Duygudaşlık
Duygudaşlık
Mevlana ne güzel anlatır insanı…
“beni bir ben bilirim birde yaradan. bana bir ben lazım birde anlayan’. Mevlana.”
“Empati, bir insanın, kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlamasıdır. Basit gibi gözüken bu tanımın gerisinde pek çok kuramsal öğe bulunmaktadır ve belki de bu yüzden sözkonusu tanıma ulaşılması oldukça zaman almıştır. Günümüzde "empati" denildiğinde akla Carl Rogers ve onun konuya ilişkin çalışmaları gelir. Psikoterapi alanında empatik iletişim kurma becerisiyle ünlenmiş Rogers’ ın adı ile empati kavramı adeta özdeş hale gelmiştir. Bir kişinin kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak olaylara onun bakış açısıyla bakması, o kişinin duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlaması, hissetmesi ve bu durumu ona iletmesi sürecine "empati" adı verilir.
Her insan gerek kendisini gerek çevresini, kendisine özgü bir biçimde algılar; bu algısal yaşantı özneldir (subjektiftir); kişiye özgüdür. Yani her insan dünyaya, kendine özgü bir bakış tarzıyla bakar. Eğer bir insanı anlamak istiyorsak, dünyaya onun bakış tarzıyla bakmalı, gerçekleştirmek için de empati kurmak istediğimiz kişinin rolüne girmeli, onun yerine geçerek adeta olaylara onun gözlüklerinin gerisinden bakmalıyız.”
Hepimiz çok iyi biliyoruz ki; madden verdiğimiz, aldığımız sürece çok iyi dostuz, çok iyi arkadaşız hatta bulunmaz, inanılmaz derecede iyi yürekli, eşsiz varlıklarız amma bir gün veremediğimizde, alamadığımızda, gülken diken, melekken şeytan, kuzuyken kurt oluveririz...Atalar hiç bir sözü boşa söylememişler ve o sözler bu güne boşa süregelmemiş, yine de ders çıkartanlarımız az olmuş bu sözlerden..
Aslında bulunduğumuz yönden daima karşı yöne bakmışız, hal bu ki bakışımızı genişletmeyi, yani bir çok yönden bakmayı “EMPATİ” kurmayı başarabilsek sanırım derslerden geçeceğiz..
Tecrübelerimin bana öğrettiği şu ki;birine "DOST" diyebilmek için bir süreçten geçmemiz gerekli, önce tanış, sonra arkadaş ve daha sonra verilen emek, sevgi, duyulan güven karşılığında ancak "DOST" diyebilmeliyiz."DOST" dediğimiz kişileri de ayrı tutmalıyız diğer kişilerden."HERKES”LE aynı tuttuğumuzdaysa bu kelimenin hakkını vermediğimiz, sadece madde, çıkar ilişkileri nedeniyle kurduğumuz ilişki dışına çıkmadığımız görülür ne yazık ki..!
Ardından başlarız serzenişlere, dost kazığı vesaire gibi sözlerle...
Bu konu hakkında elbette yazılacaklar bitmez ama yalnızlıktan korkmadan, dış dünyadan kopmadan, bir iç dünyamız olduğunu bilmek ve huzur denizine yelken açmak..!!
(Sanırım zaman zaman yaptığım bu yolculuk bana iyi geliyor..)
Sevdikçe çoğalıyorsun, çoğaldıkça da yalnızlığa demirliyorsun ve
ötelediğin hayal tutuklularını gördükçe de korkuların başlıyor.
Kocaman sevgi hanendeki bu kalabalıklara en güzel ikramlarda bulunuyorsun, yüreğine ve konukseverliğine güvenen bu insanlar; yaslayıp sırtlarını sevgi duvarına en olmaz istekleri sıralıyorlar artarda, sundukça da azalıyorsun.
Bunca kalabalık arasında bu yalnızlıklar niye? Bazen bir çok kişi arasındayken bile sadece kalbinin ritmini yada nefesinin sesi değil midir duyumsadığımız?
Bir başınalığını hatırlatır hatta kendine dokunma ihtiyacı duyacak kadar yalnızızdır çoğu kez.
Zaman alıp başını gider ve sadece sürüklenirsin ardından. Bu devinim sırasında bir sigara içimliği verdiğin molada ise yaşama uyumsuzluk mesafeleri gittikçe açılır ve depresyon prangaları dolanmış ayaklarınla yetişmeye çabalarsın durmaksızın.
Nereye kadar?
Yollar nereye yürüdüğünü bilmeyenlerle dolu, engebelere takılan bir sürü yorgun insan, yılgın sürünen adımlar, birilerinin rüzgarında sürüklenenler ve başka yolun olmadığına inananlar.
Dayanılması zor bu sessizlikte , ipi salınmış eski ahşap bir sandal gibi sürüklenmeler..
( Ya sen yakışmıyorsundur bu denize , ya da denize bu dinginlik. )
Monotonluğun döndüğü bir topaç çevrimindeki çizgide yaşam.Arada tekrarlar yeniden, hiç bir iz bırakmadan geride.
Her defasında yeni bir döngü beklentisinde çocuk yanın...
(Ah yanılgılar büyüyen sadece..)
Satır satır, dize dize, ezber alışkanlıklar; bıkmadan usanmadan okunan, uyum yasalarına bağlılık, gayrı resmi olduğunu bildiğimiz halde, körü körüne.
Oysa bir şans değil mi milyonlarca kardeşin arasından seçilip dünyaya gelişimiz?
Umutları doğurmak ve aralıksız emzirmek gün batımına dek, Ay yoksunu geceler katlederken ak sütümüzle beslediğimiz bebeleri, uykuya hasret gözlerimizden akarken yaş yerine kan, yine de durmaksızın üretmek. Hüzünleri gömmek karayağız geceye, sevinçleri doğurmak her yeni güne...
Öyle zengin ki sevgi hazinemiz, günbatımı kızıllığı yakıyorken denizi, gamzelerimizde biriktirmek ötelerdeki güzellikleri.Zamanın ağır döngüsünde sabrın çengeline asıyorken acılarımızı , sadece burukluğunu içmek yakamoz seyrindeki ışıltılarda..
Mevlana’yla başladık, yine onun anlatımıyla noktalayalım yazımızı..
“Canında bir can var/ O canı ara../ Beden dağında bir mücevher var/
O mücevherin madenini ara/ A yürüyüp giden Sufi!/ Gücün yeterse ara
Ama aradığını, / Dışarıda değil kendinde ara…/ Madendeki inciyi aradıkça
Madensin../ Ekmek lokmasına heves ettikçe/ Ekmeksin..
Şu kapalı sözü anlarsan, / Anlarsın her şeyi…/ Neyi arıyorsan/ “O” sun sen! “
Belki de ulaşılmak istenen hedef değil; arayışın kendisi, yolculuğu anlamlı kılan..”
Kısaca ;
Önce kendimizi sevmek, başkalarını sevebilmek için..!
Önce kendimizi anlamak, başkalarını anlayabilmek için.!
Dostsuz ve sevgisiz kalmamanız dileğimle…
Figen Yarar
( Adalı)
20 Mart-2011
YORUMLAR
NE KADAR İÇTEN VE HERKESE LAZIM BİR YAZI. ALDI GÖTÜRDÜ BENİ DÜŞÜNCELERİN EN DERİNİNE. OYSA NE KADAR DA BASİT YALNIZ KALMAMAK KALABALIK ARASINDA. SADECE BİR DİLİM SEVGİ, BİR DAMLA ANLAYIŞ, BİR KAŞIK İNSANİYET VE HEPSİNİ KARIŞTIRIP TÜM İNSANLARA SUNMAK ANLAMAK, ANLAŞILMAK, SEVİLMEK İÇİN KÜÇÜCÜK BİR TABAK. SAYGILARIMLA GÜZEL YAZAR.