- 2946 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
LEMOS ' DA ANTEP FISTIĞI YETİŞTİRMEK
ESENTEPE’ DE ANTEP FISTIĞI YETİŞTİRMEK
LEMOS’DA ANTEP FISTIĞI YETİŞTİRMEK
KARAMAN/ Sarıveliler/ Esentepe (Lemos) Köyü sınırları içinde yer alan Kütük Ardı mevkisinde Antep Fıstığı yetiştirileceği haberlerini memnu niyetle okuduk. Habere konu olan düşünceye bile gelecek için umut verici olduğu için çok sevindik.
Esentepe (LEMOS) Köyü sınırları içinde yer alan Kütük Ardı mevki si köy tüzel kişiliği mülkiyetindedir. Takriben 1400 rakımlı bir düzlük olan Kütük Ardı sahası meşe, geyicek (yabani elma), ardıç, katran ve ladin ağaçlarıyla kaplı ormanlık bir alandır. Bu alanın güneyi ve batısı Ermenek Göksu nehrine karışan Daran ve Lemos çaylarının derin vadisiyle çevrili dir. Menenğiç veya yöresel söylemiyle “Çıtlık” çalı ağaçlarına Antep fıstığı aşılanması başarıya ulaşırsa yöre ekonomisine olumlu katkı saglıyacağı aşi kardı. Temennimiz bu girişimin düşünsel olmayıp eylemsel olarak başa rılı olmasıdır.
Kütük ardı mevkisinde 1750 metre rakımlı Kocadağ ve bunun üzerin de de Lamos Antik şehri Kalıntıları bulunur. Bu antik kent, aynı zamanda Antalya/Gazipaşa sınırları içinde yer alan Lamos (Adanda) Antik Kenti’y le isim benzerliğinden öte ilişkili olan bir yerdir. Zira, Ak deniz bölgesinin yazları sıcak olan iklimin etkisini azaltmak isteyen insanlar, yaz aylarını ge çireceği havası serin ve her daim üfür, üfür esen korunaklı bir yere ihtiyaç olacağı için Adanda (Lamos)’ya yaylak yerleşim yeri olarak hizmet vermiş tir. Bunun için her iki antik yerleşim yeri aynı isimle (Lamos) adlandırılır. Coğrafik konumdan öte bu iki yerleşim yeri arasında tarih sel bir bağlantı olduğu muhakkak olup her iki kente aynı tekfurun ve ya kralın hükmetme si olasıdır.
Türkmen Karamanoğulları, 1256 yılında Ermenek’te Beyliğini ilan etmeden önce Ermenek ve yöresinde Lamos Helgası hükümranlığını sür dürdüğü unutulmamalıdır. Lamos Helga’sı; XI .yy da Ermenek’i zapt etme den önce Lamos Antik Şehrinde yaşamış olup dirayeti ve savaşçı kimliğiyle diğer tekfur nitelikli (Çukurbağ ve Uğurlu Köristanı, Cenne ve Lafsa gibi)yerleşim yerleriyle birlikte Ermenek’i de zapt ederek Taşeli’ne en az 50 yıl süreyle hükmetmiştir.
Lamos Antik Şehri, Taşeli bölgesindeki coğrafik konumu itibariyle Konya-Karadağ-Karaman-Ermenek-Lamos-Göktepe-Alanya hattında du- manla haberleşme mekanı olarak da kullanıldığı aşikardır. Tarihsel süreç teki stratejik konumu ve coğrafik yapısı gereği önemini orta çağda kay bet meyen Lamos antik Şehri, tüm kale ve bina yapısı, su sarnıcı ve diğer hiz met birimleriyle olduğu yere yıkıldığı için bakir bir alandır. Bu alanı rahat sız eden tek olgu; yüz yıllardır üzerinde yetişen devasa ardıç ve ladin ağaç ları ve define avcılarıdır.
Bu kentin bulunduğu doğadaki konumu; Ermenek Göksu nehrinin kollarından olan Fariske--Lemos çayı batısında oluşturduğu kanyondan ve güney batısından çağlayarak akıp gelen Daran çayı ile birleştikten sonra güneyinde oluşan derin vadi ve kanyonları geçerek Ermenek çayına kavu şur. Fariske ve Lemos çayının yatağı kanyon ve vadinin her iki yamacı doksan derecelik açıyla yükselmektedir gökyüzüne doğru. Lamos antik ken ti, vadinin kuzey yamacının takriben 1750 metre yüksekliğinde oluşan te penin üzerine konuşlanmış bir kartal yuvasıdır. Bu sini alan içine inşa edi len tarihi yapıtlar, doğa şartlarına direnemeyip kendi içine üst üste yıkıl mış vaziyettedir. Lamos Antik Şehri’nin coğrafik konumu sanki yazar Wla dımır Bartol’un; “Fedailerin Kalesi Alamut” romanında tasvir edilen Ala mut kalesini görsel ve gizem açısından sollamaktadır.
Kütük Ardı Mevkisinde Taşeli Toros dağlarına özgü, katıran, ladin köknar ve Sedir’in yanı sıra geyicek, çam, ardıç ve meşe ağaçları yetişir. Bunların arasında yer örtüsü şeklinde çıtlık (menengiç), alıç ve sumak bulunur. Her ağacın dibinde şiril, şiril akan bir oluk ve oluktan akan suyun önünde ağaçtan yontulmuş tekne vardır, yabani hayvanların su içmesi için. Bu ormanın içinde kardelen, nergis, sarı çiğdem, sultan navruz ve dağ lalesi yetişir. Bakir vaziyette olan doğayı sadece, kınalı kekliklerin yanık sesiyle bozkırın tezenesi Neşet Ertaş usta gibi bozlak türkü söyleyen kuşların nağ meleri çınlatmaktadır. Bu fani aleme halife olarak gönderilen adem-i insan bu güzelim doğayı tahrip etmeden önceki 1950’li yıllara gelinceye kadar vadi yamaçlarında dağ keçisi, geyik, ceylan yetişdiği ve avcıların avlandığı aşikar vakadır.
Menenğiç; karasal iklimin hüküm sürdüğü bölgelerinden ak denizin ılıman iklime geçiş yörelerinde yani, 1600 rakımlı coğrafik bölgelere kadar ormanla iç içe yetişebilen sakız ağacı türünden olup kurak ve sıcak hava şartları ile susuzluğa dayanıklı ve kışın nispeten soğuk havadan pek etkilen memekle birlikte kumlu, kireçli toprakta daha iyi yetişiyor. Esasında Antep fıstığının tohumundan üretilen fidana nazaran menengiç ağacı kökenli fida nın ürünü daha makbul ve dayanıklıdır. Ermenek Göksu nehrinin kollarını oluşturan Daran, Lemos ve Gargara (Güneyyurt) çaylarının vadi yamaçla rında doğal olarak yetişmekte olan menengiç (çıtlık), Ermenek Turkuaz baraj gölünün iklimsel etkisiyle birlikte Taşeli’nde yetiştiği alanın geniş lemesi kuvvetle muhtemeldir. Bu menegiç fidanlarına modern ziraat teknik leriyle yaklaşılması halinde bölgede alternatif önemli bir gelir getirici ürün olabilecektir.
Çıtlık meyvesi veren menenğiç ağaçlarının, modern ziraat teknikle riyle aşılanıp Antep fıstığına dönüşümün sağlanması fevkalede mümkün dür. Zirai tarım koşullarının iyileştirilmesi sonucu üretimi yapılacak çıtlık ’ın ve ya aşılanıp Antep fıstığına dönüştürülecek çıtlık ağaçları meyvesinin ekonomik değeri azımsanamayacak kadar yüksektir. Fakat şimdilik Kütük ardı ve çevresi yörelerde doğal şekilde kendiliğinden yetişen çıtlık, güz ge lince köylüler amatörce çıtlık hasadı yapıyor. Hak’Tea’lanın bahşettiği ka dar. Bu yeterli değil ve olmaması gerekir, Çıtlık değişime uğrayıp profos yonel modern tekniklerle Antep Fıstığına dönüşmelidir. Özellikle güney do ğu Anadolu’nun güzide şehirleri Gaziantep, Siirt ve Mardin’le özdeşleşen Antep Fıstığı’nın, ülkemizde yemek sanayisi ve kuru yemiş olarak kulla nımı ekonomik değerini her gün artırmakla birlikte önemli bir ihraç ürünü olması cazibesini iyice yükseltmektedir.
Lemos Köyü (Esentepe) muhtarının kararıyla otlakiye olarak değer lendirilmişti. Zaten Kütük Ardının güneyi ve batısı doğal korunaklı olarak Daran ve Lemos çayları ile çevrili olduğu için Kuzeyi ile Doğusuna en az beş Km uzunluğunda ve bir metre yüksekliğinde (büyükbaş hayvanın atla yamayacağı yükseklikte) taş duvar imece usulü yaptırılmıştır. Köy sakini her aile reisinin duvardan sorumluluk bölgesi vardı. Nisan ayında her kişi, sorumlu olduğu duvar bölümünde kıştan yıkılan yerlerin tamiratını yapar ve Haziran ayına tamamlardı. Böylece otlakıyede bulunan hayvanların kaçması önlenirdi şayet, sorumlu olduğu duvarı tamir etmeyen köylü olursa, Köy İhtiyar heyetince odaya çağrılıp özellikle cezalandırılır dı. Zira bura da ortak bir alanın kullanımı söz konusuydu.
Ülkemiz; 1950 yılından itibaren karma ekonomik sistemi uygulayan yönetim anlayışından, liberal ekonomik sisteme geçince Marşal planı çerce vesinde Amerikan yardımlarıyla da tanışma fırsatı bulmuştu. Ancak esas sorun ikinci dünya harbinin köylüde yaptığı psikolojik baskıydı. Zira yiye cek ekmek ve ekmeğe katık bulunamayan yılları yaşayan dede, baba, konu komşuda aç kalma korkusu halen devam ediyordu ne yazık ki. Her kişi ayağını yorganına göre uzatıyor ve bulduğunu “ak akça kara gün içindir” diyerek gıdım gıdım yiyor, kuru yavan, acı soğan karnının doyduğuna şükrediyordu Rab’bi’ne. Bu psikolojik korkuyu artan nüfus da körüklü yordu köylük yerlerde. Geçim derdine düşen köylüler bir arayış içindeydi.
Mahrumiyetin sinsi sinsi kol gezdiği ve coğrafik şartlarla baş etmenin imkansız olduğu ve en büyük sermayesi bilek gücü olan bölge sakinleri, bir çift öküzü, buzağılı bir ineği ve bir binek katırı-eşeği olan aileler şartlar uy gun olursa çalışarak belki ekmeğini pekmeze denk getirebilirdi. Şayet denk getiremezse; kıtlık ve yokluk diz boyu olup çaresiz bırakabilirdi insanı. Ba cada duman tüterdi amma, ocakta kaynayan tencere aşını bilmek mümkü olmazdı. Komşuda yoktu ki, kapı komşusuna yardımcı olabilsin. O zaman insanlar dağlarda yabani şekilde yetişen ahlat armudu, geyicek ve ya bani erik toplayacak, yıkayacak, dövecek, kurutacak ve yarı yarıya arpa ile karıştırıp su değirmeninde öğütecek, un haline getirerek evde kırmızı renkli ekşice şepit ekmek yapıp yedirecek çocuklarına. Büyük ve küçük baş hay vanları için geven toplayacaktı dağların başından. Rızkını helalinden temin eden kişilerin açlıktan başka türlü kurtuluş çaresi yoktu.
Hatta 1960’ lı yıllarda “Tavuk Hacı Emmi” lakaplı Muharrem Hoca; ikinci dünya savaşı yıllarında yokluktan o kadar çok çekmiş ki; bir yazın harmandan göçen komşusunun harmanda bıraktığı kesmükleri (ekinin dü venle dövülmesi sonucu çak mak taşlarının kesemediği ve hayvanında yeme si imkansız olan boğumlu kısmı) toplamıştı. “Komşunun beğenmediği kes mük’ü niye topladığı sorulduğunda;
-Hoca cevaben; “ Önümüze gelecek kışın çok çetin ve zor geçmesi halinde ahırda sap saman, ot tükenince bu kesmükleri, hayvanlara vermek için çok ararız, kara kışta aç kalan hayvanları beslemek için arar olunur bunlar. Şayet samanı tükenipde istemeye gelenlere, belki de bunu bırakıp giden komşuya kendi kesmükünü verir, gönlünü ve duasını alırız” diyerek har manda bir çöp dahi bırakmamacasına toplatır. Kıtlık görmüş kişilerin aldı ğı tedbir, kara kış yaşanınca düşünüldüğü şekilde gerçekleşir.
İkinci dünya harbinin Avrupa ülkelerini kasıp kavurduğu yıllarda A nadolu’da yeni doğmuş bebeleri öksüz, yetim ve başı al yaşmaklı, eli kınalı gelinleri dul bırakmamak amacıyla uygulanan savaştan uzak durup savaşa girmemekle birlikte güçlü ve caydırıcı askeri güç bulundurmak için sürdü rülen siyasi politikalar, savaş sona erip barışın sağlanması üzerine devleti yönetenlerin değişmesiyle birlikte ülke liberalleşir. Her vatandaş önünü gör meye ve gelecekle ilgili umutlanıp planlar yapmaya başlar. Bu ahvali du rum çerçevesinde ülke genelinde olduğu üzere Lemos’lular da, iş ve aş der dine düşüp orman vasfını kaybetmiş yerlerde yeni tarım alanları açıyor.
Orta Torosların Taşeli platosunda doğa şartlarının imkan verdiği öl çüde genelde hububat ziraatı yapan Lemos’lu, daha iyi ürün alabilmek ama cıyla tarlasını nisan ayından itibaren nadas etmeye başlardı. Her aile im kanları ölçüsünde en az bir çift öküz, sütü için bir inek ve yük taşımak için katır ve ya eşek sahibi olmaya çalışırdı. Bir ara köyün büyük baş hayvan sayısı, nerdeyse nüfusuna eş değer olmaya başlamıştı. O devirde; şimdiki gi bi toprağa kimyasal madde karıştırılmadığı için belki de toprağa attığı tohu mu bile ürün olarak alamazdı köylü mehmet ağa. Bedenen çalışmak da sert doğa şartlarının oluşturduğu verimsizlik sorununu çözmeye yetmezdi. Ra kım 1300-1450 metre olan Lamos ve çevresinde doğa şartları çok acımasız olduğu için yokluğun özünü oluşturuyordu.
1960’lı yıllarda ilkokullar 1-mayıstan itibaren yaz tatiline girerdi. Or ta okula gitmeyen çocuklara dağlarda öküz otlama görevi verilirdi. Ailenin rızkını temin etmek için her birey gücü ölçüsünde katkı sağlıyordu. Ailesel iş bölümü çerçevesinde dede, baba ve anne’den birisi sabah erkenden öküz leri alıp tarlayı nadas etmeye giderdi. Ailenin çocuğuda saat dokuza doğru evden kendi azığı ve tarlayı nadas eden kişinin sabah yemeğini tarlaya gö türürdü. Öğle ezanında nadas işi biter ve öküzler çoban çocuğa teslim edi lirdi. Çocukda öküzleri, köy muhtarlığınca otlakiyesi yasaklanmayan yerde akşama kadar otlatırdı. Bu uygulama nadas edilecek tarların nadas işlemi tamamlandığı mayıs ayı sonuna kadar her gün aynı hızla devam ederdi. La kin çocuklarda daha çok bıkkınlık yaratırdı bu monoton yaşam.
Bu arada Lemos Köyü Muhtarı, Kütük Ardında otlakıyeye bırakılan büyük baş hayvanları korumak için iki ay süreli (1-Haziran/1-Ağustos ara sı) bir bekçi tutardı. Otlakiye bekçisi, bu süre zarfında Kütük Ardının Sö ğüt Oluğu girişinde doğal çardakta kalır ve otlakıyede yayılan en az 1500’ ila 2000 arası hayvanı muhafaza eder, kaçmasını ve çalınmasını engellerdi. Lemos’un komşusu olan Uğurlu, Günder ve Boyalık’lı köylülerimizin şayet Lemos sınırları içinde arazisi varsa onlarda büyük baş hayvanlarını ücreti karşılığı otlakiyeye getirirlerdi. Bu uygulama tüm aile bireylerine düşünsel rahatlama sağlıyordu. Komşu köylerde bu şekilde bir uygulama olmadığı için Lemos’luların, imkanlarını paylaşması ve gücünü birleştirmesi takdir edilirdi. Aksi takdirde ilk ve orta okul çocukları yaz boyunca mayıstan ey lüle kadar sürekli öküz otlatacak ve kışın okula gideceği için; dinleme, oyun oynama, çaya gidip yüzme ve balık avlama imkanı bulamayacaktı. Lemos’un bu takdire şayan uygulaması 1955 yılından itibaren çeyrek asır dan fazla sürdürüldü.
Türk Demokrasisine silah zoruyla ara verildiği 27-mayıs/1960 ihtilali nin gerçekleştiği aylardan sonra; Lemos sakinlerinin oyu ile muhtar seçil miş olan Ak Mehmet’ın muhtar mührünün elinden alınması sonucu; kendisini görmedim amma, hanesinde üzüntünün kol gezdiğine çıplak gözle tanık olunmuştum. Bu durum kişinin; zar, zor kazanıp sofrasına yemek için koyduğu ekmeği, metazorı elinden alınmasından başka bir şey olmadığı için çok acı bir şeydi. İkinci dünya savaşının avrupada tüm şiddetiyle hüküm sürdüğü yıllarda Taşeli’nde, gariban köylünün öşür vergisi vermemek için harmandaki alın teri buğday çecinin bir miktarını gizlice aşırması kadar acıydı ve yürekleri dağlayıp yakıyordu.
İşte 1963 yılında Lemos ilkokulunda 4. ve 5. sınıfta okuyan; Hasan De mirel, Etem Okumuş, Mustafa Aytekin, İsmail Korkmaz, Süleyman Mutlu, Ahmet Çelebi (rahmetli), Mustafa Atay (rahmetli), Mustafa Kökçam (rah metli), Ali Özkan Coşkun (rahmetli), Süleyman İleri, Hüseyin Yıldız, Ali Algül, Ali Gündüz, Mehmet Gültekin, Yusuf Alağ, Ahmet Ersan, İsmail Bay sal, Ahmet Yalçın gibi arkadaşlar ve bu satırların yazarı, öküzlerin Kütük ardında otlakiyeye gitmesini dört gözle beklerdi, uzun soluklu bir tatil yapmak için. Lemos-Günder çayına çimmeye, balık avlamaya gitmekle birlikte yer altına metrelerce hendek açılarak ekin çöpeli çapında çıkarılan su önüne açılan çamur havuzlu bahçelerde çağla elma, erik toplamak ve hoyratca gezip tozmak çok güzel günlerdi.
Köylük yaşamında her bireyin yapacağı bir iş olup çocuklarda gücü o ranında çalışırdı. Çalışmayan, çalışmayı sevmeyen, avuç içinde nasır oluş mayan çocuğa; "İstanbul Bey Efendi simisin" diyerek biraz tuhaf gözle bakıp yadırgarlardı. Yani; “şehirli olursan, zor işlerde çalışmazsın, şehirli olmak içinde öncelikli olarak okumak, okulda derslerin iyi olması ve en kısa sürede devlet memuru olup masa başında hizmet edilmeliydi. Yinede boş zamanlarda aileye yardım edilerek bir koltukta iki karpuz taşınmalıydı.
Büyükbaş hayvanlar Kütük ardına gönderilince, sütü için sağılacak buzağılı inekler her gün ikindi vaktinden sonra Kütük Ardından köye ge tirilecek (takriben 5’Km) ve sabah erkenden tekrar oraya götürülüp çoba na teslim edilmesi gerekirdi. Bunu yine on beş yaşından küçük çocuklar ya pardı. Her gün sabah akşam on kilometre yol yürümek o dönemde zor gelen bir işlevdi fakat, şimdiki dönemde her gün sabah bunun üçte birini zayıflamak adına zoraki spor diye yürümeye çabalıyoruz.
Bu yılların birisinde Rahmetli Baki ERTAŞ, Kütük Ardına bekçi oldu . Baki amcanın Mustafa isminde bir oğlu (1990’ lı yıllarda Köy Muh tarı oldu) var. Mustafa bizden takriben 3-4 yaş büyük olduğu için babasına yardımcı oluyor. Söğüt Oluğunda bulunan çardakta genelde Mustafa du ruyor ve biz o’nunla muhatap, arkadaş olduğumuz için sağımlık inekleri onun kontrolunda akşam teslim alıp ve sabah genelde ona teslim ediyoruz. Kütük ardının Söğüt Oluğu kapısı sanki devletin, gümrük kapıları gibi res miyet içinde mübarek. Başka bir köylünün hayvanını habersiz çıkarta mazsın oradan, vermezler.
Mustafa Ertaş’ın ağzı çok güzel laf yapıp anlatımı kuvvetli ve bir hadi seyi anlatırken dinleyeni esir alan bir tarz sahibiydi. Orta okulu bitiremedi ği için bir şekilde terk etmiş fakat, Ermenek’te öğrenci olarak kaldığı süre ce sinemaya gidip film seyretmiş, filmde oynayan başrol, alt rol artist oyuncuların adını ezberleyerek farkındalık yaratmış. Sinemada bir film seyret mesinin yanı sıra arkadaşlarından da duyduklarını katınca dizi film dağar cığı oluşturmuş aklında. Mustafa’nın belleğinde benzer senaryolu filmden fi lime geçerken yepyeni bir film türeterek film sayısını iyice artırdığı için a yaklı film makinesı gibiydi. O dönemde teknolojik gelişmeler çok az olduğu için günümüz koşullarında olduğu üzere her yerleşim yerinde, sinema sey retmek, televizyon izlemek bir yana radyo dinlemek bile mümkün değildi. Çünkü o tür teknoloji daha yoktu köylük yerlerde. Bunun için seyirlik bu tür oyunların anlatımı yer ediyordu genç dimağlarda.
Demokrasiye darbe vuran 1960 yılı askeri darbesinin gerçekleştirildi ği yıllarda Lemos Köyü ilkokulu’nda başöğretmen olarak Haydar Gültekin görev yapıyordu. Haydar Hoca; idealist, Atatürk ilkelerine yürekten sadık ve Cumhuriyet Türkiye’sinin cehaletten kurtulup “muasır medeniyet sevi yesine erişmesinde yılmaz bir eğitim neferi ve bu inançla gecesini gündüzü ne katarak çok çalışıyordu. Bu çalışma; genç yaşında öğretmen olarak gö rev yaptığı ikinci okul, kendi köyünün okulu olduğu ve o toprakların mah rumiyet çilesi ile is, aş derdini çok iyi bildiği için ayrı bir heyecan ve ivme kazandırıyordu O’na. Köyünün her hanesinin bacasından çıkan dumanın renginden hane içinde yaşayan ailenin açlık tokluk hali ile ideallerini çok iyi biliyordu Haydar öğretmen. Bu hanelerin çocuklarının da kendisi gibi bir an evvel devlet kademesinde görev alması için büyük bir çaba içindeydi. Cumhuriyetle birlikte devlet memuru olarak köyünden görev alabilen ikin ci kuşaktı. Lemos’ta ilk okul olmadığı yıllarda Fariske (Göktepe) de ilk oku lu okuyup köy enstitüsünden öğretmen olarak mezun olan Mustafa Alkan’ dan sonra Lemos ilk okulundan mezun olup Ermenek orta okulunu bitirip öğretmen okuluna giderek öğretmen olan; Ahmet Dağdelen, Ahmet Dilek, Ali Ersan, Mehmet Çalışkan ve askeri okuldan ast subay olarak mezun olan Ahmet Yıldız, Mustafa Kökçam, Mustafa aydın, İbrahim Özer, Ahmet Tu tar köyünü aydınlatan ve yeni ufuklar açan birer meşaledir.
Her gün sabah Kütük Ardı söğüt oluğuna köyden sağımlık süt inekle rini teslim etmeye giden en az 10 çocuk, inekleri teslim edince köye dönüş i çin biraz ağırdan hareket edip tevgendelik yapardı. Zaten köyden oraya varış vakti kuşluk olurdu, bir de; buradan hemen köye dön ve ikindiden sonra tekrar söğüt oluğuna gelmek, direzi çözer gibi zahmetli bir işti esasın da. Çocuklar bu zahmetli işi ve günlük yirmi kilometreye yakın yürüyüşü azaltmak için kendince bahane arıyordu. Ertaş Mustafa’da; yalnızlıktan ca nının sıkılmasını engelleyecek, ara sıra iki çift laf edip hoşca vakit geçirecek arkadaş arıyordu. Bu iki istek Ertaş Mustafa, söğüt oluğundaysa, gerçekleş mesi mümkündü, değilse babası Baki amca orada, Mustafa yoksa çocuklar tıpış, tıpış oradan ayrılıyordu.
Mustafa Ertaş, günlük işini tamamlayıp büyük kayanın önüne ağaç dallarıyla yapılan yüksek tepeli çardakta yerini alınca; köye gitmeyen ço cuklar başında toplanırdı, film anlatması için. Laf lafı açtıktan sonra sözü alan Ertaş sırayı film anlatmaya getirirdi. Ermenek’te sınemalarda oyna yan film süresi genelde doksan dakika olduğu halde; Ertaş Mustafa’nın an lattığı fılm süresi en az 3-4 saat sürerdi. Anlattığı filme; kendi hayal gücün den dinleyenlerin ilgisini çekecek bölümler ekleyerek senaryoyu merhum senarist Atıf Yılmazdan daha iyi yazardı ve yönetirdi. Filmin her sahnesi ballandıra, ballandıra ve tekrar ederek uzattıkça uzatarak anlatır, nerdeyse ezberletinceye kadar anlatmaktan bıkmazdı. Hatta dövüş sahneleri için can kulağıyla dinleyen bir arkadaşı kaldırıp ayakta uygulamalı gösterirdi. Rah metli Ayhan Işık, Ahmet Tekçe. Sami Hazinses, Sadri Alışık, Leyla Sayar ve Zeki Müren, Ajda ve Fatma Girik gibi artistlerin adını ondan öğrendik.
Biz öğrenciler bütün bildiklerimiz Öğretmenimiz Haydar Gültekin’in okulda anlattıklarından öğrenir ve hayatı tanırdık. Fakat Haydar Hoca, bi ze böyle film gibi boş şeyler anlatmaz sadece boş zamanlarımızda kitap oku mamızı önerirdi. Biz ise; millet olarak alışkanlığımız ve tedavisi imkansız hastalığımız olan kitap okumak yerine anlatılanı dinlemeyi” yeğliyorduk. Yanlış yaptığımızın farkına varmıyorduk o yaşta. Bilgiyi; okuyan kişinin kaynağından öğrendiğini amma, dinleyen kişinin ise; anlatanın fikrini kat tığı şekliyle öğrendiğini, hesaba katmıyorduk. Anladığım dille; kitap oku yan pekmez yerse, dinleyen sirke içer, nasıl olsa ikisi de üzüm ürünü.
Kütük ardına sabah giderken kendi kendimize hemen köye döneceğimize söz versek dahi Ertaş’ı dinlerken zaman su gibi akıp giderdi. Ne mümkün çardaktan ayrılabilmek, bakmışsın öğlen vakti geçmiş ikindi gelmek üzere. Bu vakitten sonra köye 5 km gideceksin ve yemek yedikten sonra 5 km daha geri döneceksin. En iyisi Ertaş’ın azığından payına düşen bir dilim kuru ekmeğe kanaat etmek deyip akşama kadar aç beklerdik. Fa kat dinlediğimiz film her şeye değerdi ve memnun olup açlığı unuturduk.
Esasında söğüt oluğunun buz gibi suyu tıka basa doygun olsan da yediklerini değirmen gibi derhal öğütürdü. Sanki suyunda pürün asit vardı, çok tez acıktırırdı.
İşte bundan elli yıl öncesi köy merası ve otlakiye olarak değerlendiri len Kütük Ardı mevkisi, günümüzde Antep Fıstığı yetiştirilmek üzere değer lendirilmesi çok önemli bir hadisedir. Bakarsınız; Taşeli’nde birinci kalite Antep Fıstığı ürünü alınmaya bilir amma; ikinci kalite ürün bile rekolte, ka lite ve ekonomik getiri açısından diğer meyvelerin önüne geçebilir. Trab zon’dan Sakarya’ya kadar kara deniz sahil şeridi ve interlandında fındık ye tiştirildiği halde fındığın kalitesi ve rekoltesinin her yerde aynı olduğu söyle nemez. Turkuaz Ermenek barajının ılımanlaştırdığı Taşeli’nde Antep Fıs tığı üretiminin ya da menengiç ağaçlarının aşılanarak çıtlık yerine ekono mik değeri daha yüksek Antep fıstığı üretiminin teşvik edilmesi gerekir.
Ülkemizdeki değişim ve gelişimle birlikte besi hayvancılığı ve hubu bat tarımı oldukça azaldı. Tüm köyler, sosyal hizmetlere kavuştu, çalışma yan kişilerin bile alım gücü (cebde en az 5 TL. lik sığara ve mobil telefon) arttığı için zahmetli hububat tarımı yapmaz oldular, kurbanlık hayvan bile araba üstü satıcıdan, süt bakkaldan, sebze ve domates seyyar satıcıdan, un şehirden alınır oldu. Sosyal güvenlik kuruluşuna tabi olup aylık geliri olan lar ile sosyal güvencesiz ve aylık geliri olmayan kişiler aynı sisteme, harca maya ve tezgaha tabi oldular. Üzüm, üzüme baka, baka karardı. İnsan ken di yiyeceğini dahi üretmez oldu ülke genelinde.
Özellikle ikinci dünya harbinin sona ermesi ve 1950’li yıllardan itibaren liberalleşmesinin sağlanmasıyla birlikte 30 yıl süreyle ilkel şekilde gerçekleştirilen çalışmaların hepsi mazide bir anı olarak kaldı. Ancak asıl olan gök kubbede hoş seda bırakmak. Bu hoş sedayı ak kağıda düşerken bu na vesile olanlardan, ismen adı geçen ve ya unuttuğumuz için adı geçmese bile zimmen hatırlanıp hayali gözümüzün önünden geçen tüm büyük ve kü çüklerimiz ile ebediyete intiikal edenleri rahmetle, hayatta olanları saygı ile anma fırsatını bulmuş olduk. Allah Firdevs’de buluştursun dileklerimle…
Mart / 2010
Süleyman YILDIZ
( LEMOS 5303)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.