ÖĞRETMEN HİKAYELERİ -2-
Telaşla otobüse bindi. Çekingen gözlerle oturacak bir koltuk arıyordu ki;
Kara Mehmet ağzındaki sigaradan derin bir nefes çekip, hemen önündeki koltuğu işaret ederek :
- Otur hemşerim, orası boş… dedi . Cebinden çıkardığı Samsun sigarasını uzattı. Yak bi tane hele… Sigarayı aldı. Her zamanki gibi yine çakmağı yoktu. Kara Mehmet güneş ışığıyla pırıl pırıl parlayan muhtar çakmağını uzattı gözünü yoldan ayırmadan. Öğretmen misin? Dedi..
- Evet. Yeni atandım.
- Hayırlı olsun. Oraya geçenlerde yeni bir öğretmen daha geldiydi.. bi yanlışlık olmasın…
- Bilmem…
Gözü yola takıldı. Otobüs iki tarafı da ağaçlarla çevrili asfalt bir yolda ilerlerken, yol boyunca küçük taşlarla örülmüş, en yükseği bir metre olan duvarlar uzanıyordu. Otobüsün neredeyse tüm camları açıktı... fakat içerisi bunaltıcı bir şekilde sıcaktı. Elindeki şişede su kaynamak üzere idi. Bu kadar sıcağa alışkın değildi…
- Kaç kilometre köy buraya ustam… dedi şoför mahalline dönerek..
- 12 kilometre… ama biraz uzun sürer.
- Ne kadar?
- Sürer biraz işte…
Ne kadar sürecekti ki… altı üstü on kilometrelik yol… en çok yarım saat sonra oradaydı… Şimdi köye vardı mı ilk iş muhtarı bulmaktı. Muhtar misafir ederdi en azından. Belki şöyle buzlu bir ayran. Sonra köyün kahvesinde otururlar bir iki bardak çay içtikten sonra okula, lojmana geçerlerdi. Yatak yorgan getirmemişti. Nasılsa köy yeriydi. Birinden emanet alırdı bi yatak yorgan. Yemek için de tencee tava … onları da alırdı ertesi gün ama bu akşam … neyse dedi… hele bi varalım da…
Yol bir tepeyi aşınca köy göründü.
- Burası mı ? dedi heyecanını saklamaya çalışarak.
Kara Mehmet hafif alaylı bir gülümseme ile
- Yok hoca… nerdeee daha dur..
- Peki bu köy kadar büyük mü Ahmet Ali …
Bu sefer yüzündeki gülümseme yerini sinir bozucu bir kahkahaya bıraktı.
- Ne gezer hoca, gidince görürsün acele etme dedi.
Canı sıkılmıştı. Zaten bu “Hoca” lafını da hiç sevmemişti. Günlerdir koşturmaktan yorulmuştu. Bir an önce köye gidip en azından dinlenmek istiyordu. Otobüs az önceki ağaçlarla çevrili asfalt yoldan çıkmış bir dağ yoluna dönmüştü. Biraz önce gördüğü köy her geçen dakika biraz daha aşağıda kalırken, otobüs geride koca bir toz bulutu bırakarak toprak yolda ilerliyordu.
……..
Otobüsün açılan kapısından gelen çocuk sesleriyle uyandı. Onlarca çocuk otobüsün etrafında koşturuyor avazı çıktığı kadar bağırıyorlar ve ne dediklerini anlamıyordu.
- Geldik mi .. diye sordu şoföre.
- Yok hoca… uyu sen.. daha gelmedik dedi Kara Mehmet, sinirli ve yorgun bir sesle.
Nasıl bir yerdi bu köy. Bir saate yaklaşmıştı ve hâlâ gelememişti. Altı üstü on kilometre yol… Camdan dışarı bakınca bir pınardan akan suyu gördü. En iyisi inip elini yüzünü yıkamaktı, hem elindeki şişe artık içmek için çok sıcaktı. Pınarın suyu bu sıcağa rağmen soğuktu ve iyi gelmişti.
Etrafına bakındı… derin bir vadinin tam ortasındaydı. Buraya neden Mağaraderesi dediklerini sonraki gelişlerinde anlayacaktı ki köy içinde bulunduğu vadinin izin verdiği kadar günün birkaç saatinde ancak güneş alabiliyordu. Tekrar otobüse bindi. Kara Mehmet direksiyona geçmiş ağzından yol boyunca düşürmediği sigarasını tazeliyordu.
- Az kaldı hoca… on dakka sonra ordayız…
En azından yeşili bol bir köy olmalı diye düşündü. Mağaraderesi kadar olsa yeterdi. Kara Mehmet otobüsü kıvrak manevralarla o daracık yolda geri çevirmiş ve yine bir tepeye vurmuştu. Bir süre sonra fark etti ki etrafındaki en yüksek tepedeydi. Alabildiğine uzanan dağları görebiliyordu. Ve fıstık ağaçları ile tanışmıştı ilk kez. Etrafta fıstık ağaçlarından başka hiçbir ağaç ve hiçbir yeşillik yoktu neredeyse. Toprak alabildiğine kırmızı ve taşlı idi bahçeler.
- Bak … geldik işte dedi Kara Mehmet.
- Nasıl yani … ben bir şey göremiyorum ki..
- Burası işte dedi tekrar.
Otobüs biraz daha ilerlediğinde bulundukları tepenin aşağı inen yüzünde evler göründü. Otobüste bir tek yaşlı bir kadınla kendisinin kaldığını fark etti durduğunda. Yaşlı kadın arka kapıdan indi.
- Geçmiş olsun hoca… dedi Kara Mehmet. Cüzdanından para çıkaracak oldu… Bu sefer misafirsin olmaz …
Çantasını aldı ve otobüsten indi. Kara Mehmet yine aynı kıvraklıkla otobüsü geri döndürüp geldiği yoldan toz bulutunun içinde kayboldu.
İhtiyar kadın sırtındaki torbayla yürüdü gitti. Elinde çantasıyla kalakalmıştı. Köy gerçekten de bir mezraydı ve taşların arasına serpiştirilmiş 15 hane ya vardı ya yoktu. Hemen önündeki okulu fark etti. En iyisi okula doğru gitmekti. Bir öğretmen daha olacaktı.. Kara Mehmet öyle demişti. Kırmızı taşların arasından korkarak yürümeye başladı.
Okulun kapısı açıktı.. bu iyiydi. En azından öğretmen burada diye düşündü. Merdivenlerden çıktı. Açık kapıdan tam içeri girecekti ki girişe serilmiş yatağı, kilimi fark etti . Şaşırmıştı…
Geri döndü merdivenlerden tekrar inecekti ki üç dört yaşlarında kızıl ve kıvırcık saçları güneşte yanan bir alev topuna dönmüş bir kız çocuğu gördü.
-Okull… okull…. Diyordu. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu ki bu sefer de okulun hemen köşesinden koşarak başka bir kız çıktı. Kız ve birden durdu. Korkuyla karışık merakla bakıyordu.
- Senin adın ne bakalım…
- Hacer…
- Hacer… Ben öğretmenim. Senin de öğretmenin olayım mı?
- Ooool
- Hacer… Bunlar ne … bu çuvallarda ne var
- Öğretmenim o çuvallarda fıstık var. Babam burada kurutuyo onları..
- Hacer. Hadi söyle bakalım. Muhtar nerede ?
- Bu köyün muhtarı yok ki… Muhtar Mehmet Obasında…
- Peki Hacer çeşme nerede. Bi su içsek..
- Öğretmenim… Bu köyde çeşme yok ki.. Eşeklerle suya gideriz biz… ama ben sana getireyim hemen…. Dedi ve koşarak köye doğru uzaklaştı.
Hacer’in arkasından bakakalmıştı. Evet.. şimdi ne yapacaktı... ?
YORUMLAR
Hocam güzel bir öykü çıkacak gibi görünüyor ama an be an anlatmak oldukça riskli bir iştir edebiyatta. Kısacık bölümler bu güzel ama eylemleri aktarmanın önüne geçecek doğa betimlemeleri koymanız güzel olabilir. Okurken gözümde hiç bir yer canlanmıyor. Bir fotoğraf koyamıyorum karşıma ve insanlar canlanmıyor gözlerimin önünde. Yalnız eylemler olunca içine almıyor öykü okurunu.