- 906 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
PEMBELİ MAVİLİ ZARFLAR
Güneşe rağmen sert esen rüzgâr, ağaçların kuru dallarını haşince sarsıyordu. Rüzgârla kuru dalların bu haşin dansını seyrediyordum. Ağaç dallarını sarsan rüzgârın yarattığı hareketli manzarayı seyrederken, birden gençliğimin böylesine rüzgârlı bir gününde, aldığım ilk aşk mektubu geldi gözlerimin önüne. O pembe zarf ve esen rüzgâr, çok uzaklarda kaldığına inandığım gençliğime götürdü beni... Hayatımıza renk ve mana katan pembeli mavili zarflarla sevgiliye yazılan mektupların verdiği hazzı, bu gün ki elektronik postalarda yaşayabiliyor muyuz acaba. Bilgisayar âleminde bir şiiri bile ellerimizle yazmanın zevkine varamıyoruz. Şairin sayfasından copy paste yapıp elektronik posta ile istediğin yere saniyede gönderiyorsun. Çok ruhsuz. Kendinden bir şeyler katmadan. Uzaktan gelen mektupların merakla beklenmesi, Günlerin sayılması, artık unuttuğumuz çok güzel özlemlerdi. Zarfların üzerindeki pulları kesip saklamalar. Mektupları sakladığımız küçük süslü kutular anılarımıza karışırken birer nostaljik eserler oldular. Gelen mektupları beğenmemişsek, ya da bir anlık öfke yüzünden o mektupları yok etmemiz gerekiyorsa, önce öfkeyle o zarfı ve mektubu yırtmak, arkasından yakılan bir kibritin ateşinde o kâğıtların kıvrıla büküle yanışını seyretmekte, şimdi çok uzaklarda kalan, yinede düşünürken yüreğimizi sızlatan acılar oldular. Şimdi ise istenmeyen yazılar sanal âlemde bir tıklamayla yani delete yapmakla silinip gidiyor. Bu arada hayatımızın da en güzel yanlarını delete yaptığımızın farkına bile varamıyoruz. Bakın güzel ve nostaljik bir yazı yazmak istedim ama, sanal alemden uzaklaşamıyorum. Hayatımızı tamamen teslim almış olan bu dünyadan ancak zaman zaman düşüncelerimizle uzaklaşabiliyoruz. Hayatımızı çok kolaylaştıran bu bilgisayar âlemi, bir yandan da içimizdeki romantizmi ve sıcaklığı aldı götürdü. Ben bilgisayarı çok sevmeme rağmen, gençliğimdeki o günleri de aramaktan geri kalmıyorum. İnsanlar o zamanlar sevgilerine çok büyük bir özen göstererek emek veriyorlardı. Bunun yanı sıra insanlar arasındaki ilişkilerde de çok daha candan ve çıkarcı yaklaşımlardan uzak beraberlikler söz konusuydu. Gerek öğrencilik hayatlarında olsun gerekse iş dünyasında olsun insanlar bu gün olduğundan daha çok paylaşımcı idi. Sevginin paylaşıldıkça büyüdüğüne inanılıyordu. Nefretinde paylaşıldıkça biteceğine, yerini sevgiye bırakacağına inanılıyordu. Bizlerin gençlik dönemleri, sanki daha bir saflık doluydu. Hayatımızı bu gün ki gibi sanal sevgilerle değil gerçek sevgilerle yaşıyorduk. Sevmek için seviyorduk. Çıkar ya da üstünlük taslamak için sevmeyi tercih etmiyorduk. İşte bizim gençliğimiz böylesine güzelliklerle, sanal olmayan gerçek güzelliklerle doluydu. Şimdi çocuklarıma gençliğimizin o unutulmaz öykülerini anlatırken sanki bir masal dinlermiş gibi heyecan ve ilgi duyuyorlar. Tekrar tekrar anlattırıyorlar. Mesela bir mektup almanın bana tattırdığı hazzı onlara anlatmaya çalışmak gerçektende çok ilginç bir deney oluyor benim için. Ben bir yandan o günleri yaşarken, bir yandan da çocuklarıma kaybolmak üzere olan kültürümüze ait bir bölümü aktarmaktan büyük mutluluk duyuyorum. Evde çocuklarıma geçmişten söz ederken, o günün şartlarını, siyasi durumunu, hatta o olayın geçtiği gündeki hava durumunu bile en ince ayrıntılarına dek anlatırım ki çocuklar o yılları daha iyi anlayıp, kavraya bilsinler diye. Özetle biz bu gün geçmişimize özlemle bakarken bu günü yapay, yüzeysel olarak niteliyoruz. Bundan 30 sene sonra, çocuklarımızda bu günler için, bu gün benim kullandığım kelimeleri kullanıp, bu günler için “ah o günlerimiz ne güzel günlerdi” mi diyecekler acaba. Teknolojik açıdan, dünyaya erken geldiğime inanıyorum. Ama dünyanın her geçen gün değerlerini yitirdiğini görünce de geç geldiğime inanıyorum. Tarih kitaplarımız değiştirilse bile bizler geçmişimizi çocuklarımıza unutturmamalıyız.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.