- 692 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Eksik Yaşadık Hep Ertelediğimiz Umutlarımızdan Kalanları...
Ertelemeyi, ötelemeyi, ötelenmeyi öğreten yıllarımızın ardında kalanları...
İşi bitmiş düşlerin kırıntılarında yaşamayı, öğrendik…
Yetinmeyi, yetindikçe acınmayı, acınası bakışların içinde yaşamayı, öğrendik...
Eksik yaşadık hep ertelediğimiz umutlarımızdan kalanları...
İnanmışlığın kör düşüncelerini yaşadık, yaşadıkça vazgeçilmiş isteklerimizde boğulduk ve kızmamayı, sükuneti aramayı öğrendik...
Yazdıklarımızı, okuduklarımızı, öfke duygusundan uzak tutmaya çalıştık...
Hayatımıza girenlerle, hayatımızdan çıkanlara saygı duymayı öğrendik, bu gün olsa onları tekrar sokar mıydık aramıza, kimbilir, ama biri var ki asla demek gelir içimden...
Asla çok iddialı bir kelime,
asla demek cümleye veya yüreğime ama bazen insan katı kurallarında yaşar o kulvarlarla artık acıya yer yok hayatımda der...
Sen beni yok saydığından bu yana sen de yok sayılanlardansın demek diye yazsaydım eminim özeti olacaktı yazdığım tüm cümlelerin...
İşte o insanın ismini içinde gizli tutar ama uyanır uyanmaz aslında o isim çıkar dilinin ucundan…
İşte her şeye rağmen ona da asla demek gelir içinden ama acılara da asla demek mümkün değil, çünkü söküp atamazsın içinden onu da.
Her kül, tabakası içinde közleştirir, yeni bir acıyı hatırlatmak için.
Senden, bizden artıklaşarak kalanlar, bana dair yaşamın içinde senden koptuktan sonra yaşanmaya devam etti. Bizim artıklarımızdı onlar, şiirler, denenmemiş yaşam istekleri, yaşanmışlıkların can çekişen kısımları, özveriler, yanılgılar, isteklerin içimizde kalan kısımları, söylenememiş cümleler, duyulmasını istediğimiz sözler, yol hikâyelerimizin eksik kalan kısımlarının sancıları, özentilerimizin bir kısmı, yanıltıldığımız kör sayfalar, adı konmamış hikâyeler, eksikliğini hep içimizde hissettiğimiz düşüncelerin dile getirilemeyişleri, hüsranlarımız, ve bilmeceye dönen sevgiye dahil kurgular ve artık son sözlerin de söylenemediği vedasızlıklar… Hepsi artıklaşarak kaldılar sahipsiz yazılarımızda…
Eksik kaldık biz bize ve artık geri dönüşü olmayan bir köprüde yüz üstü debelenişimizin de hiç faydası kalmayarak, onlara sahip çıkmak, onlara sahiplenmek de bana düştü. Ki senin pervasız tavrına ve de yaşamına bırakamazdım onları… Darmadağın bir düşünce girdabı içinde uğraşmalarım da artık bana kaldı…
Her şey akış yönüne doğru eğilirdi…
Ve her eğiliş yönünde erir kaybolurdu her şey…
Eksikliydik yaşamın kurallarında…
Dik kalmak için verdiğimiz, alamadığımız neler vardı ki…
Yılların ardına saklanmış bütünleşme isteklerimizin ayrışarak kopuşmalarıdır ki beklentilerimizde yarım kalışımız…
Biz birbirimizi bütünleştirme arzularımızda kaybolduk ve acımasız bir çırpınışla yıllara meydan okuduk…
Hâlâ verilen sevgi mücadelesi ruhsal bir bozuklukla devam ederken gün geldi kendi kendimize, kendimizden gizleme çabaları ile çenelerimizi sıkarak ağladık… Ağladığımızı da aynalardan başka sadece inleme seslerimizin yapıştığı duvarlarda seslerimiz yankıladı…
Çoğu geceler ışıkları söndürüp, taban halılarını da diz çökerek iki elimizle yumrukladık…
Biz acıların içinde belki de ayrı ayrı ağlaşırken, kendi kaderimize saldık küskünlüklerimizi…
Her şey bir dairenin merkezindeki çevresel dönmelerimize sebepti…
Kaybedilmiş yılların adında kendi benliğimizin savaşımıydı bu…
Hep zavallılaşarak eksildik kendimizden, kaybettiklerimizin eksiğini rüyalarımızda tamamladık…
O rüyalar ki çocuksu sevinçlerimizi hediye etti bize. Ve biz kaybettiklerimizin arkasından bakamaz olduk...
Her şey senin gitmenle başlayan kayıp zamanlara gizlenmişti…
Kayıp zamanlarla kaybolduklarımızın içinde kaybettik belki de her şeyimizi…
Bir teklik savaşımıydı bu, tek başa, bir başa yaşam mücadelesinde kaybolduğumuz zamanlardı,
bunlar, mecalsiz nefes almalarımız…
Zamanı sana harcadım sevgili…
Yıllarımı,
umutlarımı,
büyütülemeyen çocuksu aşkımı,
sevgimi,
hayallerimi,
umut ve de mutluluğu,
gözü kapalı,
sana harcadım sevgili…
Gülüşlerimi,
boşu boşuna sana hediye ettim,
can çıkarırcasına,
inlemelerimi aldım senden…
Bir yok oluş bahasına kayboldum,
seni sevme çukurunda…
Bir kır çiçeğine,
uğruna boyun büktüm sevgili…
Yine de
barınamadım sende,
yine de
arındıramadım yüreğimi senden…
Bu kadar sevme neye yaradı, yar?
Bir kafes yaptık kendimize, içinde debeleniyoruz…
Ben bir başıma, sense bilmediğim yerde,
zorluyoruz işte bizi…
Zorluyorum işte beni benle,
her duvarına çarptığım bu kafes,
yaralıyor artık beni sevgili…
Hayatın son kısası kalan,
o da,
arınmış sevinçlerden,
duvardan duvara çarpışlarla,
vitray camların ardından,
hayatı seyrettiriyor bana…
Hep masalımsı sanırız yaşadıklarımızı...
Hep içinde kalırız darmadağın, bir yalnızlık savaşının sonundaki kana bakarız tanırız onu kendi acı kanımızdır hayıflanırız neden derken bakarız geçmişe yaşadığımız her şeye evet…
Her şey orada gizlidir yanılgıdır bu ve bir haykırışla bir feryat suç benim gönül benim hataydı yaşadım keşkeleri gömerken duvar diplerin iyiki varsın sevgi derim… Hayat bu tüm zorlanmaları içine alır ki artık suç ve de cezası kendi kendinedir...
İşte böyle sevgili, bir masalın içinde buldum kendimi, sen varlığıydı beni yokluğa atan,
sevmenin kördüğümüydü bu çırpındığım…
Korktuğumuz sevmeler, ayrılıklar, sevinçlerdi bizi ürkekleştiren, eksikleştiren…
Ben seni çok sevdim sevgili, ki bu da sonsuz acılarla gölge savaşlarına soktu beni, bir yerlerde, bir şeylerde eksik vardı ve bu sevginin tamamı hataydı…
Şimdilerde bu masalın sonunu merak ediyorum. Yeni sevmeler çıldırtırcasına sevindiriyor beni, ama hep bir yerlerde bir çukur var, durup durup arkama bakıyorum, bu seni aramak değildi, bu senden savunmaktı…
Obruk çukurları ile dolu hayatım…
Kalan kısımlarından da is çıkıyor, sis kaplıyor bakıştığım uzaklar…
İs ve sis alacası bu teneffüs ettiğim havadaki yaşam…
Tek başınalık sarmış korkularımı, her bakışımın ardındaki senli görüntülerden yavaş arınıyorum.
Bir gün, muhakkak bir gün, tek başınalıkla yaşamayı öğreneceğim…
İşte o zamanlardır belki de yaşama gülerek bakacağım anlardır…
Gülüşlerimi bana iade et sevgili…
Çek artık kâbus veren görüntülerini önümden…
Senin bana nasıl baktığını biliyorum, bense sana nasıl bakarım sadece ben bilirim…
Bir yangın ateşi bu isleri gözlerimi yakıyor, hem de yaralıyım,
Yalandan bir kırçiçeği gönderiyorum sana, san ki eski günlerden biri gibi…
Benden sonra ne varsa fazlası senin olsun
Bir sevda masalı bu,
içinde kimler varsa ki,
masalımsı olmuş hayatları…
Belki bir naz,
belki de bir işkence bu sese kulak vermek…
Ama masalımsıdır rüyalar, yangın yeridir her yer, ne yanan, ne de yakılan vardır ama
İs ve sis karmaşasıdır bu beklemek…
Herkesi sen sanırım bundan sonra sanki...
Sanki tüm çiçekler sen kokar...
Tüm yaban dikenleri senden bana uzanır sanki,
ama
sevdim der geçerim senin içinse de katlanırım o diken acısına, ki acılarının yanında bir hiç kalır... Ki ben hiç olmuşum sana... Ne desem ki daha artık herkesi sen sanırım... Herkesi sen sanmak da belki ölüme kapı açmaktır...
Yağmur yağıyor, sevmeye giden yollar hep kapalı, hata benimdi arzu etmekte sevmeyi, şimdi acılarla cebelleşirken de hata benimdi ve suç da benim oldu...
Mustafa Yılmaz