- 1644 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KIRMIZI TÜRBANLI KIZ, DÖNÜŞÜM -SAMSA, DAVA’NIN BAŞ KAHRAMANI JOSEPH K. İKNA ODASI -ŞATO DÜZENİ
Kafka’nın Dönüşüm’ünü okumayanınız yoktur. Roman kahramanı Gregor Samsa bir sabah uyandığında kendisinin hamamböceğine dönüştüğünü görür. Daha doğrusu kendini hamamböceği olarak algılar. işine geç kaldığı için uşaklığını kayıtsız şartsız kabul ettiği patronundan duyacağı azarın endişesi, Samsa’nın düştüğü bu fantastik durumun da önüne geçer.
Kırmızı Türbanlı Kız romanının daha başında “ikna odasına” girmeyi ve başını açmayı reddettiği için okula alınmayan roman kahramanının Hukuk Fakültesinin dışındaki merdivenlerde oturup anı, geçmişi, geleceği kendi içinde sorgularken etrafındaki güvercinlerden birini kendine dönüşmüş olarak görmesi; başka bir deyişle kendi içinde bölünmeden doğan kimlik ve kişiliklerinden birinin güvercin suretinde ona cevap vermesi; ayrıca geçtiğimiz aylarda ziyarete açılan Hukuk Fakültesinin içindeki itfaiye kulesinin, meydanda olup biten “her şeyi gören göz” olarak romana sokulması ve görünenlerin günlükler halinde tarihe “not düşen” bir veli gibi sürrealist bakış açısıyla yazılması, Kafka’nın kahramanlarını çağrıştıran temel unsurlardır.
Fantastik ögeler, roman kahramanlarının kendilerini anlatamaması veya anlatılanların dinlenmemesinden doğan iletişim kopukluğundan kaynaklanan öfkenin getirdiği karamsarlığın cisimleşmiş rahatsız edici gerçeküstücü ifadesidir. Yazar da bu bakımdan Kafka gibi Heneke ile aynı görüştedir. “Gerçek sanat rahatsız etmeli.” der Haneke.
Her iki romancı da fantastik ögeleri kullanırken, Modernizmin toplumcu gerçekçi/ varoluşçu bunalımlı roman akımına gönderme yapar, gelecekte insanın nasıl insanlıktan çıkacağını, değişeceğini, gerçeküstü düş gücü ile ele alıp işlemeye çalışır.
Kırmızı Türbanlı Kız’da da karşılığını bulmuş olan Kafka’nın kullandığı simge ve imajlar, ister varoluşçu ister psikanaliz tahlili şeklinde yorumlansın, zulüm, adaletsizlik ve ayrıcalık üzerine temellendiği halde tarihsel değerleri sorgulayan bir üniversite anlayışının evrensel kabul görmüş hukuka uygun yasalar tarafından düzenlenmiş bir dünyaca sorgulanmasına, üniversitelerin üzerindeki küfe işaret eder.
Meydanlar bireyselle toplumsalın hiçbir zaman birbirinden koparılamayacağının en kuvvetli simgesidir. Kırmızı Türbanlı Kız romanın geneline meydanların hakim olması bundandır.
Kafka’nın eserlerinde toplumsal yapı ile bireysel kirişlerin birbirinden ayrıştırılamazlığı üzerinde durulur. Zira birey, toplumsal, kültürel, dilsel bir hamur oluşu yönüyle, toplumsal yapıya bağlıdır her daim. Bireysel olanın öyküsünün toplumsallığa bağlanmasını gerektiren de budur. Kırmızı Türbanlı Kız’da ise öğrencilerin üniversiteden atılmasının bireysel olay gibi topluma sunulması eleştirilmiştir.
“Şato düzeni”ni kuranlarla üniversitelerde yayınlanan başörtüsü genelgelerinin arkasında aynı bürokratik “kağıt kaplanlar” vardır. Her iki romancının kahramanları da sürekli olarak kendi varlıklarını ve değerlerini tehlikeye sokan “kağıt kaplanlar”ın modern baskı sistemleri ile karşı karşıyadırlar. Kırmızı Türbanlı Kız romanının kahramanları da K. Gibi özgürlük ve itaat arasındaki gerilimi sürekli olarak duydukları ve düşündükleri içindir ki, bazıları başını açıp okula devam etmiş, bazıları ise okulu bırakmıştır.
Aslında her iki roman kahramanlarının özgür kalma isteklerini içinde bulundukları en olumsuz durumlarda bile korumaları, hakim-zalim güçlere katılmak gibi bir niyet ve istekte olmadıkları, o faşist dünyada bir görevli olmak istemedikleri gibi onun karşısında özgürlüklerini koruma amacındalar.
Fakat her iki roman kahramanları da “Şato Düzeni”nin mülkü olan üniversitelerle Şato’nun mülkü olan köyde yaşamak ve çalışmak istedikleri halde kimseye boyun eğmek istememektedirler. Başını açıp “Şato Düzeni”ne dahil olanlarla, başını açmayıp “Şato Düzeni”ni rahat bırakmak için Üniversiteden ayrılan öğrenciler gibi.
Değerli olmak ve kendilerini yükseğe taşımak için diplomanın ön şart olduğuna inandırılan bu öğrencilerin diploma/gelecek/rızık/kader/ v.b. değerlerle başörtüsü arasında tercih yapmaları gibi bir dayatma ile karşı karşıya bırakılmaları sonucu yapacakları tercihle inançlarını sorgulamalarının önü zoraki açılmış olacaktır.
Kafka’nın roman kahramanları, “kaybolmayı da kendilerini bulmayı da kelimelerin üzerinden gerçekleştirirler. Köydeki pek çok kişi için içine adım atmak bir yana, görmediği halde “Şato”nun varlığıyla hayatlarını sınırlamaları, ile Kırmızı Türbanlı Kız’da sürekli kullanılan Üniversite, fakülte, Danıştay Kararı, Anayasa, Devlet, Sistem, laiklik gibi ne olup ne olmadığı, hatta var olup olmadığı bile sorgulanmadan, adı bile duyulduğunda herkesin korktuğu bürokratik dokunulmazlık ile tanrısal bir dehşet arasında konumlanan bir güç odağıdır “Şato.”
K.’nın yardımcıları kolektif öznellikler içerisinde eriyerek kendi bireyselliklerini gönüllü olarak tümüyle ortadan kaldırmaktan mazoşist bir haz duyan ikna odası mimarlarını andırıyorlar bir bakıma.
Adorno da “parçalanmış yaşam-lar-dan yansımalar” sözüyle hayatımızı kuşatan tüm alanları bir şekilde etkileyip yönlendiren iktidar ilişkilerini ve insanın şeyleşmesini anlatır.
İkna odası sürecindeki görevli kadınların başörtülüleri nesneleştirme gayretleri Kafka’nın romanındaki kadınların genelde nesneleşmiş varlıklar olarak karşımıza çıkmaları ile erkeklerin hizmetinde olarak neredeyse bir eşya kadar iradesizleşmiş bir biçimde sunulmalarından etkilenmiş olmalarıyla açıklanabilir.
Dava’nın kahramanı Joseph K.’nın çarptırıldığı cezaya karşı çıkması ve hiçbir dayanağı olmayan bu cezanın kaldırılması için yeterince mücadele edecek yerde, bu cezaya karşılık tatmin olabileceği suç araması ile, öğrencileri üniversiteden atmak için birilerinin başörtüsünü kabullenilmesi gereken ceza suçu olarak topluma sunması aynı şeylerdir.
Dava’da ve Şato’da olduğu gibi Kırmızı Türbanlı Kız’da da tahakküm aracı olarak kullanılan kurumlara ve bu kurumların yatay iktidar ilişkilerine olduğu kadar, tahakkümün ve iktidarın kendisine de karşı gelinir. Yer yer görülebilen bazen de alegoriler üzerinden gösterilmeye çalışılan bir iktidar odağıyla kahramanların çatışmasına tanık oluruz. Fakat Kırmızı Türbanlı Kız’da da hiçbir dinsel, felsefi, ideolojik, politik referansa gönderme yapmaksızın yalnızca insan hakları bağlamında otoriteye karşı çıkılır.
Dava’daki baş kahraman Joseph K.’nın aksine Kırmızı Türbanlı Kız’daki kahramanların psikolojik özellikleri ayrıntılı olarak verilmeye çalışılmış, belirli sosyal, kültürel, tarihsel, mekansal ilişkiler ağına dahil, belirli bir geçmiş öyküsü olan derin boyutlu karakterlerdir.
Değişik korku renkleriyle büyük şebekeler halinde tüm toplumsal katmanlara yayılmış olan üniversite ve mahkemelerin kendi iletişim ağlarını ve dillerini oluşturma sürecinde şeyleşmiş birer varlığa dönüştürülen öğrenciler de, bu iktidar ağına takılmış birer atomize varlık olarak karşımıza çıkarlar.
“Bu köy şatonundur, burada oturan ya da geceleyen bir bakıma şatoda oturmuş ya da gecelemiş sayılır.” Daha romanın ilk sayfasında geçen bu cümle fiziksel bir mekan olarak Şato’nun bu özelliğinin çok ötesinde bir kurumsal kimliğe sahip olduğunu hissettirir. Şato’nun kendisi, her yere yayılmış, kendi dışında bir mekan olan köyü ve insanlarını da içine alacak şekilde bir ilişkiler ağını temsil eden bir öznellik kazanmıştır. Bir iktidar kurumunun fiziki mekanı olan Şato özneleşirken, karşısındaki insanlar nesneleşmiştir. Üniversite ile öğrenciler gibi.
Üniversiteden atılanlara af çıkması, tedavi edildikleri halde birçok öğrencinin düzelememesi, okuldan atılmayla girilen bunalımın etkisiyle yapılan yanlış evlilikler, YAŞ Kararıyla atılan bir askerin taksi şoför olarak romanda işlenmesi, kamu kurum ve kuruluşlarından ayrılmak zorunda kalan memur/öğretmenlerin eş ve çocuklarıyla verdikleri hayata tutunma çabaları ve mağduriyetleri gibi öngörü ve konularla da dikkat çekicidir. Seda ÇALIMFİDAN