- 785 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
GÖNLÜ İLE GÖRENLER
Anadolu’da kurak kerpiç damlı bir köy. Vakit, akşam ezanı, mevsim kış öncesi. Günlük işlerini bitirmiş, sıradan bir gecenin koynunda birbirine yaslanmış , neredeyse birbirinin aynı yaşta ve fukaralıkta evler.Çamurlu, taşlı , dar yollarda ve evlerde sessizliği sadece evler kadar birbirine benzeyen , şımarık, üç beş köpek havlaması bozmakta.Köyün kıyısıda kurulduğu yol ise gelen gidenleri çoktan uğurlamış, kenarındaki lambaların ışığı gibi ölgün ve loş.
Evlerin içinde her akşam tekrarlanan bildik yemek telaşı. Yer sofralarında çorbası, yufka ekmekleri, bir kaç baş yumruklanmış soğan, bir tas yoğurt. Ev ahalisi huzur ve şükürde, Başlarında damları, evlatları, ataları hep bir arada, Davarları, tavukları sağ salim. Tarlalarındaki emekleri de selsen, dondan heba olmamış bu sene . Eh, baca tütüyor, çorba da kaynıyor ya huzur, hamd ve şükür için kul daha ne ister. Geriye bir besmele ile başlanan yemekten, hamdolsun ile kalkmak. Sonra şimdiden hazır çay, sonra sabah ezanına dek yorgunluğu alıp gidecek uyku.
Köyün evleri, düzeni , o evlerdeki hayatlar da birbirinin aynı. Günler sadece doğum ve ölümle değişir, bir de mevsimlerle. O da Allahtan.
Yol kenarıda iki gözlü bir evde de sessiz akşam telaşı var. İki pencereden biri kör, diğerinde soluk bir ışık. Odada, genç kadın sofrasını kurmuş, alışımamış bir telaşı var. Her günden çabuk hareketleri.
Adam biliyor, bu gece gidecek karısı O hayırsıza. Daha yazın ilk günlerinde anlamıştı . Hani bir gece, uyudu sanmıştı da kocasını, usulca süzülüp yataktan, çıkıvermişti kapıdan. Saatler sonra nefes nefese yatağa girmışti; Görmeyen gözlerinin yerine burnuna çarpan cigara kokusundan anlamıştı ilk kez. Yüreği burkulmuş, içi yanmıştı ama susmuştu dili. Belki demişti belki yanıldı benim burnum ve de iç sesim...
Sonra, "’Yok "demişti" Beni bırakmaz, bunca yıl elim kolum oldu, en önemlişi de görmeyen gözlerim, O olmasa sefil olacağımı bilir."
O geceler tekrar edince de " Gençtir, yıllardır kahrımı çekip durur." diye düşünmüştü. Kendine yakıştıramamıştı ama seven gönlünü susturmuş " O da sevmeli ,Onun da hakkıdır" bile demişti utangaçca.
Aylardır, bu tedirginlikle bekliyordu. Bu sabah Odaya dolan lavanta ve sabun kokusu ile uyanmıştı. Odayı dinledi önce, karısının ezberlediği hareketlerine , açılıp kapanan sandığın ve yüklüğün sesini duyunca ..... Anlamıştı, bu akşam gidecekti kadını.
Şimdi tek derdi vardı adamın, ya o hayırsız, kadınına vefasızlık eder de ortada bırakırsa.. Ne de olsa yılların hakkı vardı üzerinde. Onu bırakıp gitse de sonraki yaşantısında kadınının mutlu olmasını isterdi. Nasıl ki O kadın , kendisine çocuk gibi bakmıştı şikayetsiz. Gönlünün sahibi için, hiç birşey beklemeden ne lazımsa onu yapmalıydı.... O sabah el yordamı ile de olsa kendince tedbirini almıştı sessizce karısından habersiz.
Bütün bunları düşünürken, yemekleri de bitmişti. Kadın yine telaşla sofrayı topladı, Kocasını temizleyip giydirdi ve yatırdı yerine her günkü gibi.
Adam, üstüne yorganı örten kadının eline içi yanarak bir öpücük kondurdu. Yan dönerek yüzünü, duvara döndü. Çiçek hastalığının aldığı kapalı gözlerinden iki damla yaş süzüldü yastığa. " Allah yolunu açık etsin, hakkını helal et, benim hakkımsa çoktan helal" diye mırıldandı. Hep kapalı gözlerıni içindeki sızıya ve karanlığa yumdu.
Kadın, kocasının uyuduğunu kıpırtısızlığından anladı, mantosunu ve ayakkabılarını giydi.Sabah gelenler eve rahat girsin diye kapının arasına bir parça odun sıkıştırıp, geceye doğru süzüldü.
İlk adımında sağ topuğuna, ayakkabısının tabanından birşeyler battı. bakmadı, acele yola çıkmalıydı. Sevdiği bekliyordu, otobüs saati de gelmişti. Seke seke koştu bır süre. Virajdan köy otobüsü göründüğünde lambanın altındaki sigara ateşini az sonra da Onu gördü. İçinde ılık bir şeyler kıpırdandı. Ne de çok sevmişti. Hiç beklemezken. Yoksa gidermiydi hiç bilinmez günlere ? Hiç bırakır mıyHiçbirşeyi olamadıysa bir çift gözü olduğu o ömrü çileli, gönlü sefalı adamı bir başına sahipsiz.
Kolundan tuttu önce adamın"geldim işte " dedi " geldim, sonunda seninim." Adam beklediği sıcaklıkta olmasada " hoşgeldin" dedi. Bindiler otobüse el ele. Arkadaki koltuklardan ikisine oturdular. Otobüs hareket ederken kadın son kez baktı ardına. O an hatırladı topuğundaki acıyı. Elini uzattı ayakkabısını çıkardı. Topuğunda katlanmış, özenle bastırılırak inceltilmiş, bir tomarı buldu elleri. Otobüsün karanlığında, adama göstermeden, aceleyle göğsüne soktu.
Anladı ki kocası sezmişti herşeyi. Biliyordu gideceğini. O koskoca yüreğiyle kadını, namerde muhtaç olmasın diye kendince almıştı tedbirini. O’na da bu yakışırdı. Çünkü O bir ozandı, O Aşık Veysel’di.
Sayın Sunay Akın’ın anlattığı bir söyleşideki bir cümleden esinlenilmiştir..
YORUMLAR
Çok güzel olmuş öykü. Üzerinde biraz daha çalışmanızı rica edebilir miyim. Betimlemelerle zenginleşirse çok daha iyi olacağı kanaatindeyim. Evin duvarlarını, odaların dizilişi, giderken gıcırdayan yerdeki dizemeler... Çok güzel bir hayal dünyanız var belli ki devamı gelmeli diye düşünüyorum. Selam ve sevgiyle...
Evet, Samsun'un Bafra ilçesinde bir adamcağız bana başka bir hikaye anlatmıştı. Kaçıncı hanımı olduğunu bilmiyorum ama, kaçırdığında onlara misafir getirdiğini ve günlerce kaldığını söylemişti.Adam bu olayı hayatının en mutlu günleri olarak kabul ediyordu.
Veysel'i benim tanımamsa, öldüğü gün oldu.Türkçe öğretmenimiz Cengiz YILMAZ ortaokul sıraları birgün derse geldi ve çok üzgün olduğunu söyleyerek, ders yapmayacağını, bugün bizlere Aşık Veysel'i anlatacağını söyledi ve uzunca Veysel Baba dinledik ogün.
Sizin hikaye başka kapılar araladı...Güzeldi Hocam.Yürekten kutlaıdm.Selam,saygı...