hasta durumuna düştük sayende.
Tebrikler, selamlar
Aynur Engindeniz
Bir dafa da beğen ne olur Allah rızası için:))
Okurken yaşıyorum resmen. Sanki elinde bir kalem değil de resim fırçası var gibi. Tebrik ediyorum yine harika bir öyküydü. Sevgilerimle..
Aynur Engindeniz
Yazık olmuş. Üst üste güne düşmez bu öyküler. İkisinden sadece biri düşecekse benim gönlüm bundan yana olurdu.
İlhan Kemal tarafından 4/5/2011 9:06:43 PM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim.
her defasında kıskandıracak güzellikte bir anlatım.
Hele yazarın asla gözden kaçırmadığı o detaylar, ustalığının ve çok iyi bir gözlemci olduğunun kanıtıdır.
Aynur Hanım'ın gerçekten çok iyi yazdığının en doğru kanıtı: ne kadar uzun olsa da öyküleri, insan ara vermeden, adeta nefesini tutarak okuyor.
tebriklerimle
saygı ve sevgiyle kalın...
Aynur Engindeniz
Yine de bazen duymak iyi geliyor:)
Teşekkürler ve çok sevgiler.
Aynur Engindeniz
Herkese yaz demekten dilimde tüy bitti. Ne oluyor size arkadaşlar bahar rehavetimidir nedir...Beni nöbetçi eczane gibi bırakıp sırra kadem bastını her biriniz...Hele de sen...
Sevgiler çook..
Aynur Engindeniz
Diyorum ya hayatın içinden...
Ve her birimiz kendimizden bir şeyler buluyoruz hikayelerinizde...
Aklıma ilk gelen babam ile bir akrabamızın "Haşhaş kotası" hakkında knuştukları yıllar öncesinden sahneler ve sesler ...
"Neymiş..efeeemmm Türk haşhaş'ı Amarikanın Avrupanın gençlerini zehirliyomuş..Yok yaaa....sen kalk benim istihsalime tahdit getir.Sen kimsin Amarikaaaaa?!" ...
Ve ananemin bahçesinde ekili kendir fidanlarının tohumlarını yemek için üşüşen kuşları yakalamak için kendir tellerinden yaptığımız tuzaklar ...
Şimdi kendir (Kenevir) fidanı ekenleri Jandarma yakalayıp götürüyor.
eskiden urgan yapıp kocaman ..başı bulutlara yakın Meşe ağaçlarına bal kovanları çekilirdi...
Salıncak ipleri yapılırdı...
Bayram günleri köye ..salıncak için ölürdük yaaa.
Şimdi salıncak urganlarımız yasak oldu..
Şimdi bize yasak türküler kaldı...
Biz yasak sınırının içerisinde kaldık...
Kilitli...
Bir daha yanılmadan okudum Sayın Engindeniz'i...
Selam saygı ve tebriklerimle...
Aynur Engindeniz
Tarlaların arasına ekip ip yaparlarmış bir 30 sene kadar evvel...
Bir apartmanın en üst katında tesadüf eseri gördüm bu bitkiyi. Zavallı adam nereden bilsin benim giib görmek için bakan birinin orayı keşfedeceğini:))Daha küçük hali domates fidesi gibi birşey...Herkes öyle sanmış Hayatında hiç kenevir görmeyen ben, "Bu kenevir" dedim. Polis saksıları taşırken millet bana garip garip bakıyordu:))
Teşekkür ederim güzel sözlerin için.
Ayrıca şimdi yasak türküleri söylemek bile serbest, kim tutar seni söyle gitsin...
Saygılar.
Merhaba Aynur Hanım;
Öykünüzü yorulmadan okudum. Okuyanların da benim gibi akıcı bulduklarını sanıyorum. Başarınızdan dolayı sizi kutluyorum.
**Yazılarınızı acele postaya veriyorsunuz kanısı belirdi bende. Yazılarınızı birkaç gün sonra gözden geçirseniz iyi olur.
Hataları göreceğiniz gibi, ekleme ve çıkarma yapabilirsiniz.
**Bir yazınızda, çok fazla övgü alan bir yazar yazma bıkkınlığına uğraşmıştı. Sık yazarsanız, okuyucularınızı okuma bıkkınlığına uğratabilirsiniz.
**İltifatınıza teşekkür ederim. Ancak ben hoca değilim.
En içten saygılarımla.
Aynur Engindeniz
Ah Nirvana...
Neyse, çalışacağız artık ne yapalım :))
Tebrikler Aynur'cuğum, Anadolu'mun hilesiz hurdasız insanının nasıl kandırılabildiğini güzel yansıtışsınız satırlara.
Öykülerinizi zevkle okuyorum, acıklı da olsa, selam ve sevgiler.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim canım. Sevgiler.
Aynur Engindeniz
öykünün her türlüsü....kalem güzel olunca bir başka zevkle okunuyor...tebrikler usta....
Aynur Engindeniz
Saygılar.
Klima istedi sadece :)
Yıl 2006, bir arsa satışı yapıyoruz. Tapu ve kadastrodayız ve çok kalabalık. Bugün git, yarın gel hallerindeyiz.
Binanın her yerinde kameralar var. Bakıyorum benden önce gelenler işlerini yaptırıp gidiyor.
"Allah Allah " dedim "Bu işin sırrı ne?" Oradan bir beye sordum.
"Dosyanın arsına koy bişeyler, yoksa ömrü billah sıra gelmez size" dedi. Ne yapacaksın, başka çare var mı?
Veren de, alan da suçluymuş. Koydum dosyanın içine bişeyler. İşim bitti tez vakitte.
Alanı anladım da, veren neden suçlu? Ölene kadar sıra mı bekleyeceğim?
Canım benim, sen müthişsin.Sevgilerimle
Aynur Engindeniz
Allah göstermesin...
Prosedürü çok iyi bildiğim için hiç bir memur beni gereğinden fazla sallayamaz:))
Teşekkür ederim güzel paylaşımın için. Sevgiler.
Aynur Engindeniz
Sevgiler.
incidal
Çok güzel bir öyküüü..
Hayatın gerçekleri....
Tertemiz, saf memleketimin insanları...
Ve... Hep onlara işletilen kanunlarımız...
Selam ve sevgiyle kardeşim....
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim eleştirin için sevgiler.
Veysel BAŞER Hocam...Vallahi de her devrilen cümlede aklıma geldiniz, itinayla tutup kaldırdım kelimeleri:)) Diyaloğun söylendikten sonra gelmemesine de azami dikkat ettim...Umarım sözümü tutmuşumdur.
Teşekküler...
(İNSANIN KENDİ YAZISINA YORUM YAZMASI DA BİR ACAİPMİŞ)
Aynur Engindeniz tarafından 4/5/2011 12:57:11 AM zamanında düzenlenmiştir.