TEPE’NİN TÜRKÂNI
En güzel kızıdır vaktinde Tepe’nin. Üzerine türküler yakılmıştır en hüzünlüsünden, gözyaşları dökülmüştür en şaşaalısından. Klasik aşk hikâyelerine benzer biraz, özdeşleşiverir Karakoçanla… Şimdiki gençler bilmez, bir öncekilere sormak lazım hikâyesini… Bizde yazabildiğimiz kadarıyla, uyarlayabildiğimiz kadarıyla yarına kalması hasebiyle kalem aldık bu aşkı… Belki de Türk Edebiyatı’na bir aşk hediye etmiş oluruz. Ne bir eksik ne bir fazla!
Güzel mi güzeldir, alımlı mı alımlıdır. Herkesin dilindedir güzelliği, herkesin dudağındadır adı… Bir bakanın bir daha gözlerini alamayacağı kadar yakıcıdır bakışları… Saçları uçurumdan düşen gönüllerin tutunduğu bir iptir, sesi buğulu bir sestir ki duyan bir daha uyanmak istemez, tatlı ve hoş bir ninnidir. Adı ise dünyanın en tatlı adıdır, onun adının mevzu bahis olduğu meclislerde herkes susar onun hayali ile hemdem olurdu muhterem zatlar. O kadar dolmuştu ahalinin gönlüne. Bir pınar suyu gibi akmıştı kalbine yörenin.
Ona meyil eden yüzlerce binlerce gönülden biriydi Ahmet’in gönlü. O karşılıksız ve imkânsız olduğunu bile bile tutulmuştu Türkan’ın bir gamzesine Ve asılı kalmıştı yüreği gamzesinde Türkan’ın. Evde çayırda bayırda; her yerde her zamanda Türkan’dı diline dolanan. Bir dua gibi ismini sayıklardı hep, bir su gibi ismini içerdi Türkan’ın.
Türkan istenir yüzlerce binlerce taliplisinin yaptığı gibi Ahmet tarafından. Sonuç baştan bellidir oysa hayır. Ahmet geleneklere uymuştur, büyüklerine uymuştur lakin yanıt onun yüreğindeki ateşi söndüreceğine daha bir alevlendirmiştir. Bu ateş öyle bir ateştir ki yöredeki herkesin diline pelesenk olur en az Türkan’ın güzelliğinin anlatıldığı kadar. Ah Türkan bu öyle onulmaz bir hastalıktır ki Ohi’nin bütün suyunu deva diye getirsen ne çare, merhem diye sürsen nafile!
Tepe, Karakoçan’ın kalbidir. Karakoçan’ın ortaya çıktığı dallanıp filizlendiği ve kocaman bir şehre dönüştüğü yerin merkezidir. Toprak evlerden müteşekkil yerli diye addedeceğimiz kişilerden kurulu bitişik damlarında çocukların gece yarılarına kadar oyunlar oynadığı iki üç ailenin bir dam altında yaşadığı hırsızlığın kavganın patırtının olmadığı ve yabancının asla girmediği bir mahalleydi Tepe. Tepe Karakoçan’dır, Karakoçan Tepe’dir. Türkan ise Tepe’nin en meşhur adıdır. Karakoçan’da iz bırakanlar, Karakoçan’ın meşhurları gibi sıralamalarda ilk yazılması gerekenlerdendir. Hatta ve hatta belediye meclisi Türkan’ın adını bir sokağa bir parka dahi verebilir hem de Tepedeki bir sokağa parka… Ve hikâyesini kısacık da olsa kitaplaştırıp kültür yayınları serisi adı altında bütün Karakoçanlılara ulaştırabilir. Bunlar olmasını istediğimiz şeyler lakin şu an ki anlayışla imkânsızı talep ettiğimizi biliyorum.
Neyse hikâyemize dönelim: Ahmet kafaya koymuştur Türkan’ı alacaktır. Kız isteme faslı olumsuz sonuçlansa da Ahmet abayı fena halde yakmıştır. Bu öyle bir hal almıştır ki Mecnun’un esamisi dahi okunmaz, Ferhat’ın külüngü havadır Ahmet’in aşkı karşısında.
Bir gece ansızın baskın verirler birkaç arkadaşı ile Türkan’ın evine… Evdekiler baskın verenlerin Türkan için geldiklerini öğrenince onu hemen evdeki buğday ambarının içine saklarlar. Ahmet’in hempaları Türkan’ın annesini görünce “Tamam işte Türkan bu” deyip üzerine çullanırlar. Tam anneyi götürmek üzereyken Ahmet kadının yüzüne bakar ve “Onu bırakın, o annesi” der. Annesi ay ise Türkan ay parçasıdır. Güzellikte kızı ile bir olan anne hemen bırakılır. Türkan kısa bir aramadan sonra buğday ambarının içinde bulunur, çıkartılır ve zorla, feryat figan eşliğinde alıp götürülür.
Türkan Ahmet’in olmuştur artık. Derelere okyanusa kavuşmuştur. Fırtınalara dinmiştir. Sakin bir liman olmuştur gönüller. Kendilerine göre düğün dernek kurulmuş ve düğün yapılmıştır.
Ahmet kıştan bahara dönmüştür sanki. Rahatlamıştır, bahtiyar olmuştur. Can bellediği Türkan yanındadır; ellerinin altında gözlerinin önündedir. Yılı dolmadan bir kız çocukları doğmuştur. Mutluluk ve huzur zirve yapmıştır Ahmet’in damında. Kız, annesinin hık demiş burnundan düşmüş sanki… Türkan ve kızı bir elmanın iki yarısı gibiymiş sanki güzellikte… Bebeği görenler nazar değmez inşallah tıpkısının aynısı dermiş Türkan’a espri ile karışık.
Mutluluk rüzgârı fazla esmemiş Ahmet’in bağında bahçesinde… Kıştan bahara inkılâp eden yaşam bahardan yaza yazdan da hazana ermiştir tez elden.
Tam bir yıl geçmiştir düğünlerinden bugüne… Bebeklerinin doğumunun üzerinden ya 2 ay ya da 3 ay geçmiştir tahminen. Ahmet akşama doğru çiftten gelir yorgun argın. Ayakta duracak hali yoktur. Türkan kapının önünde çamaşır yıkamaktadır. Ahmet Türkan’a yaklaşır ve “kolay gelsin” dedikten sonra elindeki çifte ait olan demir parçasını alması için Türkan’a doğru fırlatır. İmkân olsaydı da bu demir parçasını havada tutabilseydik. İmkân olsaydı da Ahmet’in elleri kırlaydı da bu demir parçası Türkan’a doğru gelmeseydi. İmkân olsaydı da Türkan uzağa kaçabileydi. Lakin dediklerimizin hiçbir olmadı. Bu demir parçası direkt Türkan’ın kafasına çarptı.
Bu darbe üzerine Türkan hayatını kaybeder. Ahmet’i ise anlatmaya lüzum yoktur. Zor bulmuştur kolay kaybetmiştir.
Bu aşk üzerine türküler yakışmıştır, ağıtlar dökülmüştür, zılgıtlar çekilmiştir. Hani şair (Aragon) der ya:
Acılara batmamış bir aşk söyle bana
Yıkmamış kıymamış olsun bir aşk söyle
Bir aşk söyle sarartıp soldurmamış ama
İnan ki senden artık değil yurt sevgisi de
Bir aşk yok ki paydos demiş gözyaşlarına
Mutlu aşk yok ki dünyada
Ama şu aşk ikimizin öyle de olsa
Ve bugün izlerde bu kadarını anlatabilmek düşmüştür.