- 809 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
UMUTSUZLUĞUN ÖYKÜSÜ (2)
Yıl 1956,aylardan ocak ayı idi.Aydınlar köyünün dış dünya ile ilişkisi yine kesilmişti.Günlerce yağan kar komşudan komşuya gitmeyi zorlaştırıyor,ancak köy çeşmesinden testi ve kovalarla içme suyu getirmek için bir kişinin geçebileceği kadar çığırlar açılıyordu.Kerpiçten yapılı köy evlerinin yağan karın ağırlığından ötürü çökmemesi için;sabah erkenden köylüler kendi damlarının üzerindeki karları temizlemek zorundaydılar.
Köyde hiç çatılı ev yoktu.Evlerin duvarları kerpiçten yapılır,üzerlerine kavak ağaçları döşenir,kavak ağaçlarının üzerine de kamıştan örülmüş hasırlar serilir,onun üzerine saman;samanın üzerinede toprak yayılırdı.Aydınlar köyünde su geçirmez kırmızı çorak toprak bulunmadığı için uzak komşu köylerden at arabaları ile çorak toprak getirilir damların üzerine yayılırdı.Su geçirmesin diye.
Aydınlar köyü,yüzelli hane ya vardı ya yoktu.Köy,hafif yüksek bir tepenin yamacına kurulmuş kuzey ve batısı alabildiğine düzlük,güney ve doğu tarafları ise irili ufaklı tepelerle çevriliydi.Köyün kuzeydoğusu ve güneyinden yaz ayları geldiğinde kuruyan dereler akardı.Bu dereler köyün alt tarafından birbirine parelel olarak geçer,Ankara-Kayseri şosesinin devam ettiği yerde birleşirlerdi.Tabi bu dereler boyunca kavak ağaçları,söğüt ağaçları bahar geldiğinde;sonbaharda yaprakları sararıp dökülünceye değin köye ayrı bir güzellik ve yaşama sevinci verirlerdi.Bu dereler boyunca uzanan topraklar sulak ve verimliydiler.Köylüler bu verimli özlerde sebze ve meyve yetiştirirler,bostan ekerlerdi.
Baba namazını kıldıktan sonra işine gitmeden yabayı ve tırmığı alarak duvara dayalı ağaç merdivenden dama çıktı.’Haydi gız!ben dama çıkıyom,çabuk sende gel!’diye anaya seslendi.Ana yüklüydü .Şunun sırasında bir ay bile kalmamıştı doğuma.’Bensiz hiç bir şey beceremez bu adam!’ diye kendi kendine söylendi.Sabah daha tan ağarmadan ahırın temizliğini yapmış,hayvan gübrelerinide (basma)denilen yere karlara bata çıka taşımıştı.İnekleri yemlemiş,sütünü sağmıştı bile.Şimdide kocasıyla birlikte damın karlarını kürüyecekti.(temizliyecekti) Daha bunlar bir şeymiydi? Yirmidört saat çalışsa da işler bitmiyordu.’Elin karıları böyle değildi,kocaları kıymetlerini biliyordu.Ah!ne vardı sanki bunu doğurmadan düşük yapsaydım zamanında’diye düşündü kendi kendine.Ama böyle düşündüğü için kendini suçladı.Günaha girdiğini düşündü...Bu duygular içinde ;kışın karın soğuğunu yemiş,baharın yağmurun suyunu emmiş,yazın güneşin kavurucu sıcağından kurum kurum kurumuş ağaç merdivenden dama çıkmak için tırmanmaya başladı.Dama çıktığında kar hala yağıyor,kocası habire damın üzerindeki karları kürüyordu.
Kuşluk vaktine kadar ana ve baba damın üzerindeki karları temizlemeyi ancak bitirmişlerdi.Ama kar,yağmaya hala devam ediyordu.Köyün her tarafı beyaz gelinlikler giymiş kızlar gibi süslenmişti.Köyün sokaklarının bütün pisliklerini,bütün kötülüklerin üzerini bir atlas gibi kaplamıştı karlar...Yakın komşular,uzak komşular hepsi kadınlı erkekli damların başında kar kürüyorlardı.Uzaktan uzağa birbirlerine laflar atıyor,’Yardıma gelelim mi? Yardıma gelelim mi’? diye birbirlerine bağırıyorlardı.Kimileride birbirlerine alaycı alaycı tek parmaklı ellikleriyle (eldiven) ağızlarını,gözlerini kaplayan karlarını silerek ’sen akşama ancak bitirirsin’ diye ünlüyorlardı.
Baba,eğri büğrü ağaç merdivenden inerken karısına yine hoyrat hoyrat seslendi:’Hadi çabuk ol,ben işe gidiyorum,aş pişince oraya getir.’Ana duymamazlıktan geldi.Ağır ağır dikkatlice ağaç merdivenden indi.Elleri buz kesmişti.Lastik ayakkabısının içi karlarla dolmuş,ayak parmakları iyice uyuşmuş,sanki kopacak gibiydi.Çorap diye giydiği yamalı bez parçası çoraptan başka her şeye benziyordu.Suyunu sıkıp bir tarafa attığında fanillasına kadar ıslandığının farkında değildi bile.
Ana ne yapsındı ki? bu dördüncü olacaktı.Üçüne zaten zor yetişiyordu.Sabahları ineklerin barındığı ahırı,koyunların kaldığı çardağı temizlemek,onları yemlemek,ineklerin sütünü sağmak,onları sulamak hep onun üzerindeydi.Üstüne üstlük birde yaşlı kaynanası ve kayınbabasıda yanlarındaydı.Hepberaber kalıyorlardı.Evin bütün hanesinin yükünü o sırtında taşıyordu.Bu yüzden günün yirmidört saatı ona yetmiyordu ki.Evleri iki odadan ve bir tandır damından oluşuyordu.Dış oda dedikleri yeride başka bir amaçla kullnıyorlardı.Evlerinin batı taraf bitişiğinde de bir çardak ve ahırları vardı.Odanın birinde üç çocuğu ile birlikte kendileri kalıyor,evlik dedikleri oda da ise kaynanası ile kayınbabası kalıyordu.
Ayakkabısının içerisindeki karları temizleyip içeri girdiğinde çocukları hala uyuyordu.Kaynanası ile kayınbabasıda kaldıkları kaldıkları odanın kerpiçten yapılı sedir üzerine oturmuşlar,tesbih çekerek gelinlerinin yapacağı aşı içmek için ’niye bu kadar geciktin ?’ dercesine aldırmaz aldırmaz oturuyorlardı.Odalarının bir tarafına tahta sedirler üzerine un çuvalları dolu dolu dizilmişti.O çuvallar ki halis koyun yünü ipliğinden dokunmuş;allı yeşilli,sarılı çubuklu desenleriyle odalarına ayrı bir hava veriyordu.Yine odalarının bir duvarınada yün döşekler,yün yorganlar öyle bir ustalıkla katlanmışlarki odanın içerisi sanki bir renk cümbüşü gibiydi.Yine odanın pencere tarafında ise kerpiçten yapılı sedirin üzerinde osmanlı motifi nakışlarla bezenmiş kilimler vardı.Ve sedirin üzerinde duvara dayalı beridi sert halı yastıklar burasının bir şark odası havasına dönüşmesini sağlıyordu. Devam edecek.
Derdem Erdem