Köprü-
Vurdukça kan sıçrıyordu dudaklarından, hırsın türlü çeşidinin yerleştiği kin dolu bakışlara çarpan yumruklar acıtmaya başlamıştı. Ama ellerini değil içini…
İki arkadaşı hasmının kollarını tutuyor o tüm gücüyle yüzünün farklı yerlerine vurmaya devam ediyordu. Adını bilmediği birini dövmenin getirdiği atmosfer, yerlerde yuvarlanan her beyazlığa eziyet ederek ciğerlerine doluyordu.
İlk kez duyduğu bir koku şekillendiriyordu sonrasını. Anladı o an, kan onun yazgısıydı.
Buraların efendisi kendi çetesi iken, izinsiz habersiz ekmeğini çalmak isteyen bu zavallıya gününü göstermek lazımdı.
Güneşin doğmasına bir saat daha vardı. İyice delirmiş bir halde bağırmaya başladı.
—İstanbul’un taşı altın derler ya, al bu taşı da şu kalın kafana sok.
Kaldırımdan bir parke söküp, kafasına tüm gücüyle vurdu.
İki arkadaşı öldü sanarak uzaklaştılar.
Bir taksici ambulans çağırdı.
Kaskatı kesildiğinden onu da aldılar ambulansa. Dili tutulmuştu.
Hastanenin bir odasında iki memur çocuğa sorular sordu.
_Neden yaptın?
Çocuk cevap verdi sesi titreyerek.
—Mendil satıyordu bizim köprüde.
Birkaç saat sonra öteki çocuklarla birlikte karakolda ifadeleri alınırken;
Memur ötekine şöyle diyordu.
En büyüğü daha dokuz yaşında…
06.03.11
Nadir