KIZIL DÜŞLERE YOLCULUK
KIZIL DÜŞLERE YOLCULUK
Hayata atılan ilk ve büyük adımlar tüm insanlarda olduğu gibi tüm varlığı ve yeniliğiyle onun da kalbine kazılmış, belleğine yazılmıştı. Çocukluğunda düşlerini kurduğu uzaklardaki kızıl bir tepeye bir yolculuğu vardı ki onu hatırlamaması mümkün değildi. Nereye giderse gitsin bir adım uzakta, yürüme mesafesindeydi kırmızımsı düşler, kırmızı hayal kırıklıkları, güneşin doğuşuyla hayatlar saçan kızıllığın aksine bir kâbusa dönüşerek yok oluşlar saçan kızıllar. Özgürlüğe giden, binbir çiçekli bahçelere açılan ve gönül bahçelerini süsleyen düşlere dönüşen bir kapı ebediyen kapanmış, kızıllığın büyüsü kara bir büyüye dönüşmüştü. Artık bu kızıllıkta yaşayan aydınlıklar şehri içinde tüyleri diken diken eden ürpertici uğultularla binbir çığlık içinde derin bir üzüntü, garip bir korku eşliğinde ölüm kol geziyor, tüm hayat korkunç canavarların dişleri arasında parçalanıyor yok olup gidiyordu.
Daha sekiz on yaşlarında iken ufuklardaki kızıl tepeler, tüm kızıllığıyla, tüm gizemiyle cezp ederdi onu. Belki bir gün, kim bilir belki de büyüdüğünde oralara gidecek ona uzaktan gülümseyen, düşlerini yeşerten bu kırmızı elmas tarlalarından oluşan tepeye, bu diğerlerinden ayrı görünen cennet köşesine gelecek ve belki de buradan hiç ayrılmak istemeyecekti. Orada, o en verimli topraklarda yeşeren yeryüzünün en güzel çiçekleri, bilindik bilinmedik yüzlerce meyve ve sebzeyi içinde taşıyan rengârenk meyve bahçeleri, insanları kırmızıya boyayan bir atmosferi ve daha neler neleri olan bir cennet köşesi vardı. Bir ihtimal güneş oradan daha yakındı, daha sıcak daha canlı idi; muhtemelen yaşamına kâbus gibi dolan gece karanlıkları da yoktu orada, hep aydınlıktı, hep ışıl ışıldı gün diye düşünürdü.
.......
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.