- 1359 Okunma
- 14 Yorum
- 0 Beğeni
İÇİMDEKİ
Umudu simgeleyen çisesiyle mavi kirpikli bir düştü o…
Serçeler kondu cılız tellerine,
Ve çisesiyle düştü o…
………………………………………………………………………………………………
Onu birkaç gündür hep aynı yerde görüyorum. Kalabalık bir semtin sanat sokağında…Hiç göz göze gelmedik ama…Aslında yüz yüze bile gelmedik. Eski fotoğrafların sergilendiği vitrinin önünde, hep aynı noktada, hep aynı pozisyonda duruyor. Boynu bükük bir sessizlikle hep aynı yöne bakıyor.
Akşam telaşıyla geçip gittim hep yanından.Adımlarım kaba sayılabilecek kadar hızlı, zihnim bulanık, bakışlarım kaldırımlara kilitli, geçip gittim sessizce…Ama, iki alakasız insan gibi görünsek de, bir şey var onda bana ait…Bir yan belki…Belki sesteş ya da anlamdaş bir hüzün....
O da beni görmüş müydü acaba? Onca kalabalık içinde, hem arkası sokağa dönükken…Belki de, yol üzerinde sohbet eden gençlerden sıyrılırken değmişimdir ona. Belki ben ilerledikten sonra dönüp bakmıştır ardımdan…
Şimdi niye bunları düşünüyorum ki…Hava çok soğuk, bu akşam sanat sokağından geçmeyeceğim. Nafile yere yolumu uzatıyorum oradan geçerek. Ama ya o kız… Onu görmeden bir gün biter mi? Kalbimi yokluyorum: “hayır” diyor içimden bir ses. İyi de ben hangi ara bu kadar bağlandım ona?
Yorgun ve miyop gözlerimle sokağa giren dar yola bakarken “Delirme dostum” diyorum kendi kendime … “Bu çok saçma! Sanırım çok çalışıyorum. Ya da olması gerekenden biraz fazla yalnızım.” Geri geri birkaç adım atıyorum. Öyle meşgul ki zihnim, ne şişman bir kadına çarptığımı hissediyorum, ne de onun yüksek perdeli küfürlerini duyuyorum…
Onu merak ediyorum. Onu düşünüyorum. Neden hep o saatte orada? Nereye bakıyor öyle ağlamaklı. Bana ne ondan…Düşünüyorum…Ona karşı hissettiklerimin anlamlı bir açıklaması var mutlaka. Olmalı…
Aslında beni ilgilendirmeyen bu soruların cevaplarını öğrenmenin tek yolu onunla konuşmak. Evet, bu akşam mutlaka onunla konuşacağım.
Nedense belirgin bir naiflik sirayet ediyor adımlarıma, hatta soluk alışlarıma…Kendimi onunla karşılaşmaya hazırlıyor gibiyim.Ama bir türlü hazır olup olmadığımı kestiremiyorum. Her adımda geri dönmek geliyor içimden.Gizli mi kalsa acaba sırırı?
Bir adım, bir kaç zoraki adım daha…Sonunda sokağın başındayım. Evet, tahmin ettiğim gibi yine aynı yerinde. Aramızdaki mesafeye rağmen boynunun dünkünden daha ziyade eğik olduğunu fark ediyorum. Yaklaştıkça, hızla çarpan kalbimin aksine yavaşlıyor adımlarım.Bir insan ancak zorla ayırdıkları sevgilisine kavuşacağı an bu kadar heyecanlanabilir. Ama ben daha çok annesi gibi hissediyorum kendimi. Sanki beni görünce kollarıma atlayacak. Sanki cebinden çıkartacağı eski bir bebeğin bulaşmış saçlarını ördürecek bana…Sanki dizlerinde biriktirdiği yara izlerini öptürecek…
Sahiden iyi değilim galiba…Kendimi hiç bu kadar yabancı görmemiştim.
Sokaktaki kediler bile donmamak için grup halinde gezinirken ben ve kız tek…Keşke yanıma birilerini alsaydım. Şöyle; arada aklımın hala yerinde olduğunu hatırlatacak birini…Daktilograf Selma olabilirdi mesela. Zira o hayata pek ciddi bakar. Onun girdiği en lakayt ortamlarda bile ab-u hava doğal bir şekilde değişir. Dudaklardaki tebessümler bile donar ve hatta köşeli bir hal alır. En billur şiirler en makbul kimya denklemlerine dönüşür. Bunu nasıl başardığını bilmeyiz hiç birimiz. Ortama dahil sonra da müdahil oluşu ve bu durumun biz de en küçük rahatsızlık uyandırmayışı, sezdirilmeden yapılan kansız devrimleri çağrıştırır zihnimizde.
Şimdi yanımda olsaydı o dört kenarlı gülüşüyle benle alay eder “Akıl akıl, gel bana takıl!” derdi. Olmadığı isabet olmuş.
İşte tam önümde duruyor. Üzerinde sarı bir elbise var. Bir eli eteklerinde diğer elini göremiyorum. Benden başka meraklısı var mı diye sağa sola bakıyorum. Yok, herkes yolunda…Belki de onu da bu sokağın sanat ürünlerinden biri olarak gördüler. Bir heykel, ya da karakalem bir tablo…Başka nasıl bir cisim bu kadar kıpırtısız durabilir ki? Ama ben soluklarını duyuyorum.
Nasıl seslenmeliyim ona? “Bayan” desem olur mu? Yok bu çok alaturka… “Hanımefendi” desem…Bu da çok yaşlı göstermez mi beni? En iyisi hiç ses etmeden omzuna dokunmak. Sağ elimdeki çantayı sol elime devşirip omzuna dokunmak için hamle yapacaktım ki, hafifçe bana doğru dönüyor. Ama hala tam manasıyla yüzünü görüyor değilim. Ne garip; içimde şiddetli bir sarılma arzusu var…Korkmuş bir bebeği avutmak ister gibi…Oysa ben insanlarla teması sevmem. Aslında insan sevmediğim bile söylenebilir. Bir delileri, bir de çocukları severim. Onlar da pek insan sayılmadıkları için…Çocuklar duru, lekesiz; deliler insanlıkla meleklik arasındaki araf’ta sıkışmış hilkat garibeleri…
Yüzü hala benden yana dönük. Bir şeyler söylemem icap ettiğini biliyorum, yoksa adi bir sarkıntı gibi görüneceğim gözüne. Kadın olmam bile kurtaramayacak beni.
Biraz daha yanına sokulup, günlerdir göz kırpmadan baktığı noktayı bulmaya çalışıyorum. Ne yazık ki vitrinde hayranlıkla seyredilebilecek hiçbir şey yok. Hepi topu kime ait oldukları dahi belli olamayan birkaç siyah beyaz fotoğraf. Öyle, sıradan çerçevelere geçirilmiş, yanmış, solmuş insan suretleri falan…
Kendisiyle bir alakam olmadığını düşünmüş olacak ki, tekrar önüne dönüyor ve vitrini daha iyi görebilmem için biraz kenara çekilip bana yer açıyor. Ben sezdirmeden yüzüne bakmaya çalışıyorum. Ama ne var ki boynu bükük ve saçları yüzüne dökük olduğu için yine simasını seçemiyorum. Yalnız bu kez nereye baktığı belli gibi…Yana çekilip bana bıraktığı taraftaki fotoğraflardan bağımsız bir çerçevenin önünde duruyor. Boş çerçevenin önünde, bir fotoğraf kadar hüzünlü ve güzel duruyor. İnsan az hayal gücünü zorlasa, pek ala onun o gümüş çerçeveden yansıdığını düşünebilir.
Artık söze girme vakti. Hava kararmak üzere ve o her an gidebilir. Benimse ondaki sırrı çözmek için yarını bekleyecek tahammülüm yok.
“Ne güzel fotoğraflar değil mi?” diyorum. Az bir zaman sonra cevap veriyor. Sanki onun yaşadığı alemle benimki arasında saniyelik bir zaman farkı var. Sanki ses ona geç gidiyor gibi…
“ Güzeldir fotoğraflar.”diyor. Tuhaf, içimde garip bir hayal kırıklığı hissediyorum. Sanki ondan başka bir dilde cevap bekliyordum. Hiç duyulmamış, belki hiç söylenmemiş bir dilde. Hüzünlü ve sırlı duruşuna yaraşır bir dil.
Gözlerimi baktığı çerçeveye çeviriyorum. Mantık minderine oturtmak istiyorum çerçeveyle arasındaki manasız görünen ilişkiyi. Mümkün değil, beceremiyorum. Şimdi tam zamanıydı Daktilograf Selma’nın. O kesin bu vakadaki esrarı çözer, olanları kabulü mümkün bir izahata sokardı.
“Şey…Ne zamandır burada görüyorum seni. Yani hep burada…Resim sergisinin önünde ya da dantel tezgahında falan değil. Burada ve hep aynı yerde…”
Cevap vermiyor. Sanırım ürküttüm onu. Onu sevdiğimi göstermek için omzuna dokunuyorum. Köze değmişçesine irkiliyor…
“Bak…Belki biraz karmaşık geldi sana sorularım. İstersen susabilirsin…‘Sana ne’ diyebilirsin. Ama bilmeni isterim ki, sende bana ait bir şey var gibi hissediyorum.” Cümlem bitince bir de aklımdan tekrar ediyorum söylediklerimi…Hala çok sessiz…
Son bir umutla tekrar dokunuyorum omzuna. Bu kez tepki vermiyor. Bundan aldığım cesaretle soruyorum:
“ Söyle ne var baktığın yerde? Neden buradasın?”
Konuşuyor:
“Alemin alelade bir günü mü bugün?” Şimdi ne bu? Bir soru, yahut bilmece mi? Hakikaten günleri karıştırmış olabilir mi? Ne diyeceğimi bilememenin rahatsızlığı sarıyor dilimin kenarlarını. Ya bu, bir soru yahut bilmece değil de, gerçekten özel bir anlam taşıyan, şifre misali bir şeyse…Ya verdiğim cevap çok basit kalır da, beni onun karşısında talihsiz bir hale düşürürse…İçimdeki mihnet yüzüme de yansımış mıydı acaba?
“Ben…Ben ne demek istediğini anlayamadım.”
“Ruhumdaki korun yıkıntılarına sığınmak adına…”
“Ne?”
“Soruna cevap verdim.”
Cevabı bir kanara bırakıp en son ne sorduğumu hatırlamaya çalışıyorum. Evet, neden burada olduğunu sormuştum. Peki o ne cevap vermişti… “Ruhumdaki korun yıkıntılarına sığınmak adına…” Çok anlamlı geliyor bana bu söz. Sanki çok yıllar evvel duymuşum gibi hüzünlü bir tesir bırakıyor kulaklarımda.
“Ya sen? Sen neden buradasın?” diyor.
“Benim yolum buradan geçiyor. Yani kasıtlı değil, mecburi buradaki varlığım. Yalnız…İtiraf etmeliyim ki; seni gördükten sonra bu sokakta olmanın bir manası oldu. Sen ne vakittir buradaydın?”
“İnsanlık ölürken, can çekişen çiçeklerin çığlığını duydum gecenin ıslak sokaklarında. Yangın vardı…Fakat yanan ben miydim, yoksa yüreğini dağa kaldıran gölgeler mi bilemedim…Yürüdüm, burada durdum, gidemedim…”
Sesi gittikçe belirginleşen bir acı barındırıyor. Belki o bile bunun farkında değil. Biraz daha soru sorup, onu ağlatmaktan korkuyorum. Ben ağlayan insanları severim oysa…Ağlayan ben olmadıkça severim ağlayanları. İçlerindeki kansız yara iyileşiyor derim gözyaşları yanaklarından süzülürken. Hem ağlamaktan ne zarar gelir? Daha hiçbir şey bilmiyorken ağlattılardı ya bizi, ölmüş müydük?
Sormaya kıyamadığım bir şeyler geldi dilimin ucuna. Elim hala omzunda. Birkaç soruyu pas geçiyorum. Ama bunu sormam lazım:
“O boş çerçevede ne görüyorsun?”
Derin bir sessizlik…Bu dakikada anlıyorum ki; sokaktan hiçbir ses çalınmıyor kulağıma. Geçip gidenleri hatta bana çarpanları dahi görüyorum ama, ses yok. Kızla ben sanki arka görüntüsü buğulandırılıp, varlığı daha da belirginleştirilen bir obje fotoğrafı gibiyiz. Belki tomurcuğa durmuş çiseli bir erik dalı…Ne garip şeyler düşündüğümün farkına varıyorum. Aslında ben sevmem sıradan olmayan şeyler düşünmeyi. ‘Ötekileşmekten’ korkarım. Hayatın koynuna ‘başkalaşım kayası’ gibi dikilmekten…Canı sıkılanların ‘geyiği’ olmaktan korkarım. Tekrar ve daha yumuşak bir sele soruyorum:
“Ne görüyorsun baktığın yerde?”
“Yangın…Yangın, çocuk yanımın kanatlarını yakıyor tek tek.”
Yüzünü çevirmeden ellerini uzatıyor bana…Bir bebek eli kadar beyaz ve buruşuklar.
“Zamanın her bir basamağına ıslak düşlerim düştü. Bak…Şimdi avuçlarımda bir ben, bir ben daha…İçimde yeri hiç dolmayan duyguların bile saçları üşüyor.”
Elleri titriyor. Avuçlarında göstermek istediği her ne varsa bana görünmemekte direniyor olmalı. Zorlamalı mıyım? İlle de öğrenmeli miyim ne gördüğünü? Ya küserse sonra…
Susmalıyım…
Vitrinin el izleriyle dolu camına dokunuyor ve anında buharlaşıyor dokunduğu yer. Küçük hareketlerle siliyor buharı. O da ne? Çerçevede bir siluet! Hiç görmediğim ama yabancısı da olmadığım bir gölge…
Eğiliyor ve çerçeveyle aynı hizaya getiriyor yüzünü.
“Pencerenin buğusuna yaslanan gözyaşlarına anlam veremeyen yüreğim, şimdi o buğulara kendi yazgısını yazıyor anne…Kim bilir; yaşanmışlıklar, yaşanacakların rehberidir belki de. Büyürken kokunu yitirdiğim yaşamın, kırılmış aynalarında sustum anne…”
Ağlıyorum ben…Nice zamandır ilk kez…
“Küçük kız! Hadi gel kaldığın yerden büyüteyim seni. Belki…Yok, belki değil…Bu söyleyeceğim kabili mümkün olamayacak bir şey…Sana o yangını unutturamaz hiçbir şey biliyorum. Hadi bana bak. Gözlerini sileyim hiç değilse…”
Her saniye kendime bir kat daha hayret ederek bekliyorum bana dönmesini. Gözlerini siliyor ve doğruluyor. Tam yüzünü bana döneceği sırada, giydiğim onca kalın giysiyi delip omzuma sirayet eden bir soğuklukla irkiliyorum.
“Bayan…Bayan, iyi misiniz.”
Bu kalın ve kaba bir ses…İstemeyerek de olsa sesten yana çeviriyorum başımı. İşte o dakikada sokaktaki bütün mahlukatın sesi geliyor kulaklarıma. Yırtılırcasına bağıran simitçinin, dantel tezgahının başında yanındaki kadına alt komşusunu çekiştiren teyzenin ve hatta epey ilerideki sokak ressamlarının tuvallerinden gelen fırça sesini bile duyuyorum.
Karşımdaki zayıf, orta yaşlı, çökük yüzlü adam, en eskilerin ervah, biraz eskilerin ruh, yeni neslin hortlak dedikleri türden bir şey görmüşçesine bakıyor yüzüme.
“Bayan, iyi misiniz? Kusura bakmayın ama, kaç gündür gelip gidip dükkanın önünde duruyor, fotoğraflara garip garip bakıyorsunuz. Bugün yaptığınız şeyse…”
İçimden bir ses kıza bakmamı söylüyor. Pencereye konmuş bir serçeyi dahi tedirgin etmeyecek bir yavaşlıkta kızın olduğu yöne doğru döndüğümde gitmiş olduğunu görüyorum. Ürküp gitmişti benim yaralı kızım…
İçimde adama karşı büyük bir öfke kaynıyor. Oysa ben sevmem öfkeyi…Hep abuk sabuk konuşur öfkelenenler…Ben abuk sabuk konuşanları da sevmem…
“Kaçırdınız onu. O zaten korkuyordu.” diye bağırıyorum adama. Biraz daha kendimde olsam yapışıp yakasına sallayacağım biraz…
Adam daha da şaşkın bakıyor bana.
“Hanımefendi, kendinize gelin. Bu kadarı da fazla!” diye bağırıyor nihayet. “O camın önünde sizden başka kimse yoktu.”
“Bak hala konuşuyorsun! Ne yani ben aklımı mı kaçırdım? Bunu mu demek istiyorsun?”
Cevap vermesini beklemeden ağır adımlarla uzaklaşıyorum oradan. Diyeceklerinden korkuyorum belki de… Her adımda arkama dönüp vitrindeki boş çerçeveye bakıyorum. Siluet hala yerinde. O halde hayal görmüş olamam ben. Adamın simitçiye anlattıkları geliyor kulağıma:
“Abi siz de gördünüz…Camdaki gölgesiyle konuşmuyor muydu?”
...ENGİNDENİZ...
* "Hayal kızın" verdiği cevaplar, sevgili Mehtap ALTAN’ın yazılarıma yapmış olduğu yorumlardan derlenmiştir.
**Ab-u hava: İklim
YORUMLAR
Ne kadar çok yazın varmış meğer ama hep silmişsin! Vardır bir bildiğin elbet.
Çok güzeldi. İçindeki fırtınaları dillendirmişsin. Çok yoğun bir duygu bombardımanı sarıyor okuru. Zaten yorumcular da aynı fikirdeler. Ben beğendim çok.
Hele "Küçük kız! Hadi gel kaldığın yerden büyüteyim seni." demişsin ya, işte bu cümle çok yıkıcı geldi bana. Kızlarım, kızlarımın küçük halleri geldi aklıma.
Son dönem eserlerinle bariz farklar var elbet. Ama değişmeyen, değişmeyecek olan bir çekirdekse derinlere yerleşmiş duruyor. Bu hem anlatımından hem de detaylandırmandan yoğun olarak hissediliyor.
Bu yazarın kuantum parçacığı galiba.
Kalemine sağlık.
ıstanbul Üsküdar beni bu gün çok yordu sevgili Aynur birde bu yazı daha bir başka...
zihnimi bir görsen med cezir oynuyoruz...(:
akıllı kadınları hep sevimişimdir,ruhumla oynaşırlar çünkü.....sevgi,lerimle güzeldaşım....Rabbimin duası üzerine olsun ve bu arada yazdıkça büyüyorsun umarım farkındasındır...şımarmak yok ama(:
sevgiler...
şu an evvet bu yazıyı okuduktan sonra ki an içime garip bir rüzgar kanatlarını değdirdi...
saçlarıma dokunan yıldızları serdim her noktanın kati duruşuna...
kirpiklerimde bir garip huzur
yüreğimde dinmeyen bir tebessüm...
vefa... durağımın en insan demindesin bilesin....!
sevgimle...
Aynur Engindeniz
Evet çok uğraştım gece yarısından sabah ezanına kadar:)) Çok daha uzundu kısalttım.
Asıl biz sizin mana yüklü yazılarınıza hayranız. Asıl sizinkiler emek bilgi en önemlisi iman ürünü. Bundan daha güzel ne olabilir. Çalışmalarınızın hepsi bir amaca yönelik. İlham geldiği için insan için yazanlardansınız.
Çok teşekkür ederim okuduğunuz için.
Selamlar.
Aynur Engindeniz
Teşekkürler...
Sevgiler.
Merhaba Aynur Hanım;
Değişik konuları işlemeniz ve okuyanı düşünmeye yöneltmeniz güzel bir uygulama.
** Fazla devrik cümle kullanıyorsunuz. Devrik cümle, yerinde kullanıldığında yazıya doping etkisi yapar.
Çok olduğunda ise, okuyana yorgunluk verir. Cümlenin anlamını da zorlaştırır. Daha az devrik cümle
kullansanız iyi olur.
** Cümlem bitince... demişsiniz. Cümle, duygu, düşünce ve söylenenlerin yazılı halidir. Sözlerim bitince
demeniz gerekirdi.
** Konuşuyor, soruyor deyip, söylemler yine sonradan geliyor.
** Çok yıllar demişsiniz. İki çokluğu birlikte kullanmanız doğru değil.
** "Ağlıyorum ben..." demişsiniz. Ağlayan zaten sizsiniz. "Ben" gereksiz.
** Günümüz Türkçesinde kullanılan sözcükleri tercih etseniz iyi olur.
En içten duygularla başarılarınızın devamını diliyorum.
Aynur Engindeniz
Alışkanlıklar bir anda terk edilmiyor. Ama olacak:))
kalem döktürünce.....her türü su gibi akıp gidiyor....ben hep derim.....soyadı gibi....saygılar
Aynur Engindeniz
Saygılar.
Farklı bir öykü okudum ama sanki içinde sandım kendimi..Çok çok güzel derin duygular var..
tebrikler, sevgiyle kalın..
Aynur Engindeniz
Sevgiler...
Sevgili Mehtap Altan'ın yorumları bile, böylesi güzel öykü yazdıracak kalitede. Aynurcuğum, psikolojik ağırlığı olan ve sonunu merak ederek okuduğum çok güzel bir yazı.
Her iki güzel insanı da kutluyorum. İkinizin de kalemi hep yazsın. Sizden alacağımız bilgiler daha çok.
Sevgilerimle...
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim güzel arkadaşım. Bizden değil hepimiz birbirimizden çok şey öğreneceğiz. Baksana Veysel Beyin yorumuna:)) Her yazımda aynı hataları yapıyorum ama o benden hala umudu kesmemiş olacak hep aynı uyarıyı büyük bir incelik yaparak özel mesajla iletiyor bana. Ama ben burada görünmesi gerektiğine inanıyorum o eleştirilerin. Çünkü hemen hepimizde aynı hatalar var. Öğrenmek sadece benim değil herkesin hakkı.
Sevgilerimle.
Derinliği olan bir yazı. Sözcükler ehliyetli kalemlerin elinden ve böyle güzel iki yürekten geliyorsa okumak daha da bir zevk haline geliyor. Kutluyorum usta kalem. Sevgilerimle..
Aynur Engindeniz
Çünkü bende gizli duygular vardı içinde...
Teşekkür ederim. Sevgiler
Klasiği hepimiz yazıyoruz. Böyle değişik bir tarzı ve konuyu işlemek yürek işi...
O yürek ve o kalem de var sizde zaten...
Beğenilmiyecek gibi değil.
Konuda işleyişte nev-i şahsına münhasır...
selamlarımla...
Aynur Engindeniz
Farklı çalışmalar yapmak isterim hep. Bunun içinde gerçekten uğraşırım. Örneğin bu öykü çok basit gibi duruyor ama bir gecemi aldı yazmak. Bitirdiğimde sabah ezanı okunuyordu:)) Yazmak bir şey değil, yazar giderim de düşünme faslı beynimi yoran. Olayı düşünüyorum...Benden bir şeyler varsa içinde daha da zor oluyor yazmak. Dha çok düşünüyorum. Özgün olsun istiyorum. Bir cümlesi dahi birilerini çağrıştırmasın. Tabi bu her zaman mümkün olmuyor.
Teşekkür ederim desteğin için.
Saygılar..