İFFET ORAL'LA SÖYLEŞİ
YILMAZ YILMAZ | Edebistan Söyleşileri
İffet Oral ile söyleşi…
SON DİLEK
Hüzün satarım, var mı alan?
İffet Hanım ile hem kitabı hakkında
hem hüzün hakkında hem öykü evreni hakkında konuştuk.
İffet Oral ilk kitabı Son Dilek ile okurlarının huzuruna çıktı. Hüznü teneffüs etmiş, hüzünle dolu öyküler var bu kitapta. Elbette ki öykülerin ana konusu hüzün değil ama tıpkı hayatta olduğu gibi yanımızdan bucağımızdan bulaşıveriyorsak hüzne ya da her defasından o gelip buluyorsa bizi… İffet Oral öykülerini en güzel ifade edecek kelime bu olsa gerektir: Hüzün…
İffet Hanım ile hem kitabı hakkında hem hüzün hakkında hem öykü evreni hakkında konuştuk.
-İffet Hanım kısaca kendinizi tanıtabilir misinizDünya Bizim okurlarına? Kimdir İffet Oral?
-Edebiyatla ilgisi yönüyle tanımlarsak yazmaya geç başlamanın burukluğunu yaşayan biri. Onun dışında iki gencin annesi, eş, öğretmen.
-İlk öykü kitabı biraz geç mi geldi? Neden daha önce kitaplaştırmadınız öykülerinizi?
-Kitabım “Son Dilek” 2009 Mart’ta çıktı. Aslında yazıyla aktif olarak ilgilenmemden iki sene sonra çıkması göz önüne alınırsa geç değil. Fakat benim zaten yazıya geç başlamamdan kitap da geç geldi.
-Ne zamandır öykü yazıyorsunuz?
-Öykü içten içe hep vardı. Çocukluğumdan beri. İnsanları hayvanları daha doğrusu varlığı gözlemeyi adeta huy edinmişimdir. Etrafta olanları seyretmek, dinlemek, koklamak… Başkalarının göremediklerini görmek… Onlardaki detayları keşfetmek, benim için vazgeçilmezdir. Bütün bunları yazıya dökmeye başlayınca öykü ortaya çıkıyor.
Yazdıklarımın elle tutulur hâle gelmesi. 2007’de Libadiye Öğretmenler Derneğinde Yazarlık kursuna gitmemle başladı. Orada “yazma sebebimiz, yazdıklarımızın okunabileceği, yayımlanabileceği ” konusunda ümit açıcı çalışmalar, seminerlerde tanıştığımız yazar çevresi bizi yazıya ısındırdı. Ardından ilk Serinselvi –e dergide ve Edebistan’da öykülerin yayımlanması cesaretimi artırdı. Daha sonra Yağmur, Ay Vakti ve Dergâh’ta öykülerim yayımlandı. Yazılı basında öykülerimin çıkması beni inanılmaz ölçüde yazmaya heveslendirdi. Ardından da kitap geldi.
-Öyküleriniz farklı konularda olsa da ortak nokta hep aynı: hüzün… Neden hüzün? Hayat bu kadar hüznü kaldırır mı?
-Ben öykülere hüzün hâkim olduğu fikrinde değilim. İlk anda hüzün öne çıkıyor olabilir. Ama öykünün kıyısında köşesinde bölük pörçük de olsa sevinçler, mutluluklar gizli. Bunu biraz da okuyanın irdeleyip bulması gerekiyor. Tıpkı hayatta olduğu gibi mutluluğu yakalamak için herkesin kendi çapına göre bir gayreti gerekiyor. Bazen bizi günlerce yakıp kavuran bir olay ardında beklenmedik güzellikleri gizleyebiliyor. Bu yönüyle bakarsak hayat tam bir denge üzerine kurulu. Ne hep hüzün ne de mutluluk. Benim öykülerde de böyle. Hüzün kaplı sandığımız bir olaya biraz daha geniş açıdan baktığımızda aslında sürpriz sevinçlerin kapısının açıldığı görülüyor.
-Yurtdışında bir üniversitede ders verdiniz. Oralarda da böyle hüzünlü mü hayat?
-Yurtdışı benim için büyük tecrübeye sebep oldu. İnsana bakışım daha bir genişledi, renklendi. İnsan her yerde insan. Hüzün de insana ait bir özellik olunca yer pek fark etmiyor. Aynı dili konuşmasanız da yaratanın verdiği ortak dili –gönül dilinizi konuşturunca girilmeyecek kalp kalmıyor.İnsanları kabuklarından sıyırıp salt insan olması hasebiyle gördüğünüz de ummadığınız muhabbetlerin kapısı açılıveriyor.
-Öyküleriniz Dergâh, Ay Vakti gibi dergilerde yayınlandı; ancak siz aynı zamanda internet üzerinden de öykülerinizi yayınlıyorsunuz. İnternette yayınlanan öykülerin okura ulaşılır olduğunu düşünüyor musunuz? İnternet edebiyatı hakkında ne söylerisiniz?
-İnternet ve edebiyatı tabi seyrinde ilerliyor. Bence olsun mu olmasın mı diye tartışmak gereksiz. Aksine yazıyla ilgilenenler açısından, hemen ulaşmak bakımından avantaj. Fakat internet ortamının genişliği ve denetimsizliği düşünülürse internet edebiyatını takip etmek için kişinin epey bir donanımlı olması gerekiyor.
Okura, daha çok okura ulaştığına inanıyorum. Tabi Yazılı basına alternatif olduğu anlamına gelmez. Onun yeri başka. Yazımızın –e dergide değil de yazılı basında çıkması çok daha önemlidir.
-Başucu kitaplarınız nelerdir?
-Başucumda, yanımda, çantamda, mutfakta kitaplarım hep hazırdır. Hepsinin arasında muhakkak bir kâğıt, bir kurşun kalem…
Kırık Mızrap, Gurbet Hikâyeleri, Elif Şafak, Sadık Yalsızuçanlar… Bazılarını danışmak için bazılarından öğrenmek, zihnen beslenmek için döne döne okurum.
Ayrıca ruhen ihtiyaç hissettiğim vakitlerde hadisleri, Mesneviyi, Yunus’u sindirerek okurum. Sözlük okumaları yaparım. Bu çalışmalar yazıya hiç umulmadık yerde aksediyor. Zihin neyle doldurulursa kâğıda da onlar yansıyor.
-Bir öykünün yazıya dökülmesi başından itibaren nasıl bir seyir takip ediyor?
-İnsanın ya da varlığın olduğu her yerde bir öykü muhakkak vardır. Ancak bakıp görülmeyi, duyulmayı bekler. Etrafınıza bakarken yaratanın bir eserine baktığımızı unutmadığımızda baktığımız her şey apayrı bir değer kazanıyor. Bir taş, bir deniz kabuğu, ağaçtan düşen kurumuş bir yaprak her şeyin size fısıldayacakları vardır. Etkilendiğiniz bir söz, bakış peşinize takılır sizle gelir. Sonunda kendini yazdırmak için sizi zorlar. İlk anda çalakalem her şey kâğıda dökülür. Kişiler, mekân yazdıkça sizden birer parça haline gelir. Günlerce aylarca yazıyla gizli gizli buluşursunuz. O kadar ki her gittiğiniz her yerde sizinledir. Konuştuğunuz kişilerde, gezdiğiniz yerlerde kendini gösterir. Bir zaman sonra sizinle dolaşmaktan vazgeçer. Burada öykü sonuç bölümünü yazdırır. Artık sizden ayrılır dosyada yerini alır.