- 1174 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
UMUTSUZLUĞUN ÖYKÜSÜ (1)
Uyandığında üzerindeki mahmurluğu,bitkinliği hala gitmemişti Altın’ın.O kadar mutsuz ve halsiz hissediyordu ki kendini; biran boğulacak,nefesi kesilecek sandı.Yatağında bir sağa bir sola dönüp duruyordu.Başındaki dayanılmaz ağrı,kulaklarındaki uğultu hala devam ediyordu.Kendini biraz daha uyumak için zorladı.Ama uyumak ne ala;yine o dipsiz sonu gelmeyen aykırı düşünceler ve kurgular vücudunun her zerresini uyuşukluğa itiyor,yatağından doğrulmak istiyor ama üzerinde sanki dağlar varmış gibi bir türlü yatağından doğrulamıyordu.
Gözleri bakıyor ama görmüyordu...Beyni çalışıyor ama düşündüklerini toparlayamıyordu.Kalbi çalışıyor ama yaşamıyordu sanki.Gözleri kavak ağaçlarıyla döşenmiş,üzeri kamıştan örülü hasırlarla kaplı odasının duvarlarına boş boş bakıyordu.Odasının tavanında ki sıra sıra dizili kavak ağaçlarıda O’nun gibi sessiz ve düşünceliydiler.Ama onlar Altın gibi isyan etmiyorlardı.Üç çeyrek asırdır belkide daha fazla zamandan beri üzerlerindeki tonlarca toprağın yükünü taşıyorlar banamısın demiyorlardı.Ya duvarlar...Saman ve toprağın su ile yoğrulup kalıplar haline gelmiş kerpiçlerden yapılmış duvarlar...Onlarda kavak ağaçları gibi yıllara meydan okuyorlar banamısın demiyorlardı.Ama yıllarca beraber ağlayıp,beraber güldükleri,her zorluklara beraber karşı koydukları Altın,onlar kadar dayanıklı değildi.Bir acizliğin,bir manevi güçsüzlüğün,bir yaşama küsmüşlüğün çöküşü içerisinde;yaşamla ölümün o ince çizgisi üzerinde bir gidip bir geliyordu.
Saat sabahın dokuzunu geçiyordu.Kuşluk vaktiydi.Dün akşamdan beri yağan yağmur hala dinmemişti.Altın,böyle bulutlu,kasvetli havaları oldum olası hiç sevmezdi.Yatağından kalkıp penceresinin buharlı camlarından;başkalarına huzur,bereket getiren yağmuru izlemek gelmiyordu içinden.Ama yinede isteksiz isteksiz kalktı,penceresinin önüne gitti yine o boş ve matlaşmış gözbebekleriyle,boş boş,yağan yağmuru izlemeye başladı.Penceresinin açıldığı sokak çok ıssızdı.Veya Altın’a öyle ıssız geliyordu.O kendi dünyasında yapayalnızdı.Yaşları seksene dayanmış anne ve babasıyla birlikte yaşıyorlardı.Baba sanki kurulu saat gibiydi.Sabah namazıyla birlikte bakkalını açar,akşam eve gelir;yatsı namazını kıldıktan sonra hemen yatardı.Konuşmazlardı pek,sanki yıllardır küs gibiydiler babasıyla.Ama anası öyle değildi Altın’nın.Konuşurlar dertleşirlerdi.Tabi birkaç yıldır onunlada küs gibiydiler.
Kapının açıldığını duydu.Gelen annesiydi.’kalktınmı’? diye sordu.O her zamanki vurdumduymaz haliyle annesine boş gözlerle baktı.Annesi bilirdi zaten oğlunun bu durumunu;yağmurlu,kapalı havalarda hep böyle durgun,solgun,yaşamla ölüm çizgisi arasında bocalayıp durduğunu..Kaçıncı kez O’nu bu çizgiden ana yüreğinin dayanılmaz acısıyla çekip kurtardığını..Oğlunun yalnız kalmasından hep korkardı.Korkardı;çünkü yaşam çizgisinden ölüm çizgisine atlayacağını düşünürdü.Ana bu ya! Altıncı hissi çok kuvvetliydi.Oğlunun,yanında olmadığı anlarda bu altıncı hisleriyle oğlunu hep kontrol altında tutmuştu.O’nu doğurmuş,büyütmüş üniversiteyi bile okutmuştu babasıyla birlikte.Ne çileler,ne zorluklar çekmişlerdi O’nu okutmak için.Ama körolası kader oğullarnı bu duruma getirmişti.
Yine herzamanki gibi oğlunun kahvaltısını hazırladı,çayını demleyip önüne getirdi.Yine herzamanki gibiberaberce sessizce,sanki küsler gibi hiç konuşmadan kahvaltılarını yaptılar.Ana,sofrayı toplayıp odadan ayrıldıktan sonra Altın,yine yalnızdı...O dipsiz aykırı düşünceleriyle yaşam ve ölüm çizgisinde bocalayp durmaya başladı...
Derdem Erdem Temmus 2006