- 851 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Hoş Bulduk Hayat
Boş bir tarlanın parsellenişi gibi bölündüm ve sonra temeller kazılıp üstüme betondan binalar dikildi. Her bir bina kat ve kat üstüne kuruldu metrelerce yükselerek ve içlerine doluştu insanlar yurt bilerek. O kadar sağlamdı ki yüreğimin depremlerle sarsılışlarında bile kıpırdamadılar yerlerinden. O kadar sağlamlardı ki duymadılar, görmediler, bilmediler acılar içerisinde evlerinin temelleri altındaki göçükleri.
Çok severim insanları ve hala çok severek yerleştiririm en yükseklere çok sevdiklerimi. Rüzgârı hissetsinler isterim pencerelerini açtıklarında, mavi gökyüzüne ulaşsınlar isterim camdan sarktıklarında ve en uzakları bile görebilsinler isterim gözlerini uzaklara çevirdiklerinde. Isınsılar isterim yüreğimin doğal kaynaklarını kullanarak her üşüdüklerinde ve yine isterim her sıcaktan bunaldıklarında serinlesinler, yapay karlarla beyaza bürünmüş gönül dağlarımda tatile çıkarak.
Onlarca kurduğum ve işletmesini sağladığım bu gökdelenler tarlasında, bir parsel vardı ki onu kimselere vermemiştim. Üzerine kimse bassın istememiştim. Etrafını kalın ve yüksek duvarlarla örüp girişine en sertten çelik kapılar koymuştum, açıldıkça önüne çıkan bir kapı daha mantığıyla. Her bir kapının on kilidi ve on kilidinde on farklı anahtarı vardı, yerlerini benim bile hatırlamamam için gözlerim kapalı okyanuslara attığım.
Kimsenin içeri giremeyeceğini bilerek huzurlu ve rahat bir hayat yaşarken bir gün “yeni evin hayırlı olsun” sözleriyle irkildim. Ne olmuş, nerde, nasıl, kim, gibi birçok garip soruyu şaşkınlıkla önce söyleyene sonra kendime sormuştum ki “bu imkânsızdı ama nasıl” diyebildim sadece.
Hemen koşarak vardım kimseleri sokmadığım hepi topu iki göz ev kurulabilecek kadar büyüklüğü olan, etrafı duvarlarla örülü, kimsenin ama kimsenin giremediği, hatta üzerinden bile geçemediği, tek gizli saklı yalnızlığımı yaşadığım gönül bahçemin önüne.
Duvarları bile kalmamıştı, sanki kökünden sökülüp götürülmüştü arkasında hiçbir iz bırakılmak istenmemiş gibi, kapıları bile yoktu her biri tonlarca ağırlığındaki. Yerine tahtadan çitler çevrilmiş ve kapısı yine çitlerle aynı renk tahtalardan, bahçesinde binlerce çiçek ve çiçeklere hiç zarar vermeden sanki en neşeli oyunlarını oynayan bir kedi ve bir köpek. Sanki bu küçük yerdeki bahçe, giriş kapısıyla görünen eve gidene kadar kilometrelerce yürünecek ve yinede varılamayacak kadar büyük görünüyordu, asıl uzaklıktan değil içindeki güzelliklerin bitip beton bir eve girmek istemeyişimdendi.
Kapıdan girip bahçenin bütün güzelliklerini ilk defa görür gibi renkli taşlardan döşenmiş yolda yavaş yavaş yürüdükçe evin yeşil boyalı duvarlarının rengi içimdeki mevsimin adını değiştiriyordu ve ilerledikçe çatıya konmuş iki küçük kuşun bir birleriyle konuşmaları daha önce duyduğum bütün şarkıların en güzeli gibiydi. İşte o an başımı yeşil duvarlardan yukarı doğru kaldırırken görmüştüm ilk defa mavi kiremitli bir evin varlığını, gökyüzü mavisi, okyanus mavisi, mavilerin en güzelleri dizilmişti üst üste ama özenle, sanki bakanın yüreğine huzur vermemesi imkânsızlaştırılmak ister gibi.
Birkaç adım daha ve tek katlı, iki büyük pencerenin ortasındaki gül desenli kabartmalarla süslenerek uçsuz bucaksız bir gül bahçesine benzeyen kapının önüne varmış ve hayranlıklar içinde şaşkınlıklarla birlikte kapıyı çalıvermiştim ve bir daha. Sanki gelişim evin camlarının gül desenli tüllerinin arkasından gözleniyormuş gibi ve gelişimin görünmesiyle kapıya koşup hemen açar gibi, gül bahçesinin kapısına vuruşlarımın sesi daha kesilmeden birden açılmıştı.
Sarayının prensesi gibi giyinmiş, yüzü en güzel gülümseme makyajlarıyla süslemiş, gözlerine yıldızlar sürülmüş, kulaklarına küçük ay ışığı küpeleri takılmış, saçları sanki güneşle yıkanıp güller takılmış, boynuna çiçeklerle işlenmiş zincirle bağlı çok tanıdık bir kalp asılmış ve sesini de mutluluk sarmış neşe gibi “HOŞ GELDİN HAYAT” demişti bir kadın.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.