- 791 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Yılları Peşinden Koşturan Gözler 2
Arada bir sahilde oturup çay bahçelerinde bir çay içer hayaller kurardı. Ama bu defa daha önce gitmediği bir çay bahçesinin önünde durmuştu hiç tereddüt etmeden, geçip bir sandalyeye oturdu. Çay söyledi her zaman yaptığı gibi. Uzaklara bakıp düşüncelere daldı. Yaklaşık iki yıldır unutamadığı, o gözlere gün geçtikçe daha çok âşık olduğunu hissediyor, içindeki bu çile çekilmez oluyordu.
Tam kalkacaktı Ahmet, içerden hızla çıkan birini gördü. Oda neee. Ayağa fırladı. Neredeyse koşup boynuna sarılacaktı. Yıllardır seni unutamıyorum, unutamayacağım diyecekti. Ancak peri kızı bir haber almış olmalı ki, koşar adımlarla arabasına bindiği gibi şaşkın bakışlar altında kayboluverdi.
Ahmet, koşmak istedi ardından. Ancak ayaklarında can kalmamıştı. İçeri girip sorsa kim olduğunu ayıp olur müşteri sorulur mu yok olmaz bu dedi?
Arabaya nasıl bindi nasıl eve geldi bilmiyordu. İçindeki günden güne alevlenen volkan bir patlama daha yapmıştı. Geceyi zor geçirdi. Ertesi günü yeniden aynı saatte aynı çay bahçesine gitti. Aynı yerde oturdu o çay bahçesi büyük bir mekândı. Tüm sosyetelerin, iş adamalarının kafa dinlemek için geldikleri yerdi. Bunları orada çalışan bir garsona sorup öğrenmişti.
Aslında peri kızını sormak istemiş ama bir türlü soramamıştı.
Garsonla konuşurken camdaki “devren kiralıktır” yazısını görünce, burasını kendisinin kiralayabileceğini düşündü. Yetkiliyle görüştü. Fiyatta güzel bir pazarlık sonucu hemen işlemlere başladı. Bu çay bahçesinin hem manzarası, hem de işlek bir yer olması çok hoşuna gitmişti.
İşinden ayrıldı kendi işyerinin başına geçti. Güzel bir yere sahip olmuştu. Canla başla çalışırsa bu işin üstesinden gelebilir, hatta burayı satın bile alabilirdi ilerde…
İlk iş olarak kâğıt toplayan çocuklarla konuşmam gerek diye düşündü ve konuştu. Onların ikisi kardeş, dört arkadaş olduklarını öğrendi ve delikanlıları işe almakla başladı.
Gençler ilk defa tutulan bu ele öylesine sarıldılar ki işverenlerini seviyor onun sözünden çıkmıyor ve çok çalışıyorlardı. Ahmet, büyük bir insanlık yükünden kurtulmuş, Şimdi yüreği bir nebzede olsa rahattı. En azından o kendine düşen görevi yapmıştı. Keşke herkes bu kadar duyalı olabilseydi.
Arada bir Ali, eşi ve çocuğuyla gelip Ahmet’in çayını içiyorlardı. Bir gün yine Ali ailesiyle gelmiş bir masaya oturmuş hoş sohbet derken, güzel bir araba yanaştı. Arabadan inen peri kızından başkası değildi. Ahmet, ellerini ovuşturdu, kalbi hızlandı, kimseye bir şey söyleyemedi. Peri kızı bir masaya geçti oturdu. Çayını içmeye başladı. Ama Ahmet’i görmemişti. Ahmet’in gözle görülür değişimi, kekelemesi, heyecanlanması, yanındakilerin dikkatini çekti. Hepsi Ahmet’in baktığı yöne doğru bakınca anlamışlardı durumu. Ali’nin eşi Hatice; “unutamamakta haklıymışsın Ahmet, çok güzelmiş.” dedi. Ahmet’te başıyla onayladı rolünü…
Çayını içip yerinden kalkan peri kızı, Ahmet’i masasının yanından geçerken görmüş bir anda. Unutulmayan gözler buluşmuştu. Haykırırcasına aşırıp duraklamıştı. Ahmet, bu fırsatı da kaçırmak istememiş olacak ki, çevik hareketiyle anında ayağa kalkmış elini uzatmıştı bile:
-Ben Ahmet...
-Ben Elif... Memnun oldum.
Bu nasıl bir duyguydu böyle. Aylardır, yıllardır unutamadığı gözlerin sahibinin elini tutuyordu. İnanılır bir şey değildi. İki el buluştukları havada kalmış, gözler suskun bakışlarda kaybolmuştu. Etrafta kimse yokmuş gibi dakikalar geçmişti.
Etraftakilerin meraklı bakışları ve büyülü o an. Can’ın sesiyle bozuldu. “amca kim bu abla” deyince Ahmet, cana yöneldi ne diyeceğini şaşırdı o zaman anladı Elif’in elini ne kadar sıktığını…
Elif eğildi canın yanaklarından ufak bir makas aldı ve “adın ne senin delikanlı” diye sordu. “Can Can benim adım…” Senin adın nee? Deyince, “ben Elif öğretmenim” dedi.
Ve diğer bakışlara dönerek, “çocukları sevdiğim için (işaret parmağını uzatarak) şu okulda öğretmenlik yapıyorum” dedi. İlerdeki pembe okul binasını gösterdi. İçinde fırtınalar koparan Ahmet, sevincinden çığlık atacaktı nerdeyse, ağzını eliyle kapatmasa… Bu ne güzel bir haberdi böyle kulaklarına inanamıyordu.
Parmaklarına baktı Ahmet yüzük falan olmadığını görünce ohhh evli değilmiş diye üzerinden büyük bir yük kalkmıştı.
Ertesi gün Elif, yine geldi çay bahçesine Ahmet’te bir umut bekliyordu zaten. Elif gelip bir masaya oturup çayını içip kalkıyor, geldiğinde” hoş geldiniz, merhaba, giderken iyi günler, güle güle” diyorlar başka bir şey konuşamıyorlardı. Ne Ahmet, ne elif, bakışlarla konuşuyorlar bir birlerinden çok utanıyorlardı.
Ahmet, bu böyle olmaz diye düşündü. İlk adımı ben atmalıyım.
-Konuşmalıyım ama yok konuşamam. Ya da bir not yazıp o oturmadan masasına bırakayım. Tamam, tamam not yazayım ben- diye düşüncesini doğrular nitelikte cümleleri tekrarlıyordu.
Ve ertesi gün masasına bırakmak üzere bir not yazdı.
“Elif aylardır seni ve o can alıcı gözlerini unutamadım.” diye bir not yazdı ve her defasında Elif’in oturduğu masaya bıraktı.
Nihayet Elif gözüktü her zamanki gibi. Elif geldi masasına geçti masada duran kâğıda ilişti gözü açsam mı, içine baksam mı, bakmasam mı?” diye düşündü. Elini uzattı yavaş yavaş, elini bir uzatıyor birde suç işliyormuş da kimse görmesin diye geri çekiyordu. Bir kaç hamle sonunda alabildi kâğıdı.
Ahmet, ileriki masada merakla Elif’i takip ediyordu. Okuyunca ya bir daha gelmezse o öğretmen. “Ben ilkokul mezunu ya beni kabul etmezse” diye düşüncelere gömülmüştü.
Elif, kâğıdı açtığında notu okur okumaz Ahmet’e bir bakış baktı ki, Ahmet ne yapacağını bilemedi. Gözlerin bir müddet bakışmasından sonra
çantasından bir kalem çıkardı ve aynı kâğıda bir şeyler karaladı ve masaya bıraktı. Çayını bitirmeden kalktı arabasına doğru ilerlerken Ahmet, masalara çarpa çarpa nota bakmak için koştu. “Ya istemediğim bir şey yazdıysa” diye tereddütle açtı kâğıdı gözlerine inanamadı.
Notta” bende seni unutamadım” yazılıydı.
Ahmet, Elifin ardından öyle bir koştu ki arabaya binmek üzere olan Elif’e, “Elif Elif’im!” diyerek seslendi. Elif’te bunu bekliyormuş gibi oldukça ağır hareket etmişti geri döndü “Ahmet Ahmet’im!” diyerek öyle bir kucaklaştılar ki Ahmet Elif’i kucakladığı gibi etrafında daireler oluşturuyor, Elif’i havalarda uçuruyordu surdurabilene aşk olsun.
Ne zamandan sonra çay bahçesindeki personel ve müşterilerin alkış sesleriyle önce irkilmiş, sonra da yeniden bir birlerine sarılmışlardı…
Fatma Kalkan