- 1665 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Budişt Keşişleri, Ezan Sesleri
Hiçbir şey, sonunu tam belli etmiyor ona yaklaşırken. İpuçları, dışarıdan belli belirsiz kendini gösterirken; insan daima istediği gibi yoruyor bu ipuçlarını.
Son zamanlarda birbiri ardına kayıplar yaşıyoruz. Kıvırcık Ali, ters bir virajda elveda derken bize; Defne Joy’un zamansız, sırasız ve hazırlıksız ölümü ile sarsıldık. Koca bir çınar, son deminde bile terk etmeden siyasetteki koltuğunu; sessiz sedasız bir şekilde kayıp gitti aramızdan.
Biz bu bireysel vedalarla iç dünyamızı ebedi olana koşullandırırken Japonya da yerle yeksan oluyor; doğa, tüm kudretini biz fanilere bir kez daha gösteriyordu. Herkes, bir büyük yazgının içine sürükleniyor ve yaşamak ya da yaşamamak arasında seçim yapamamanın kadere dair yeni anlamlarını keşfediyor olmalarını seyrediyorduk biz de. Bu ne içler acısı bir durumdu böyle? Dalgalara savrulmuş binlerce araç, insanlar, yollar, viyadükler, binalar…
Ve daha evvelki gün yılların ses sanatçısı, milyonların sevgilisi İbrahim Tatlıses, kalleş kurşunlara hedef oluyordu. İyileşmesi için yaralarını umursamayıncaya değin uyuması gerekiyordu.
Hiçbir şey için gerçekten değmiyor dostlarım, hiçbir şeyin garantisi yok. Dün imparator olanlar bugün küçük bir fiskeyle darma-duman olabiliyorlar. Dün Firavun saraylarında at koşturanlar bugün topraklarından kovulabiliyorlar. Dün sevdiğine methiyeler düzen düşman olup düşmanlık edebiliyor. Hâsılı “hâsılım yok seni sevmekten gamdan, kederden gayrı” der, büyük şair Fuzuli. Biz de dünya-lık- için yapışırken bir şeylere aslında alacağımızın bir “hiç” olacağını bilmeliyiz, nihayetinde.
Dünya, giderek güven vermiyor insana. Sanki kesin vedaya yaklaşıyor gibiyiz süratle. Maya takvimi ne derece doğrudur, bilinmez ama Dünyanın bizi ağırlamakta eskisi kadar konukperver olmadığı kesin. Ne suyumuz eski su, ne havamız eskisi gibi berrak ne güneş adam gibi ısıtıyor içimizi.
Bir tür intikam sanki bu. Öyle ya biz ne yaptık ki güzel bir konukperverliği hak etmek için? Yaratılan hangi şeye hak ettiği saygıyı gösterdik? Buğday başağına mı, ispinoz sesine mi, gül yaprağına mı, çam reçinesine mi? Hangi dere suyunun kenarını bencilce sahiplenmeden kutsadık, hangi ağacı sırf tabiata hizmet etmiş olmak için suladık, korumaya çalıştık?
Ektiğimizi biçiyoruz bir yerde? Enola Gay’ ların dehşetini yaşattık ağaçlara, kuşlara, karıncalara ve hamile kadınlara. İki dünya savaşında on milyonun üzerinde cana kıydık. Devlet düzenlerini terörize ettik, terörü düzenli devletlere karşı silahlandırdık.
Türkiye’nin iç siyasetinde ak mı kazanacak kara mı, tartışıp duralım. Dünya bambaşka sinyaller gönderiyor algısı açık olanlar için. Başka bir yerde saf tutmak için –yer bulmak için demeliyim belki de- daha ne kadar bekleyeceksiniz, der gibi bir sinyal bu.
—İhtiyacınız olan şey, bu değil, der gibi,
—Sizi kurtaracak olanı fark etmiyorsunuz daha, der gibi…
Bıraktım bir sürü şeyi. Bu sinyalleri iyi okumaya veriyorum kendimi bu ara. Bakarsınız üç vakte kadar ya bir manastıra kapatmışım kendimi yahut turuncu kıyafetler ve saçsız halimle bir Budist keşişine dönüşmüşüm.
Gene mi yanlış algıladım sinyalleri acaba? Sahi bu ezan sesi neye çağırıyordu bizi?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.