- 1065 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TAKLİTLERİNDEN SAKININIZ/ Farklılık Varoluşun Doğasında Mevcuttur…
Benlik vicdan sesinden koptuğunda, bilincini ve aklını belirlenen normların içine hapsettiğinde başlar sonu gelmeyen düşünsel yolculuklar. Devlet kanalı ile standartlaştırılmış, belirli kalıplara sokulmuş özgürlük, artık bireysel hak çerçevesinde aranır. Ve ilk yıkımlar… Etik anlayışa sığdıramadığımız talepler şeklinde de baktığımız aynadan bize yansır.
Ahlak bilincinin zayıfladığını ve yerini bireysel arayışlara bıraktığını görmek, suç potansiyelinin artışına eş değer bir tabloya tanıklık etmek gibi bir şey.
Oysa bazı kavramlar bize çok şey anlam ifade etse de tek başına gezerlik bu kavramları anlam olarak merkezinden uzaklaştırmakta. Mesela siz birey olarak ne kadar etik davranışlarda bulunursanız bulunun toplum etiğinin bunu taşımadığı haller mevcuttur ya da BİREYSEL ÖZGÜRLÜK TOPLUMSAL ÖZGÜRLÜĞE DENK DÜŞMEZ hiçbir zaman.
Bunun temelinde insana ait bazı değerlerin kurumsallaştırılamadığıdır. İnsanlar bir yandan örgütlenmeye giderken ve buna meyilliyken diğer tarafta buna her zaman aykırı bir duruşu da bünyesinde barındırmaktadır. İşte bu diğer taraf dediğimiz iç benlikte insana istemediği hiçbir şeyi yaptıramazsınız. Bunun için önce doğruluğuna inanması gerekmektedir. Ve insanı, bireysel alanına müdahale etmediğiniz sürece örgüt bilincinde tutabilirsiniz.
Hemen hemen toplumu ilgilendiren her alan için geçerlidir bu. Mesela toplumun benimsediği bir din anlayışına ait hissetse bile kişi kendini bu inancını sadece kendi iç benliğinin ona söylediği kadarıyla ve şekliyle yaşar. Bununla başkalarını etkileme girişimi ise dış benliğin bir getirisidir. Gerek sosyal statü, gerek menfaat dürtüsü dış benlikte ortaya çıkar. İnsandaki iç ve dış kavramı sürekli bir çatışma halindedir. İç benliği harekete geçiren ise dış benliğin baskın hale gelmesi durumudur. İçsel yolculuk dediğimiz öze dönme, aynı bünyede çoklu kimlik kargaşaları bunun sonucudur. Baskın çıkan dış benliğin sunuları cazip hale gelmiş, iç benliğimiz gölgede kalmıştır.
Bir benzetme yapacak olursak bu noktada iç benlik içimizde her zaman kapıları açık olan sanatoryuma sığınmıştır. Yara almıştır çünkü. İstemediklerini yapar, söylemediklerini söyler, inanmadıklarına onay verir konuma gelmiştir. Dış benlik hâkimiyetinde kamulaşmış, örgüt bilincinin ve şartlarının uzantısı haline gelmiştir.
Dünyaya ilk geliş her anlamda çıplaktır. İnsan sonradan giyinir. Onu toplum kriterleri ve şartları donanımlı hale getirir. Siz hiç asker ya da doktor ya da hırsız doğan gördünüz mü? Kimse fahişe olarak doğmaz, terörist olarak dünyaya gelmez. İnsanların dünyaya geliş şekilleri cinsiyetleriyle anılır. Kadın ya da erkek. Bunun dışında bir üçüncü rol hep vardır. Bunlar da cinsiyetlerinin farkına sonradan varan, toplumun kendilerine giydirdiği elbiseye uymayan eşcinsellerdir. Bu da doğmadan önceki gelişim sürecinde belirlenen fakat şekillenmesi zaman alan bir durumdur.
Toplumun dayattığı değerler ve sunduğu şartlar doğrultusunda dış benlik kendini şekiller.
İç benlik ve dış benlik. İkisini de eğiten normlar aynıdır oysa. Toplumun etik kuralları, dini inançları ve siyasi normlar. Fakat öyle bir kriter vardır ki dış benliği besleyen iç benlikle yol ayırımına düşer bu noktada. Materyal edinimler. Yani maddesellik.
İç benlikte iyi ve kötü mücadele ederken dış benliğin kavgası var ile yok arasında büyümektedir.
Bu kavgalar büyüdükçe şartlar ağırlaşır. İkisini birbirine bağlayan da, birbirinden ayıran da çok ince ama keskin bir çizgidir. Aslında bunu arkasını daima gördüğümüz fakat ulaşamadığımız şeffaf bir duvara benzetebiliriz. Ve bu ayrım taraflardan birinin ağır basması gibi bir sonuca varır. Hiçbir zaman eşit değildir burada mizan.
Bu tahlilden yola çıkarak “ham insan”, “olgun insan” modellerini geliştirebiliriz.
HAM İNSAN, iç benliğin sanatoryuma sığınmasıyla dış benliğin kendine daha büyük bir hareket alanı sağlamasına fırsat veren kişilerdir. Maddeselliğin, şekilciliğin ve görselliğin ön plana çıkışıdır bu. Adeta büyük bir gösteri yapıyordur alternatifler. Gözler kamaşıyor, ışıklı neonlar yanıp sönüyor, havai fişekler patlıyordur. Büyüsüne kapılmak an meselesidir albenilerin.
OLGUN İNSAN ise, dış benliğin içe, iç benliğin ise dışa doğru yolculuk yapmasından kendini nemalandıranlardır. Bu insanlar önce kendi seslerini duyup bu sesi büyütme yoluna gitmenin çarelerini ararlar. İçe doğru büyürken dışarıyı aydınlatmak gibi bir durumdur bu. Işık kuvvetlidir çünkü.
İç ya da dış benlik. Etkileşimde oldukları aktörler aynı, etkileşim alanları farklıysa, bunları ortak noktada buluşturmak için neler yapılabilir? Asıl sorumuz bu sanırım. Şimdiye kadar kaleme alınanlar bu sorunun yanıtına ışık tutmak adına yapılan tespitlerdir.
Toplumsal normların tek tip, insan benliklerinin farklı olduğu örgütlenmelerde (kurumsallaşma, devlet…) bunları aynı çizgide ve dengede tutmak düzenlenecek gerek etik, gerek yasal, gerek dini, gerekse siyasi normların sağlam temellere oturtulmuş olması ile mümkündür. Herkese göre farklılık gösteren doğru-yanlış, güzel-çirkin kavramları ortak kurallar çerçevesinde aktörlüğe soyunmalıdır.
Birçok kişi hırsızlık yapar fakat herkesin çalma nedeni farklıdır. Biri şartlarını üst düzeye taşımak için çalarken bir diğeri zorunlu bir ihtiyaç doğrultusunda yapar bu işi. Bir diğeri ise çalışmayı sevmediğinden yaparken, öteki çalışmak için iş bulamadığından soyunur bu eyleme. Yani eylem aynıdır, “çalmak” fakat nedenleri farklık göstermektedir.
Cinayetin ağırlaştırıcı sebepleri olduğu gibi hafifletici sebepleri de vardır. Ya da tamamen cezadan muaf halleri. Oysa hepsinde de eylem yine aynıdır. “öldürmek”.biri kalkmış namus cinayeti işlemiştir, bir diğeri kendini müdafaa için. Eylem öldürmekse savaş esnasında yapılan da aynı eylemdir, idam cezasında da.
Her çocuk yaramazlık yapar. Mesele yaramazlık yapan çocuğu her annenin dövüp dövmediğidir. Ya da ağlayan bir çocuğu susturmaktan önemlidir neden ağladığını bilmek. Çünkü bu noktada çözüm daha kolaydır ve somutlaşır.
Yani bana göre suçu temsil eden haller ya da eyleme sebebiyet veren haller bir diğerine göre aynı yer isabet etmeyebilir. İnsanların buluştuğu ortak noktalar her zaman mevcuttur fakat bu noktalarda sıkıntıya düşmez zaten örgütlenmeler. Ötekileştiğimiz ya da ötekileştirdiğimiz noktaların ortak paydasını bulmaktır önemli olan. İnsanlar tek dil, tek din, tek siyasette buluşamadıkları gibi tek tip doğru ve yanlışlarda da buluşamayabilirler.
FARKLILIK VAROLUŞUN DOĞASINDA MEVCUTTUR.
O nedenle etik normların oluşturulmasında, yasal kuralların düzenlenmesinde tek sesin yarattığı detone bir koro değil, çok sesin yarattığı tek seslilik hakim olmalıdır.
Çoğu zaman yaşanmışlıklardan yola çıkarak kendini hissettiren etik kurallar, kamusallaşmış insanların azınlığının bir araya gelerek oluşturduğu yasal düzenlemelerle desteklenerek insan hayatına sunulmaktadır. Bu yasal dayatmaların başarılı olabilmesi, yukarıda anılan azınlığa tek tip zihniyetlerin değil çok tip zihniyetlerin hakim olmasıyla mümkündür. Çünkü kendi örgütlenme alanına hükmeden her zihniyet yasallaşmadığı ya da yasal düzenlemelerde kendine yer bulmadığı bütün hallerde suç unsuru olarak karşımıza çıkacaktır. Aristokrat bir anlayışla karamelize edilen yasal düzen ne kadar ayakta tutabilir ki dengeleri? İşçinin alınmadığı azınlık ne kadar savunabilir ki işçilerin hakkını ya da bir eşcinselin sorunlarına ne boyutta çözüm üretebilir? Köylünün, esnafın, işsizin, kadının, öğrencinin, fahişenin, vs. vs.
Mümkün müdür sizden farklı dil ile konuşanın sorunlarını taşımak düzenlemeye, ya da din farkı yaşayanların, farklı etnik kökenlerde buluşanların, Göçmenlerin, yabancı uyruklu olanların…
Yani ÇOK YÖNLÜ BİR AZINLIK TEK YÖNLÜ BİR ÇOĞUNLUĞA DÖNÜŞMELİDİR.
Nasıl?
Rol ayrımı yapmadan, esas oyuncu ya da figüran demeden insanlara repliklerini söyleme hakkı tanıyarak ve bunu yasal düzenlemelerle illegal olmaktan çıkararak. Bunun içinde o sesleri dinlemek gerekir, dinlemekten öte sorumluluk sahibi yapmak gerekir. Çünkü sorumluluk bireyin iç benliği ile örtüşen fakat dışa doğru yol alan bir bilinç anlayışına işaret eder.
Toplumda yer alan her birey için ayrı ayrı şunu söyleyebiliriz.
“TAKLİTLERİNDEN SAKININIZ...”
Herkes “kendi” olduğu sürece iç benlik harekete geçer. Aksi takdirde içsellikten yoksun, kurallarla yaşayan bir “sürü” olmaktan öte bir adım gidemez örgütsel kimlikler.
Özet haliyle diyeceğim odur ki, toplumu oluşturan bireyler, bireyleri yönetense iç seslerdir. Fakat yasal düzenlemeler hem toplumu, hem de iç sesi yönlendiren aktörlerdir. Sağlam bir toplumsal birliktelik sağlam normların getirisidir. Sağlam düzenlemenin temelinde ikilemler değil EŞİTLİK esastır.
ŞARTLARIN EŞİT SUNUMU, HAKLARIN EŞİT DAĞILIMIDIR.
Memnuniyetsiz bireyler nahoş iç sesler çıkarırlar ve istikrarsız toplumun üyelerini oluşturmaya aday olan canlı bomba gibidirler.
Bu soruyu da sizlere bırakıyorum. Bomba imha ekibinde olsaydınız mavi kabloyu mu yoksa kırmızıyı mı keserdiniz…? Seçim sizin.
( her insanın bilinçaltında iyi ve kötü temsili renkler mevcuttur. Bu alana müdahale etmek istemedim.)
Sevgi Dündar /2011
Etkileşimler.
Kant felsefesi( birey ve ahlak)
K. Marx (toplumsal örgütlenme bilinci)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.