- 664 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
UMUTSUZLUĞUN ÖYKÜSÜ (2)
En büyük oğlunun adı Adnan’dı.Daha beşine yeni girmişti.Sarışın,cılız ve çok yaramaz bir çocuktu.Hiç durmadan ağlar,evdeki pişen yemeklerden yemez,hep bakkaldan lokum,kurabiye,akide şekeri gibi şeyler isterdi.Bu yüzdende dede ve ninesinden azar işitir,bazan de şamar yerdi.Ana yüreği buna hiç dayanmaz,için için dede ve nineye kin beslerdi.Bu nedenlerdenki kavgalar,küslükler hep devam eder giderdi.Bir gün Adnan’ın dedesinden yediği şamara ana dayanamamış,kayınbabasına karşı gelmiş,kayınbabasıda demir su ibriğini kafasına geçirmişti.
Adnan ile kızı Zehranın arasında iki yaş ya vardı ya yoktu.Abisinin aksine Zehra sakin,uslu güzel bir kızdı.Üç yaşlarındaydı.Gelecekte çileli bir yaşamın onu beklediğini bilmeden hoplayıp zıplayarak çocukluğunu yaşıyordu.Oyuncaklardan uzak,salıncaklardan uzak;güzel giysilere,balonlara,renkli naylon ayakkabılara hep hasret kalarak...
Küçük oğlu yaşını yeni doldurmuştu.Adı Derman’dı.Üç aylıkken babası hapse girmiş,evin yükü dahada omuzlarına bindiğinden ana;anasütünü doğru dürüst emzirememişti Derman’a.Bu yüzden Derman sık sık hasta olur,köyün ebesi,doktoru olan çok bilmiş Zalha ebeyi çağırırlar,o da teşhisi hemen koyardı.Çocuk basma olmuştu ona göre.İşaret parmağını çocuğun boğazına sokar,çocuk baygınlık geçirinceye kadar parmağını hareket ettirir,çocuğun ağzından kan gelinceye kadar parmağını çıkarmazdı.Kan geldikten sonra çocuk iyi olmuş demekti.Çünkü çocuğun boğazındaki kanlı iltihap ona göre temizlenmişti.
Ana her sabah tandır yakardı.Gumpirli düğürcük aşı,tarhana çorbası ve yılan aşı...Bu sabahda gumpirli dğürcük aşını pişirmek için,içi yarı yarıya su dolu,dışı tandır dmanından kapkara is olmuş yemek kazanını tandırın üzerine koyduktan sonra çocuklarının yattığı odaya yöneldi..
Baba,kendi babasıyla birlikte günboyu dükkanda otururdu.Bakkal sanki dükkan değilde bir köy odası havasındaydı.Duvarın bir tarafına yapılmış terekler içerisinde ne ararsan vardı.Renk renk nazilliler,pazenler ve basmalarla bir manifaturacı mağzasıydı sanki.Gıcır gıcır lastik ayakkabılar,soğukkuyular(değişik bir lastik ayakkabı) lastik ve mesleriyle bir kunduracı dükkanı...Sandık sandık mıhlarla,sandık sandık at nallarıyla bir nalburiye dükkanı....Lokumlarıla,kurabiyeleriyle,Kayseri sucuklarıyla,helvalarıyla,tahinleri ve kuru İzmir incirleriyle bir süper marketti sanki...Duvarın iki tarafında da kerpiçten yapılmış sedirler üzerinde köylüler hem oturur hemde alışveriş yaparlardı.Satışlar daha çok veresiye olurdu.Peşin para ile çok ender alışveriş yapılırdı.Birde yumurta,buğday,arpa gibi şeylerle yapılan takas usulü alışverişler olurdu.
Kar hala yağmaya devam ediyordu.Köylüler damların üzerindeki karları kürümüş,sanki çok büyük işler yapmışlar havasıyla çorbalarını içmişler,evin erkekleri yavaş yavaş köy odalarına toplanmaya başlamışlardı.Köyde üç-dört tane köy odası vardı.Bu köy odaları köylülerin dünyalarıydı.Olmazsa olmazlarıydı.Odun sobalarında tezekler yakılır,bu yanan tezekler köz haline geldikten sonra mangallara çıkarılır,üzerinde çaylar demlenir ,
yeni el değirmeninde çekilmiş,kokusu iki yüz metreden hissedilen köpüklü türk kahveleri yapılırdı.Altın sarısı kaçak tütünler sarılır,tabakalar içine yerleştirilmiş sert ikinci,üçüncü
tekel sıgaraları mangalın üzerinden maşa ile alınan közlerde yakılır içilirdi.Kimin kaç ineği,kaç koyunu ,kimin kaç atı,eşeği olduğu herkes herkesinkini bilir;o yıl kimin sığır çobanı,kimin koyun çobanı olacağı;kimin köy bekçisi,kimin koru bekçisi olacağı orada kararlaştırılırdı.Köy imamına yıllık hane başına kaç şinik buğday verileceği;köy mektebinin çatısının bu yıl kiremit olup olmayacağı,caminin minaresinin yapılıp yapılmayacağı hep köy odalarında tartışılır konuşulurdu.Köyde sadece muhtarın odası ile bir köy odasında büyük batarya ile çalışan sandık büyüklüğünde radyo vardı.Ajanslar bu batarya ile çalışan radyodan pür dikkat dinlenirdi.Köylüler zaten iki partiyi bilirlerdi.İnönü’nün CHP’sini Menderes’in DP’sini.Ateşli tartışmaların arkasından dağılırlar,kış bitinceye hep böyle devam eder giderdi...
İşte Altın’ın babasının bakkal dükkanı da aynen bir köy odası gibiydi.Gelenlerin çoğu hem alışverişlerini yaparlar hem de sabahtan akşama kadar kimi uyuklayarak,kimi dinleyerek kimide konuşarak vakitlerini öldürürlerdi.
O kış çok çetin geçmişti.Köylülerin kiminin damları çökmüş,kimilerinin koyunları,inekleri soğuktan yemsizlikten,hastalıktan telef olmuşlardı.Çocuklar,yaşlı hastalar,yüklü kadınlar köyün yolları kapalı olduğundan ilçelerindeki sağlık ocağına yine her kış olduğu gibi gidemiyorlardı.
İşte anası o kış Altın’a yüklüydü.Ha doğurdu ha doğuracaktı.Sancısı bir gelip bir gidiyordu._Zalha ebeye haber göndersekde bir yere gitmese_diye düşündü.Çünkü diğer çocuklarının ebeside Zalha ebe idi._kadnın eli doktordan bile iyiydi_
Sancıları iyice artmıştı.Zalha ebeyi çağırdı kaynanası.Zalha ebe her zamanki gibi kendi bilmişliği ile geldi.Çok bilmiş bir kadındı.Ortalıkta dolaşan büyük oğlana :’ Hadi lan çık se buradan!’ diye azarladı.Doğum çok meşaggatli geçti.Geceyarısını geçiyordu.Ve çocuk ağlayarak dünyaya gözlerini açtı.B u çocuk Altın’dı.Kendi istemeden,kendinin isteği dışında,kendine hiç sormadan dünyaya getirdiler O’nu.Adı Altın’dı.Çocukluğunu yaşayamadı,çünkü yaşatmadılar...Gençliğine doyamadı.Çünkü doyurmadılar...Yıllarını zından ettiler,baharında kışı yaşattılar...Bu kış gününün geceyarısı karanlığında dünyaya gözlerini açan o küçük Altın;şimdi hala kışları yaşıyor,baharı blmeden...Yazı görmeden sonbaharına yaklaşırken...
Temmus 2006 Derdem Erdem