- 921 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Sağalt Acıları Yüreğimden
Sağalt acıları yüreğimden, tanışsın tebessümle yüzüm yetişir. Bilinsin artık mutlulukla hemhal olduğum zamandan bir an ve miras kalsın fotoğraf karelerinin birkaçıyla yüzüm.
Sağalt acıları yüreğimden. İnsanım…. Kim olduğumun bilinmesini istiyorum…
Doğruluktan ve haklılıktan yana kendimi yalnız hissetmediğime tanıklık eden çağ, bu haklılığımı teslim etmeme adına, yaptığı haksızlıklara her kılıf buldukça, gönlümün kuytuluklarına hapsetmeye gücümün artık yetmediği hüzünle şekillenmiş coğrafyasında mısralarım gökyüzünden yağan rahmet yerine kedere boğulmakta, satırlarım sitemkâr bir tecessüm içindedir.
Sağalt acıları yüreğimden. Defter-i kebîrlerden silinmek istenen ismim, yaşadığıma dair ne varsa yeryüzünde yıkılmakla, kaderine terk edilmekle baş başa bırakılmak istenmekte iken, kendilerinin korku labirentlerinde bile yeterlidir.
Kimliğime asırlardır tahammül etmeyenlerin beni karalamak için harcadıkları servet, aldıkları canlar, tükettikleri ömür kâr hanesinde zarara dönüşürken, yaptığım her konak, köşk, saray, yerini virane harabelere devşirmekteyken hıçkırıklarımı bağrıma gözyaşı olarak akıtırken, varlığımın kendisine bile tahammülsüz olanların kötülemelerine alkış tutan ellerin sahibine ne demem beklenir?
Asrın Cengizleri, Hulaguları istila ettikleri yeryüzünde her yeri alt-üst ederken, gönül gemimin sığınacağı tek liman sen oldun. Beni yâd ellerde vatansız, topraksız, dermansız bırakanlardan hesabı soracak sen varsın. Ya bana bu gücü ver ya da kahret haksızlığın müsebbibi olanları. Ben insanım, sabrım kalmadı. Kaldırmıyor artık yapılan haksızlıkları nefsim.
Sağalt artık acıları yüreğimden. Betondan mezarlara alışamayan ruhum, soğuk, cansız yapılarda Yusufî yalnızlığı yaşarken, bunu mükafaat bilirken, etten-kemikten olan bedenim, insan olmanın gereği kaldıramıyor omzuna yüklediği yükü. Eziliyorum, insanım, taşıyamıyorum artık, ne olur, affet beni…
Sağalt artık acıları yüreğimden. Geldiğim köklerime yabancı kılınmak istenen artık bedenim değil, ruhumun da eşlik etmesi zorunlu hale getirilmek istenirken, sıkıntılara göğüs geren nefsim, aşağılanmayı sana bağlı olduğu için ruhumla kabul etmeye taraf değildir.
Sağalt acıları artık yüreğimden. Medeniyetimin baş tacı, ruha kaynak eserlerini okuyabilecekler azalırken, kütüphanelere tıkılmış onca eser, aklını kaybetmiş hasta muamelesine tabiî tutulmakla baş başa gibidir.
Tozla kaplanmış, güvelere teslim edilmiş, çürümekle başbaşa bırakılmış, yüzyıllardır okunması adeta yasaklanmış, sahipsiz bilinen, okunmaya hasret, insan elinin dokunmasını arzulayan, bunu bekleyen kitaplar, bilinmezlik girdabında ölümü bekleyen mahkûmlar gibi, ömürlerinin sayılı günlerini beklerken, onları seven bizler, sevdiklerimizin bizden ayrılmamasını isterken bir suç mu işlemektedir, bu insanlığın bilgi çağında?
Sağalt artık acılarını yüreğimin. Tanınmaktan uzağım. Kendimi tanıtmam, bazılarını inkâr etme manasına yüklenirse, bu benim yokluğumdur. Üzerimde taşıdığım libaslar, yabancısı bilindiğim sahibi olduğum topraklarda misafir olarak beni gösterirken, şahdamarı kesilmiş bir durumdayım… Cendereye hapsedilen ruhum, bedenime verilen her ezaya, katlandığı her cefaya “Dur!..” feryadını göğe yükseltirken, havada açık ellerimizin artık yorulduğunu ifade etmekten hicab duymaktayım. Sağalt, artık bu acıları yüreğimden ki belirttiğin ne varsa zaten kabulümüzdür, isminin gölgesinde. Ben, buna mecburum artık, ne olur duy sesimi…
Ben asrın kızılderilisi olma adına ne günah işledim? Bu toprakların gerçek sahibi olan ben, kölesi olmak istemiyorum, bir başkasının. Kendi medeniyetimin esvabı ile şekillendiremedim ruhumu. Bedenimi medeniyetimin esvabı ile şekillendiremeyen ben, kendi medeniyetimin süsleri ile tezyin ettiremediğim ruhuma karşı mahcubum..
Yüreğimden sağalt artık acıları ki bu acılar, ruhuma ve bedenime birer zulüm olarak kazınmakta bir bir. Ne konuştuğum dil benim ne beni bana anlatır yazılan kitaplar… Ne bulunduğum mekânlar bana ait ne gezindiğim caddelerde gördüklerim… Ne içtiklerim ne yediklerim bedenime ve ruhuma aşinadır, benim… Ne teneffüs ettiğim hava ne kalp atışlarım ne de bakışlarım…
Sağalt artık yüreğimden acıları… Kafese kapatılmış bülbülden farksız oldu, ruhum. Ruhum mahbus ve bedenim dışarıda cesetten farksız. Dikte ettirilmiş her şeye isyanımdır, varlık sahibi olmak arzusu. Biliyorum, bunu dile getirebilmenin bile ölüm fermanını imzalamasıdır, kişinin. Ben bundan uzak değilim. Bedeni esarette olanın ruhunun da esarette olmasına karşı çıkmanın ismi haksızlıklara isyan ise, ben bu haksızlıklara karşı çıktığım için, isyanın içindeyim.
Ben kaçıncı kez ıstırablarla yoğrulu ruhumu gözyaşıyla, kederle müzeyyen kılarken, beni ayıplayanlara karşı ne demem beklenir ki söylenmedik bir söz bırakmadım, azık torbamda. Ben, doğduğum topraklarda o toprakların sahibi iken, başka bir muameleyi sözle tasdik etmem bile kendi kendimin inkârı iken, milyonlarca kabul edene karşı özü gür biçimde karşı duruş sergilemelerini her talebim, yüzüme indirilen bir şamar gibidir; biz yaşantımızdan memnunuz!...
Tarihinden yan bî-haber olmak ne hazin bir durumdur… Geleneğimden bî-haberim. Dünün ihtişamını karalayanlar, bana neden geçmişe dair olanların bir adım ötesini sunmaktan acizdir?
Ayaklarım üzerinde doğrulmak ve bedenimin kabul etmediği deli gömleklerini çıkartıp atmak istiyorum, üzerimde bir şafak vakti…
Sağalt acılarımı artık yüreğim kaldıramıyor, bunca acıyı…
Bak elim zorla tutuyor, kalemi.
Bilmektesin ki sana olan bağlılığım daimîdir.
Senden gelen ne varsa kabulümüz oldu, dünden bugüne.
Tükenmeme adına senden yardım istemekteyim.
Ben sağaltmanı istiyorum, acılarımı.
Ben bunu istiyorum.
Bunu istiyorum.
Bekliyorum.
Gözyaşım, pınarlarında kaynamıyor, artık. Yanaklarım kuru kalıyor.
Her gece seccademin sıcaklığına sığınan bedenim, gecenin yalnızlığını atıyor, üzerimden. Herkesin aydınlık bellediği gündüzler, esaretimin dışarıda karanlıklarla tescili oluyor.
Ben ürküyorum, dışarıda.
Beni anlamıyor, kimse.
Ben, sağaltmanı bekliyorum, bu acıları yüreğimden.
Kalbi yaralı, gönlü yaralı bir gedâyım, kapında. Geri çevirme beni..