Kulak Odasından Dünyaya Bakış
Ne oldu da böylesi bir illet başına musallat olmuştu. Dile kolay tam beş yıldır süregelen bir durumdu bu ve bu yüzden nerdeyse çıldırmak üzereydi.
Çok hoş bir film izlediği ve çıkışta ağladığının görülmesine aldırış etmediği o gece, gaipten sesler duymaya başlamıştı. Önceleri anlamsız, bilmediği bir dilde- gerçi o vakit dile de benzetemiyordu- fısıltılı cümleler duymaya başlamıştı.
Etrafındaki hiç kimsenin duymadığı bu mırıltılar başına bela olmuştu. Kulağının içimde bir doğu blok radyosu sürekli canlı yayın yapıyor gibiydi. Reklam olmaması sevindirici gibi gelebilir size ama müzik yayını olmaması işkenceye çevirmişti bu işi.
Mecburen bu dili öğrenmesi gerekiyordu. Az bir uğraş sonucu çözdü şifrelerini.
Artık ne dediklerini anlıyordu. Bir kişi, bir grup değildiler. Birden fazla gruptan oluşuyordu ekipleri. Bazı grupta iki kişi, bazılarında ise koca bir mahalle yer alıyordu. Bazen bir kuaförden, bazen avukatlık bürosundan, bazen de sokak çalgıcılarının etrafında toplaşan kalabalığın içinden geliyordu replikler. Aralarında konuşup duruyorlardı. Önemli cümleleri hafızasına kaydetmesini istedikleri gün kıyametin başlangıcıymış meğerse. Oysa onların kendisinden haberdar olmadıklarını düşünüyordu.
Neyin önemli neyin önemsiz olduğunu ayıracak bir süzgeç göstermeden ona verilen bu görev çok acımasızca yapılmış bir şaka gibiydi.
İki işi bir arada yaparken nasıl çuvalladığını bilen birinin komplosu olmalıydı bu.
Kulağında bir öbek insan yaşarken, normal yaşamında var olabilmenin güçlüğü yüz kaslarının coğrafyasını, vücut salgılarının kimyasını bozarken, fiziği nasıl hiç etkilenmeden kalabilirdi ki. Nedensiz yere aksamaya başlayan sağ ayağının ona nasıl baktığını görseniz, inanın benim kadar ürkerdiniz.
Önceleri anlamakta zorlandığı lehçesiyle en pervasız ziyaretçisi kuaför insanıydı. Dedikodunun hiç gitmeyen yoğun bir bulut kümesi gibi dükkânın orta yerine yerleşik olması, müşterileri oraya çeken bir olguydu.
Acemilik döneminde, çok gereksiz şeyleri kayıtlara alırken, onda da alışkanlık yapmış olması dedikoduya yatkınlığına delaletti.
Kapatıcı, fondöten, gözaltı kapatıcısı, allıklar, rujlar, göz kalemleri, göz farları ve bunların markaları, hangisinin daha iyi olduğu, nereden ucuza bulunabileceği ile ilgili bir dolu lüzumsuz bilgiyi artık kaydetmemeye başlamıştı.
Leman teyzelerin evine giren hırsızın aldıkları, evde o kadar altın olmasına rağmen etrafa borcu olmasını ayıplayan kuaför insanlarını da kaydetmiyordu.
Çıtçıt, uçlu kaynak, keratinli kaynak, postiş, peruk nedir, hangi tipe, hangi renge hangisi gider öğrenivermişti. John Frieda nın bir yazar değil saç bakım markası olduğunu biliyordu.
Kuaför insanları, günlük streslerini salonun orta yerine boca edip, bir tomar para harcayıp rahatlarken abuk sabuk konuşmaktan geri kalmıyorlardı.
Kocasından para saklayan ve bu paraları saklama konusundaki yaratıcılıklarını gösteren hikâyeleri korkmadan anlatan kadınları.
Kendisini aldatan eşinden alacağı intikam için ne yapması gerektiği konusunda fikir danışanları. Sonrasında da yapmacık bir sinir krizinin ardından ‘önüme ilk çıkana vereceğim’ demeleri ve nihayetinde tüm kuaför insanlarınca atılan kötü kadın kahkahalarını kaydetmiyordu artık.
Günün ortasına değin sesi çıkmayan avukatlar gelmeye başlardı yemek sonrası.
Kulak odasında aralarında konuştukları o günkü davalardan ilginç anekdotları, içlerinden daha sessiz olanının bitmek bilmeyen baş ağrılarını geçirmek için başvurduğu otuz sekizinci yöntemi kaydetmedi.
Tuvalete girdiğinde kapısını kapatması gerektiğini yüzüncü kere söylediği seksenlik annesinin, çatlak sesiyle söylediği halk ezgisinin sözlerini de kayıtlara almadı. Böylece iyice ustalaştıkça kayıtlara aldığı şeylerin iyice azaldığını keşfetmeye başladı.
Geceleri işlek bir caddede sokak çalgıcılarının etrafında toplaşan kalabalıktan gelen bir cümle dışında o gün hiçbir şeyi kaydetmedi.
Gerçek arkadaş sağlık gibidir. Değeri ancak yok olunca anlaşılır.
Cervantes
Saçma bir inat yüzünden beş yıldır görüşmediği arkadaşının kapısına nasıl geldiğini bilmediği yetmezmiş gibi, elinde tuttuğu onun çok sevdiği Şam tatlısı paketi ve derin bir sessizlikti yol arkadaşı.
Beş yıldır musallat olan kulak odası misafirleri gitmiş, yerlerini gülüşü ile dünyanın kapılarını açan bir dosta bırakmışlardı.
Sakalındaki beyazlığı dikkat çeken çenesini eğerek konuştu yine dostu.
—Ben de seni bekliyordum nerede kaldın…
14.03.11
Nadir
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.