- 849 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
boşluk...
/İçimdeki boşluk ne zaman gideceksin? Ne zaman dolacaksın ya da? Beni bırakmamaya yemin etmiş gibi duruyorsun; tenimin tam altında, kemiklerimin biraz üzerinde. Artık senden sıkıldığımı göremeyecek kadar körsün! Bağırıp çağırıyorum duymuyorsun, susuyorum anlamıyorsun. Bırak artık beni n’olursun…
Küskün insanlar sarmaladı her yanımı. Yalan dolan da söylemedim üstelik! Sürekli alınan, incinen ve akabinde inciten insanlar boyumu aşıyor artık. Aldırmıyorum, desem de bende düşünüyormuşum onları. Birisi bana hükmediyor, bir diğeri beni seviyor, öteki acıtıyor, bir başkası onu acıtmamı istiyor, hep birileri ve hep bazen geliyor, deniyor, ezip geçiyor… ya ben? Bu hikayenin neresindeyim?/
Sonra gri bir duman geliyor, herşeyin üzerine çörekleniyor, lekeleniyorum. Tuhaf olan düşlerim hiç leke tutmuyor. Bir ozon buhranıyla yunmuş yıkanmış gibi düşlerim tertemiz, düşlerim sahici, düşlerim sapa sağlam duruyor. Arkama bakmadan gitmeye yelteniyorum, yüzü olmayan kör adam izin vermiyor, kolu olmayan eliyle beni tutuyor! Yakalıyor! Sesi yok sanıyorum ama duyuyorum benimle konuşuyor, ‘gitme’ diyor! Yok artık bu kadarı fazla diyorum , zira bedenini göremiyorum. Kayıp bir yerdeyim sanki, kaçış arıyorum, yok! Boşluğa düşüyorum aniden, adamın elini görüyorum, tam tutacakken eli avucumun içinde pul pul olup dağılıyor..
Karanlık bir sokağın orta yerine düşüyorum. Tam kurtuldum derken bakıyorum ki sokağın her yanı çıkmaz! Tellerle örülü bir kaç ufak aralıktan başka hiçbir şey yok. Evler var etrafımda ama terk edilmiş gibi görünüyor. Arkamda soluğunu hissediyorum birisinin, hızla dönüyorum yine o kör adam! Bu kez yüzünün yarısını görüyorum, yara bere içinde. Panik içinde, telaş içinde kaçmak istiyorum hemen. ‘dur!’ diyor. Onu dinlememi istiyor. Korkuyorum. Bir yandan da meraktan ölüyorum. Zararsız gibi görünüyor adam, sanki bana yardım etmek istiyor. Korkumu bastırıp, merakımın güvensiz kollarına bırakıyorum kendimi.
‘Anlat!’ diyorum. ‘Hızlı hızlı anlat. Sonra bitsin bu kabus ve beni buradan çıkar!’ Başlıyor anlatmaya..
Sen sandığın kişi değilsin! Her şeyi yanlış biliyorsun, seni hep kandırdılar. Olduğunu sandığın kişi değilsin. Olmayı istediğin kişide değilsin. Aklını ve kalbini senden ç/aldılar. Seni oyunlarına aldılar ve oyunu kendi kurallarıyla oynadılar. Sen sadece yarışa katılmış bir sporcu gibi koştun. Ama hiçbir zaman nereye varacağını sormana müsaade etmediler, sen de merak etmedin hiç! Müdahale etmedin! Seni kullandılar, dalga geçtiler. Arkandan hep alay ettiler. Sen bunların hiçbirini hak etmedin. Sen herkese kayıtsız şartsız inandın. İçindeki koca boşluğu doldurmaktan başka bir amacın ya da maksadın yoktu. Onların eline koz verdin. Savunmasızdın. İlgiye ve onay sözlerine ihtiyacın vardı. Ne kadar çok aç’tın sevgiye.. verdiler onlarda bütün istediklerini. Sense sadece yetindin. Gerçekleri bilmek istemedin hiç! Ama n’olur uyan artık! Sen bu değilsin. İstediğin hayat bu değil. Seni günaha soktular, hakkın olmayanı hakkınmış gibi görmeni istediler. Ne kadar şeytan varsa başına musallat ettiler. N’olur uyan, uyan!
Kör adamı yaşlı gözlerle dinliyordum. Anlattıklarına inanmak istemiyordum. Bu adam bunca şeyi nerden biliyordu ki hem? Söyledikleri doğru muydu peki? Gerçekten kullanmışlar mıydı beni? Bana niye öyle gelmiyordu. Neden dışarıdan görme şansım yoktu kendimi. Belki de bu adam bunun için çıkmıştı karşıma. O benim şansımdı.. iyiliğimi istiyordu. Artık gözümü açmamı istiyordu. Ellerimi yüzüme kapadım hüngür hüngür ağlamaya başladım. Sakinleşemiyordum. Sonra belli belirsiz bir sesle ona bütün bunları nerden bildiğini ve kim olduğunu sordum. Gözyaşlarımdan bir şey göremiyordum, çok karanlıktı. Sanki bütün karanlık oraya inmişti. Fısıldar gibi duydum ağzından zar zor dökülen sözcükleri; ‘ben senin karanlıkta unuttuğun, dönüp arkana bakmadığın, kaderin cilvesine terk ettiğin, boşluktaki benliğinim! Ben hep vardım, seni hiç bırakmadım. Senin için hep dua ettim. Elimden geldiğince yanlışlardan korumaya çalıştım seni. Ama engelleyemediğim zamanlar oldu. Çaresizlikten hıçkıra hıçkıra ağladığım geceler oldu. Haksızlıklara gark edildiğinde vicdan azabından öldüm, defalarca öldüm! Siper olamadığım üzüntülerine, hedef olduğun iftiralara, suçsuz yere sana savurdukları nefret tohumlarına ve başına gelen her şeye… hep kendimi suçladım. Seni koruyamadım. Aklını ve kalbini onlardan geri alamadım! Beni affet.. affet…’
Ama neden? Neden? Neden şimdi çıktın karşıma? Bunu bana neden yapıyorsun?
Çünkü ölüyorsun. O duyduğun sözdeki gibi; ‘karda donmak üzeresin, uyumak tatlı geliyor, ama ölüyorsun farkında değilsin!’
Elimi uzattım boşluğa, göremiyordum.. seslendim.. ağlamaya devam ettim.. birden hüzün bulutları yok oldu.. her yer aydınlandı.. sokak ışıl ışıl oldu. Sokağın sonu caddeye çıkıyordu. Tel örgüler yok olmuştu. Sanki gökyüzünden sevinç kelebekleri yağıyordu üzerime..
Kör adam gitmişti.. benliğim… gitmişti… onu iliklerimde hissettim… içimdeydi…
Birden gözümü açtım, çoktan sabah olmuştu, alarmı duymamışım, off geç kaldım....
fulya/şubat2011
YORUMLAR
Değerli Kardeşim....
Her ihtiyaç onu giderecek olan şey'in temini ile son bulur.
her son buluş ise yeni ihtiyaçlar doğurur.
Ruhun ihtiyaçlarını midenin ihtiyaçlarıyla karıştırdığımızdan bir türlü doymuyoruz.
Aç ruhlar dolaşıyor her yerde...
Hayatın meşgalelerine takılıp doyduğunu zannetsek de açlık vuruyor ruhumuzun çeperlerine ve ne hakiki sevdayı,ne hakiki dostluğu bulabiliyoruz.
her şey geçici..
Her şey sona erici...
Her nefs ölüme bulaşıcı...
Sondan bakmalı hayata..
Daha iyi idrak için...
Bir gün musallada uzandığımızda...
İşte benim hazinem....boyutlar arası kıymetlerim...
İşte beni kurtaracak olan, götüreceklerim sadece bunlar dediğimiz ...
Heybeye sığmayan...
Dünyaya sığmayan...
Gönlümüze sığan hakiki aşk.
Çok çok beğendim yazınızı...
Selam ve dua ile.
Fulya CODAL
şeref verdiniz...