- 801 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
UMUTSUZLUĞUN ÖYKÜSÜ (7)
Anası mercimekli bulgur pilavını getirip önüne koyduğunda,pilavdan bir iki kaşık almış,kalanı öylece duruyordu.Oğlunun böyle yemek yemeyişi,içine kapanıp konuşmamazlığı,bu dört duvar arasında hapis gibi yaşaması ananın yüreğini parçalıyordu.Bazen oğlu ile konuşmak istiyor,nasihatlar veriyor ama duvarlar ses veriyor oğlu ses vermiyordu.Diğer oğulları gurbete çıkmış,kızı mutsuz bir evliliğinden iki çocuk dünyaya getirmiş;biri hasta olan çocuğu ile kendisine bile faydası yoktu.Ana iyice yaşlanmış,kırklı yaşların içine gelmiş oğlunamı hizmet etsin,seksenini geçmiş kocasına mı hizmet etsin yoksa kendisinemi yetsin bilemiyordu.Oğlunun sağlığına kavuşması için yıllarca Allah’a dua etmiş,ne adaklar aramış ama Allah’ı ona yardım etmiyordu.Sabır!Sabır!diyor,dudaklarından süzülen sözcükler kendiliğinden türkü olup yankılanıyordu._Sen kış ol ben donayım_Sen yaz ol ben yanayım_Sen bulut ol ben yağayım_Öleyim yavrum yoluna öleyim_
Oğlundan arta kalan pilavı kendi yemeye başladı.Oğluda pencerenin önüne dikilmiş sigarasını içiyordu._Ne var oğlum!Kendini bu kadar helak edecek,benide helak ediyorsun şu yaşlı halimle.Çık dışarı,başındaki dumanları dağıt,içeride böyle kapalı kala kala iyice sessizleştin,el içine çık da biraz kendine gel!_Altın hiç sesini çıkarmadan anasını dinliyor,biraz önce bir iki kaşık aldığı mercimekli bulgur pilavının kendisinde iz ettiği anılarını yaşıyordu.
Tarladaki o buğday yığını dibinde Dermanla neler konuşmuşlardı neler...İkisi bir kardeşten öte bir arkadaş gibiydiler.Derman o’nu hem çok sever hemde kıskanırdı.Altın da Dermanı çok severdi.Birbirlerinden hiç gizlileri saklıları olmazdı.Derman ortaokulu bitirdikten sonra Deniz Astsubay Okulu sınavlarına girmek için İstanbul Heybeliadaya gittiğinde başından geçenleri Altın’a anlatır,Altın tekrar tekrar anlatmasını ister ikisi birden gülmekten yıkılırlardı.Derman Deniz Astsubay okulu sınavını kazanamamıştı.Bu yüzden çok üzülüyor,Altın’ın onun bu anlattıklarına alaycı bir şekilde gülmesinede çok sinirleniyordu.Ama yine de kendi kendine hayıflanıyor,Altın’la birlikte girecekleri Kuleli Askeri Lise sınavlarında belkide kazanacağını düşünüyordu.Ne yazıkki girdikleri sınavda ikiside başarılı olamayacaklardı.Ve ortaokulu beraber okudukları gibi liseyide aynı şehirde ayrı ayrı liselerde okuyacaklardı birlikte.
Altın çok zeki bir öğrenciydi.Aritmatiği o kadar kuvvetliydiki öğretmenleri ve arkadaşları _Sen gerçekten adın gibi altınsın_diye latife ederlerdi.Öğrenciler çözemedikleri matematik problemlerini O’na çözdürürlerdi.Ortaokuldaki matematik öğretmenleri bir gün Derman’a _Ben Altın’la senin aynı babadan aynı anadan olduğunuza inanmıyorum._demiştide Derman,arkadaşlarının içinde çok bozulmuştu.Ama Derman kendiside biliyordu ki matematiğinin Altın kadar kuvvetli olmadığını.Doğru dürüst geçer not alamaz hep bütünleme sınavlarına kalırdı.Bütünleme sınavlarına girmeden önce Altın’ın kendisine matematik çalıştırması için O’a diller döker,vaatlerde bulunurdu.
İşte,o üç yıl birlikte okudukları ortaokul sıralarında ;küflenmiş ekmekler yiyerek,sobasız soğuk kış gecelerinde ısınmak için aynı yatağı paylaşarak,isli gaz lambası ışığında parlayan bir matematik dehasıydı Altın.
Altın:_Abi haydi kalkalım,babam tırpanları çekiçlemiş._diyerek Derman’ı uyandırdığında babası ekin çıkımının başına varmıştı bile.İkindi vaktine kadar hiç durmadan tırpan salladılar.Ana da biriken ekin destelerini yığınlar haline getirdi.Ana hiç yorulmazdı.Yorulmak nedir bilmezdi.Biçilen ekin destelerini yığın yapar,destelerin altlarını demir dişli tırmıkla toplar ve bunları yaptıktan sonra da kocası ve çocuklarının yemeklerini hazırlardı.Ana sanki kurulmuş bir robot gibiydi....
Güneş nazlı bir gelin gibi Çatal dağının arkasına doğru süzülürken ekin tarlalarının üzerine vuran ışık yansımaları buğday başaklarını altın sarısına boyuyordu sanki.Bu nedenle buğday başakları olduğundan daha diri daha daneli hal alıyordu.Güneşin alçalmasıyla hafif hafif esmeye başlayan akşam rüzgarı o sıcak ve kurak geçen yaz gününün son akşamını serinletiyor,karşı uzak tepelerin eteklerinde otlamak için yayılmış koyun sürülerinin çan seslerini buğday tarlalarına taşıyor;ağustosböceklerinin ,çıngıraklı yılan seslerinin nağmeleriyle oluşan bir müzik orkestrasına dönüştürüyordu.Köylüler bu rüzgarların getirdiği serinlikle sırtlarındaki terli köyneklerini kurutuyor,bacakları ve tırpan sallayan bilekleri daha da bir güçlü oluyordu.Tırpanlarını daha da iştahla sallıyorlar,buğday başaklarının saplarına çalınan tırpanların çıkardığı sesler de bu müzik orkestrasının enstrümanlarından biri haline geliyordu.Sabahtan akşama kadar boş anız tarlalarına örklenmiş atlar;sıcaktan,sineklerden,yeşilbaşlardan bu serin serin esen rüzgarlar sayesinde kurtuluyor biraz olsun rahatlıyorlardı. Derdem Erdem
Devam edecek...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.