- 1512 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
ERİK AĞACI...
Odanın penceresinden görünen erik ağacına gözleri dalmış, öylece kalakalmıştı. Güz’ün etkisiyle ağacın yemyeşil yaprakları sararmış, rüzgâr, sararan her yaprağı acımadan dalından ayırmıştı. Şu haliyle koskoca ağacın nasıl da çırılçıplak bir hali vardı! Sanki her rüzgâr estiğinde ağaç daha çok üşüyor, dallarını bir o yana, bir bu yana titretip duruyordu. Gecenin karanlığını gökteki tek tük yıldızlar, bir de evin ön bahçesinde ki sokak lambasından yansıyan ışık aydınlatıyordu. On yıl önce böyle bir hayat süreceğini söyleseler, asla inanmazdı. Erik ağacının her bir dalında, sanki geçmiş on yılın hatıraları asılı duruyordu.
Nihat bir seksen boylarında, siyah saçları, üzüm gibi kara gözleri, geniş omuzları ve atletik yapısıyla, genç kızların bir bakışta âşık olabilecekleri kadar yakışıklı bir delikanlıydı. Ciddi görüntüsünün altında, konuşkan, esprili, sıcakkanlı bir kişiliğe sahipti.
O yıl Kara Harp Okulu’nu bitirmiş, Türk Ordusu’nun bir neferi olarak ilk tayini, doğu hizmetini yapmak üzere Malatya’ya çıkmıştı. Mesleğini eline almış çocuklarını evlendirmeye çalışan her anne gibi, Nihat’ın annesi de oğlunun mürüvvetini görmek istiyordu. Bu konuda ne kadar çabalasa da, çabaları sonuç vermedi. Nihat’ın kalbi kimseleri sevemedi.
Malatya da göreve başlayalı beş ay olmuştu. Görev saatlerinin dışında, boş vakitlerini orduevinde geçirmek, arkadaşlarıyla toplanıp, hoş sohbetler etmek en büyük lüksleriydi. Yine bir akşam hem yemek yemek, hem de arkadaşlarıyla sohbet etmek için orduevine gitmişti ki, birinin kendisine seslendiğini duydu. Etrafına bakındı, ses karşı masada oturan, Binbaşı Sedat’tan geliyordu.
---Nihat teğmen,
Nihat hızlı bir şekilde masanın yanına geldi ve selam verdikten sonra;
---Buyurun Komutanım.
---Gel bak, seni kiminle tanıştıracağım. (Yanındaki bayanı işaret ederek) Teyzemin kızı Nesrin. Kendisi öğretmendir. Bu yıl mezun oldu, tesadüftür ki, tayini buraya çıkmış.
Nihat hafifçe eğilip, genç kızın elini sıktı;
---Hoş geldiniz Nesrin Hanım. Hayırlı olsun.
Binbaşı Sedat başıyla “otur” işareti yaptı. Nihat bir sandalye çekip, yanlarına oturdu.
Nesrin’le ilk tanışmaları böyle oldu, daha Nesrin’in elini sıkarken, yüreğine aşkın ilk kıvılcımları düştü. O akşamdan sonra artık sık sık görüşür oldular. Her şey o kadar hızlı gelişiyordu ki, üçüncü ayın sonunda evlenmeye karar verdiler. Bu habere Nihat’ın annesi çok sevindi. Söz, nişan derken, kısa zamanda evlendiler. Evliliklerinin birinci yılında, aşklarının meyvesi Orçun dünyaya geldi. Orçun’un dünyaya gelmesiyle, mutlulukları daha da arttı.
Malatya da dört yıl görev yaptıktan sonra, Nihat’ın tayini üsteğmen olarak Eskişehir’e çıktı. Öğretmen olan Nesrin’in tayinini zor da olsa Eskişehir’e yaptırdılar. Nihat her geçen gün eşini daha çok seviyor, daha çok bağlanıyordu. Orçun da o yıl ilkokula başlamış, annesinin görev yaptığı okula, annesiyle birlikte gidip geliyordu. Her şey o kadar mükemmeldi ki…
Ama her askerin sık yaşadığı tayin, beş yılın sonunda kendini gösterdi ve yine Nihat’ın tayini Yüzbaşı olarak Mardin’e çıktı. Tayin haberiyle birlikte, Nihat’ın içini bir huzursuzluk kapladı. Mardin, terör örgütü çatışmalarının yoğun olduğu bir yerdi ve ilk etapta ailesini götürmek istemiyordu. Nesrin’in tayinini yaptırmak da bir hayli zordu. Nesrin’le konuşup, karar verdiler. Önce Nihat gidecek, duruma göre sonra eşini ve oğlunu yanına alacaktı.
Mardin’deki hayat, diğer kaldığı yerlere göre çok zor şartlar altındaydı. Hemen hemen her gün terör örgütü ile çatışmalar yaşanıyor, birçok askeri şehit oluyordu. Bir de üzerine eşinden ve oğlundan ayrı kalmanın özlemi eklenince hayat çekilmez bir hâl alıyordu.
Bir gece yine, başında bulunduğu askerleriyle arama çalışmalarına giderken, Dargeçit yakınlarında terör örgütüyle çatışmaya girdiler. Beş askeri gözünün önünde şehit olurken, atılan el bombasının yanında patlaması sonucu Nihat’ın sol bacağı diz altından itibaren parçalandı. Diğer yaralı askerlerle birlikte helikopterlerle Ankara GATA hastanesine nakledildiler. Burada hemen ameliyata alınan Yüzbaşı Nihat’ın sol ayağı diz kapağından kesildi. Haberi alan annesi, babası, Nesrin ve diğer akrabaları Ankara’ya geldi. Bir buçuk ay hastanede yatan Nihat, taburcu olduktan sonra Eskişehir’e, evine yarım bir insan olarak döndü.
Gün geçtikçe içine kapanan Nihat, durumunu bir türlü kabullenemiyordu. Çok sevdiği eşinin ve oğlunun karşısında iş yapamaz durumda olmak, O’na acı veriyordu. Evlerinde ki o mutluluk tablosu her geçen gün yok oluyordu. Son zamanlarda Nesrin’in de davranışlarında değişmeler seziyordu. “Arkadaşlarımla buluşacağım” diye evden çıkmasına, geç saatlerde eve dönmesine, olur olmaz saatlerde telefonla konuşmasına ve en sonunda da yataklarını ayırmasına Nihat daha fazla dayanamıyordu. Ve o gece eşiyle konuşmaya karar verdi. Orçun yattıktan sonra;
---Nesrin, sanırım artık konuşmamızın zamanı geldi.
---Evet Nihat, ben de seninle konuşmak istiyordum zaten.
---Son zamanlarda sende ki değişikliklerin farkındayım. Biliyorum ben artık yarım, işe yaramaz adamın biriyim. Neler oluyorsa bana açıkça söyleyebilirsin, inan o zaman daha az acı çekerim.
---Senden ayrılmak istiyorum. Olmuyor, yapamıyorum. Sen Mardin’e gittiğinden kısa bir süre sonra biriyle tanıştım. Bunu ilk görüşmemizde söyleyecektim fakat senin yaralanmandan sonra söyleyemedim ama artık olmuyor, anla beni lütfen!
Ne kadar kolaydı, “Anla beni lütfen!” demesi. Neyi anlamalıydı? Onlar “İyi günde, kötü günde, hastalıkta, sağlıkta” diyerek, her şeye “evet” dememişler miydi? O anda dünyanın başına yıkıldığını hissetti. “Gitme kal.” Diyemezdi. Yarım biri olarak bunu söylemeye hakkı yoktu. Sessizce başını öne eğip;
---Peki Nesrin, sana zorluk çıkarmam. Ne gerekiyorsa, ne istiyorsan hepsini yapmaya hazırım.
Ertesi sabah Nesrin, Orçun’u da alıp evi terk etti. Nesrin’in ve Orçun’un gidişinin ardından odasına çekilmiş, hiç kıpırdamadan bahçedeki erik ağacına bakıyordu. Saatlerce ağacın dallarına astığı anılarını izledi. Oysa bundan sonra izleyecek bir hayatı olmayacaktı. Hava aydınlanmaya başladığında, koltuk değneğini alarak yerinden kalktı. Kilerdeki erzak dolabında bulunan urganı aldı ve bahçeye çıktı. Urganın ucunu başının geçebileceği şekilde bırakıp, sıkıca düğüm yaptı. Diğer ucuna bir taş bağlayarak, erik ağacının en yakın dalına ipi birkaç kez dolandırdı, sonra ağacın gövdesine bağladı. İpin altına da, bahçedeki sandalyeyi getirdi. İdam sehpası hazırdı.
Hiç tereddüt etmeden, zor da olsa koltuk değneğinin yardımıyla sandalyeye çıktı, ipi boynundan geçirdi. Oğlu, eşi, annesi, babası, yanında ölen askerleri film şeridi gibi son kez gözünün önünden geçti ve önce koltuk değneğini attı, sonra tek ayağı ile sandalyeyi ittirdi.
Koskoca erik ağacı dallarını iki yana sallayarak, sanki Nihat’a yas tutuyordu…
SEVGİ SALMAN
YORUMLAR
Ne yaptınız Sevgi Hanım? Mahvettiniz, hepimizi. Ama gerçek bu işte. Nasıl da kabul edilemiyor değil mi? Başımıza gelmeyen şeyler için nasıl uzaktan yorum yapıyoruz? Neler çekiyorlar gazilerimiz, bir Allah bir de onlar biliyorlar. Ama yine de hayat yolunda gazilerimizi yalnız bırakmayan, artan bir sevgiyle onlara sarılan, destek olan eşleri saygıyla selamlıyorum.
Yüreğinize sağlık. Sevgiler, selamlar.
Ne yaptınızzz Sevgi Hanımmmm....Benim gazi mi niye öldürdünüz?... Bu güzel öyküyü tatlı tatlı okurken ve "Sevgi Hanım orduyu ne de güzel anlatıyor." diye hayret ederken, ölüm çıktı karşımıza..
Olsun... Acı da olsa gerçek gerçektir... Çok güzel bir öyküydü...
Kurgu güzel. Anlatım güzel. Final (Acıda olsa) güzel...
Tebrikler... Saygılarımla...