- 1552 Okunma
- 11 Yorum
- 0 Beğeni
Sevginin ‘den hali’
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
/Gece karanlığındaki sevişken yusufçuklar gibi uymuştuk sabaha…/
Tan yeri ağardığında sabahın bulanık merakı gülümsedi tabiata. Alınlarımıza vuran yumuşacık gün aydınlığı, uzaklardaki ağaç dallarında cıvıldaşan angut kuşları gibi, derinlerde bir yerde sessizce ruhumuzu okşuyordu. Buralarda her canlının alıştığı bu güzellik, yepyeni bir şeymiş gibi geldi bana. Oysa çocukluğumu böyle manzaralar içinde ve böyle bir tan ağarışında bırakmıştım ben.
Ellerimin arasında zamanın ilerlediği hızda büyüyen ve varlığını benim dağılgan atmosferime iyice kabullendiren ulaşımsız bir kaideydin sen. Ve o an temiz, arındırılmış bir rüzgâr gibi uyanıyordun uykudan. Sabah yelleri gri tepelerden alaca ceylanların esnemesini getiriyordu yanımıza. Ve biz, gece karanlığındaki sevişken yusufçuklar gibi uymuştuk sabaha.
Ağaç yapraklarına düşen kristalleşmiş çiyin tazeliğiydi yüzün. Bir yaşama umudunun doludizgin ezberlenmesiydi, bahardı, candı, Nisan’dı…
Bir gözünde mavnalar taşıyordu denizden, bir gözünde yağmur tomurcuklarıydı aşk. Ellerimde bir özgürlük şarkısı gibi tutuyordum seni. Yoldaştım, yoldaşındım. Bir kahramansam eğer, sen kahramanlara yakışan en güzel memlekettin. Uğruna destanlar yazmalıydım, savaşlara girmeliydim, her metrekaren için kıyasıya bir mücadeleye girişmeliydim. Kutsaldın çünkü, yüceydin, vatanımdın sonuçta. ‘Ben bu topraklarda doğdum, sende doğdum’ demeliydim. Dedim de zaten…
Uğruna girilen bir savaş varsa bu benim savaşımdır, bir zaferden söz ediliyorsa bu benim zaferimdir kuşkusuz. Bir yerlerimdeki bu tamamlanmışlık duygusu da senin eserin. Düşlemimdeki olur olmaz yanılsamalardan kurtuluşumsun sen; resimlerimdeki kırmızıdan çıkan ateşli sevdalar, sarıda biriken geçmiş duygusu, mavinin deniz seviyesindeki tatlı sesi ve beyazdan topladığım yaban papatyalarısın. Öyle tekdüze anlatamam seni, o pürüzsüz resim düzlemine yetmezsin, duvarlarım bu renk cümbüşünü kabullense de bilirim etkisiz kalır mekanın acizliği. Sen küçücük yüreğinle kocaman bir şeysin!
Tarihin daha ilk çağlarında insan eliyle çizilmiş toprak boyalı resimlerin olduğu mağaralardan geçtin. Aşk henüz insana ulaşmamışken, baldırı çıplak bir maneviyatın açılmamış penceresinde göründün ruhunun bir yönüyle. Sonra aşkın zararsız yönlerini buldu insanoğlu: yiyemedi, içemedi belki ama vahşiliğini ehlileştiren bu duyguyu sevmesini bildi. Asırlar yılları doğurdukça, eski alışkanlıkları, eski yabanlıkları ve eski sınırlanmışlıklarıyla kendilerini aktardılar torunlarına ve üzerine cilalanmış yepyeni şeyler eklediler unutmadan. Aşkın tıraşlanmış yüzeyine manevi dünyalarda biriken duygu ötesi yenilikleri bir vernik gibi sürüverdiler. Ve aşk bize kaldı sonunda!
Seninle yaşadığımız aşk değil; aşk başka, aşk ölümlü ve aşk bir dönemlik yalnızca. Aşkın kırılıp, yüzyıl öteye ve yüzyıl önceye ulaşması, yani bir başka mertebeye geçişin kanıtlanmış halidir aramızdaki. Sen aşkın eski uygarlıklarda meydana gelip, binlerce yıl sonra yükselen medeniyetlerde doruğa ulaşmış şeklisin. Benim uygarlığımda çığır açan bir şey ve önüne geçilemeyen hızıyla yüreğimi fetheden bir acem ordususun. Seni aşkların öldüğü ve bir daha dirilemeyeceği şizofren bir zamanda saklıyorum. Kimilerinin şaşkınlık, umutsuzluk ve kararsızlık içinde tükenişi seçtikleri yerde, sen aşkın kalbindeki hacmi dolduruyorsun ve bu uzamsal hareketin öylesine kültleşiyor, öylesine durağanlaşıyor ki hiçbir ölümlünün gücü seni oradan çıkarmaya yetmiyor. Dilden dile dolaşan efsanelerdeki gibi, bir taraflarında varlık dışı güçler oluyor senin: duyguların tenhalaşmaya ya da yoğunluğunu yitirmeye başladığı vakitler güçlerin giriyor devreye. O sönükleşmeye başlayan duygunun iyice bastıran uykusundan sert bir tokatla uyandırıyorsun beni: bu barbarlık değil, bana yaptığın bir iyilik aslında. Çünkü ben, seninle birlikte terfi edeceğim yerde, senden çok aşağıda bir yere doğru batıyorum. Ellerimden tutup, kollarımdan çekiyorsun; kendin için bana iyilik yapıyor, ucuna kadar geldiğim uçurumdan kolayca kurtarıyorsun beni. Oysa ben, seni düşünmeden intihar etmeyi deneyebilecek kadar aciz; yenilgilerden korkup kendinden uzaklaşabilecek kadar da korkağım işte. Ama sen bunları önemsemiyorsun, sen beni önemsiyorsun, benim senin devamın olmamı ya da senin benim selefim olmanı önemsiyorsun. Sanırım bu yüzden kurtarıyorsun beni ölümlerden, bu yüzden değerleniyorum kalbinde ve sanırım bu yüzden kopamıyorum senden. Sensiz ölmeyi deneyebilecek kadar ahmakça seviyorum seni!
Ne zaman tartışsak, ne zaman çekip gitsem, hemen peşime düşüyorsun: senden kaçabileceğim bütün yolları tıkayıp, çoğalarak karşıma çıkıyorsun hangi yoldan gitsem. Sana olan zaaflarıma, güçsüzlüğüme ve senden kopamamama biraz daha güç katıyorsun böylece. Kendi kendime hapsolmama ve bilinçsiz bir boşluğa düşmeme asla izin vermeyip, sende yoğunlaşmamı sağlıyorsun. İşte bu yüzden ben, feleğin çemberinden değil, senin çemberinden geçiyorum böyle başıboş saatlerde.
Sende son bulmalıyım, senin kollarında uyanmalıyım her güne; bir günlük değil, bir ömürlük bağlanmalıyım sana. Senin gibi sevmeliyim, senin gibi koşturmalıyım peşinden ve silinmez bir alın yazısı gibi kabullenebilmeliyim seni. Aşkın deri değiştirip, sonsuz sevdaya bürünüşünde yan yana olmalıyız. Ve dünya diz çökebilmeyi öğrenmeli o örnek alınası zamanda. Aşkımızın tüm hallerinden kurtulup, sevginin ’den hali’ ne ulaştığımızda, kıvanç dolusu duygularla seslenmeliyiz dünyaya. Herkesin imrendiği ve tüm dünyanın görebildiği bir mutluluk kulesinden bakmalıyız insanlığa kuşbakışı. İnsanlara sevmesini öğretmeliyiz: diyar diyar, köşe bucak, sokak sokak, kapı kapı dolaşmalıyız gerekirse; her önümüze çıkana sevgi demetleri pazarlamalıyız. İnsanlar unutmamak için sevmeyi öğrendiklerinde, başarının verdiği o doyum hissi içimize yerleşmeli ve diğer insanların sevgileri arasında küçücük bir sevgi olarak kalmalı sevgimiz: onları büyük sevgilere yönlendiren küçük fakat ölçülemez nitelikte bir değer olarak kalmalı. Elimizin tutmadığı yaşlara merdiven dayadığımız anda bile, gözlerimizde büyütmeliyiz bu bağlılığı. Ve severek gençleşebildiğimiz gibi, çok daha fazla severek ölebilmeliyiz o zaman!
Nevzat KONŞER
2007
YORUMLAR
"Sevgiye" "sevgiliye" bir iç döküş...
İnsanlara sevmesini öğretmeliyiz: diyar diyar, köşe bucak, sokak sokak, kapı kapı dolaşmalıyız gerekirse; her önümüze çıkana sevgi demetleri pazarlamalıyız...
Sevmek, her insanın içinde var olması gereken bir duygu mu? Yoksa öğrenilerek elde edilen bir duygu mu?
Keşke sevgi demetleri olsa ve siz pazarlasanız, o demetlerden alan herkes bir iksirin içinde birbirini sevmeyi öğrense.
Sevgisiz bir toplum oluyoruz. Sizin gibi örnek alınması gereken sevgilerin çoğalması dileğiyle.
Yüreğinize sağlık. Sevgi ve saygıyla...