- 1775 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
OTORİTEYE İTAAT ETMELİMİYİZ?
Bireyin davranışlarında, diğer insanların, doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak bir değişme meydana getirdikleri durumlarda, sosyal etkiden söz edilir.
Sosyal etki doğumla beraber başlayan bir etkidir. Dünyaya geldiğinde sosyal bir varlık olmayan bebeğin davranışları, doğduğu günden itibaren diğer insanlar tarafından etkilenmeye başlar. Toplumsallaşma dediğimiz, ailede başlayan ve daha sonra diğer toplumsal kurumlarda devam eden bu süreç içinde, birey yavaş yavaş sosyal bir varlık haline gelir.
Davranışlarımız üzerindeki sosyal etki kendini değişik biçimlerde gösterir. Bunlardan üçü, uyma, kabul etme ve itaat, sosyal hayatta en çok rastlanılandır.
Uyma: Bireylerin, düşünce ve davranışlarını, üyesi oldukları grubun normlarına uyacak biçimde düzenlemeleridir.
Kabul etme: Diğer insanlardan gelen istekleri yerine getirme.
İtaat: Toplumsal düzenin sağlanması ve devam etmesi açısından gerekli bir davranıştır.
Davranışlarımız üzerinde ki etkilerden İtaat konusunu biraz açacağım. Ve bu konuda yapılmış olan bir bilimsel deneyden söz ederek, deneyin bilimsel sonuçlarının toplumdaki etkilerini sizlere takdim edeceğim.
İtaate yol açan sosyal etki, kabul etmede olduğu gibi, açık bir biçimde dile getirilir. Ancak, kabul etmeden farklı olarak itaatte, bireyin yerine getirdiği istek, herhangi bir kişiden değil, otorite durumunda bulunan bir kişi ya da kişilerden gelmektedir. İstekte bulunan kişinin otoritesi değişik nedenlerden kaynaklanabilir. Bunlar, otorite sahibinin bilgi ya da uzman olmasından ya da hukuki olarak aldığı bir yetkiden olabilir. Örnek olarak, doktor hasta ilişkisini ya da öğretmen öğrenci veya polis müdürü ile polis memuru arasındaki ilişkiyi verebiliriz.
İtaat, toplumsal düzenin sağlanması ve devamı için gerekli bir davranıştır. Çünkü otorite pozisyonunda bulunan kişinin/kişilerin emir ya da isteklerinin yerine getirilmemesi, gerek bireysel, gerek kurumsal ve gerekse toplumsal açıdan birçok olumsuz sonuçlar doğurur. Örneğin, doktorun önerilerini dinlemeyen hastanın tedavisi mümkün olmaz veya her çalışanın, amirlerinin emir ve istekleri yerine, kendine göre davranması, o kurumun işlevini yerine getirememesine sebep olur.
Bununla birlikte, insanların otorite pozisyonundaki kişi ya da kişilerin emirlerini her koşulda kayıtsız şartsız yerine getirmeleri, bazen, gerek kendileri gerekse diğer kişiler açısından istenmedik sonuçlar ortaya çıkabilir. Bunun bir örneğini Milgram tarafından yürütülen bir deneyde görmek mümkündür.
Deneyi gerçekleştiren, Yale Üniversitesi psikologlarından Stanley MİLGRAM’ dır. Bu sebeple deneyin ismi Milgram deneyi olarak anılmaktadır.
Milgram deneyi, insanların otorite sahibi bir kişi veya kurumun isteklerine, kendi vicdani değerleriyle çelişmesine rağmen itaat etmeye ne ölçüde istekli olduklarını ölçmeyi amaçlamaktadır.
Deney şöyledir;
Yale’deki deney için denekler gazete ilanları ve posta yoluyla bulundu. Deneyler üniversitenin bodrumun katında bulunan iki odada gerçekleştirildi. Deneyin tanıtımında; deneyin bir saat sürdüğü ve katılanlara deneyi tamamlamasalar bile 4,50$ ödeneceği bildirildi. Katılımcılar 20 ve 50 yaşları arasında, ilkokul terklerden doktora mezunlarına kadar her türlü öğretim geçmişine sahip erkeklerden oluşuyordu.
Denetçi rolünü, teknisyen önlüğü giyen sert, hissiz görünümlü bir biyoloji öğretmeni oynuyordu. Öğrenci rolünü de, bu rol için eğitilmiş, deney ekibinden bir kişi üstlenmişti. Öğrenci ile denetçi, aslında deney ekibinden olmalarına karşın bu gerçek, öğretmen rolündeki denek den gizleniyor ve denetçi, iki deneğe de ‘’öğrenmede cezanın etkisi" hakkında bir deneye katıldıklarını, söylüyordu.
Sonra, iki deneğe birer yaprak kâğıt veriliyordu. Katılımcının, bu kâğıtlardan birinde "öğretmen" ve diğerinde de "öğrenci" yazdığına ve kâğıtların rastgele verildiğine inanması sağlanıyordu. Gerçekte ise her iki kâğıtta da "öğretmen" yazıyordu ve işbirlikçi denek kendi kâğıdında "öğrenci" yazıyormuş gibi rol yapıyordu; böylece katılımcının hep "öğretmen" olması sağlanıyordu. Bu noktada "öğretmen" ve "öğrenci" birbirini duyabilecek ancak göremeyecek şekilde ayrı odalara alınıyordu. Denetçi tarafından öğretmen rolündeki deneğe, öğrenci rolündeki deneğin kalp rahatsızlığı olduğu bilgisi de veriliyordu. Deneyden önce öğretmene 45 voltluk bir elektrik şoku uygulanarak, öğrenciye uygulayacağını sandığı şokun neye benzediği hakkında bir fikir verilmiş oluyordu.
"Öğretmen"e daha sonra, öğrenciye öğretmesi amacıyla sözcük çiftlerinden oluşan bir liste veriliyor, öğretmen de bu listeyi önce öğrenciye bir kere okuyarak işe başlıyordu. Ardından öğretmen listeyi oluşturan sözcük çiftlerinin ilk sözcüklerini teker teker okuyor, okuduğu her sözcük için öğrenciye dört adet seçenek sunuyor, öğrenci de bu seçenekler arasından doğru olduğunu düşündüğü cevabı bildirmek için bir cevap düğmesine basıyordu. Verdiği cevap yanlış ise, her yanlış cevap sonucu giderek artan elektrik şoklarına maruz kalıyordu. Cevap doğru ise öğretmen sonraki sözcük çiftine geçiyordu.
Denekler, öğrencinin verdiği her yanlış yanıta karşılık onun gerçek şoklara maruz kaldığını sanıyorlardı. Gerçekte ise şok uygulanmıyordu. İşbirlikçi denek( öğrenci) gerçek denekten ayrıldığı zaman, geçtiği odada elektroşok makinesine bağlanmış bir ses kayıt cihazını çalıştırıyordu, bu cihaz da her şok seviyesine karşılık önceden kaydedilmiş bir çığlık sesini çalıyordu. Voltajın birkaç defa artırılmasından sonra aktör( öğrenci), kendisini yan odadaki denekten ayıran duvarı yumruklamaya başlıyordu. Birkaç defa yumrukladıktan ve kalp rahatsızlığını hatırlattıktan sonra ise artık sorulara cevap vermemeye ve şikâyette bulunmamaya başlıyordu.
Bu noktada pek çok denek, öğrencinin ne halde olduğunu öğrenmek için deneyi durdurmak istediklerini ifade ediyordu. Kimi denekler 135 voltta durup deneyin amacını sorgulamaya başlıyordu. Bunların çoğu sonuçlardan sorumlu tutulmayacaklarına dair güvence aldıktan sonra devam ediyordu. Birkaç denek, öğrenciden gelen acı dolu çığlıkları duyduklarında sinirli biçimde gülmeye başlıyor veya aşırı stres içinde olduklarını gösteren başka davranışlarda bulunuyordu.
Denek herhangi bir noktada deneyi durdurma isteğini ifade ettiği zaman kendisine aşağıdaki sırayı takip eden sözlü uyarılarda bulunuluyordu:
1.Lütfen devam edin.
2.Deney için devam etmeniz gerekiyor.
3.Devam etmeniz kesinlikle çok önemli.
4.Başka seçeneğiniz yok, devam etmek "zorundasınız".
Denek bu dört uyarıdan sonra bile hala durmak istediğini ifade ederse deney durduruluyordu. Tersi durumda ise deney ancak, denek en yüksek şok olan 450 voltu 3 kere ardı ardına uyguladıktan sonra durduruluyordu.
Deneyin sonucu;
Deneklerin %65’i deneydeki en yüksek gerilim olan 450 voltu, huzursuz olmalarına rağmen denetçinin emirlerini yerine getirerek uygulamışlardır.
Milgram böylece, otoritenin emir ve isteklerinin, otoriteyi kabul eden kişiler tarafından, vicdani olarak rahatsız olsalar dahi yerine getirdiğini ispatlamıştı.
Hiçbir bilimsel deney laf olsun diye yapılmaz. Bilimsel deneyden elde edilen sonuçtan bir fayda sağlanması amaçlanır. Bilimsel deneyler sonucunda elde edilen bilgiler bir maksat için kullanılırlar.
Milgram’ın ’’otoriteye itaat’’ deneyinden elde edilen sonuçlarda, birçok alanda kullanılmıştır. Bunlardan biride, sonucun Siyaset Biliminde kullanılmasıdır.
Böyle bir deneyden elde edilen sonuçlar siyaset biliminde nasıl kullanılır.
Şöyle;
İtaat davranışının temelinde yaşamın ilk yıllarından başlayan ve yaşam boyunca devam eden bir öğrenme süreci vardır. Her toplumda bireylere otorite konumundaki kişi/kişilere itaat etmeleri öğretilir. Öğrenmenin hangi yollarla olduğunu ‘’Pavlov’un Köpekleri’’ başlıklı yazımda anlatmıştım.
Deney sonucunda elde edilen bilgiler ışığında, siyasi otorite durumunda olanlar tarafından, kime oy vereceği öğretilen birey ya da topluma, bundan sonra otoriteye itaat ederek oy vermeleri istenir. Birey veya bireylerden oluşan toplum da otoritenin isteğine uyarak oylarını otoriteye verir.
Ya da otorite tarafından, otoriteyi kabul eden idareciler ve kolluk kuvvetleri vasıtasıyla, toplumda otoriteye karşı yapılan meşru istek ve eylemleri bastırma görevi verebilirler. Deneyimizde de gördüğümüz şekilde, kolluk kuvvetleri otoritenin istekleri doğrultusunda bu eylemleri şiddet uygulayarak, cop, göz yaşartıcı gaz, TOMA (Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı) kullanarak, bunlar yetmezse ateşli silah kullanmak suretiyle bastırır.
Bunların örneklerini son zamanlarda Ülkemizde sıkça görmekteyiz.
Sizlere anlatacaklarım bu kadar.
Bundan sonra, düşünme yeteneğini ve aklı kullanarak otoritenin her dediğini yapma mecburiyetiniz olmadığını bilerek, davranışlarınızı belirlemeniz gerekmektedir. Toplumumuzda buna benzer davranışların olup olmadığını sorgulamak ya da biat etmek ise size kalmış.
ŞUNU UNUTMAMAK GEREK; SİYASETTE BOŞ LAF ÜRETENLER DEĞİL, BİLİMİN ELDE ETTİĞİ SONUÇLARI KULLANANLAR, BAŞARILI OLURLAR.
Bekir GÜÇLÜER
YORUMLAR
Bekir Bey bilimsel ve tarafısz bir bakış açısıyla sosyal olguları ele almışsınız. Kabul, itaat ve uyma dışında da elbette sosyal tepkiler vardır. Mesela benimseme, içselleştirme, razı olma ve benzeri sosyal tepkiler de görülmektedir fertlerde. Tabi bu kavramlar birbirine yakın alnamlar taşısa da aralarında nüans vardır. Güzel ve faydalı bir yazıydı vesselam.
bekir güçlüer
Ziyaretiniz ve değerlendirmeleriniz için teşekkür eder, saygılarımı sunarım.
Değerli Güçlüer
Terimsel bazdaki sözcüklerin, iletişimdi nesnel ortalama anlamına değin belirtilen çalışmanı; Pavlov deneylerini belirten yazınızla birleştirildiğinde, gerek halksa bazda; gerek toplumsa temelde; çok vahim anlamalara ve kullanımlara yöneltilebileceği ayagı üzerine oturan anlatımınızı, beğeni ile okudum.
Ön yargılardan arınmış bir çalışmaydı. Özelliklede 'insan bir sosyal varlıktır': 'İnsan toplumsal bir varlıktır 'deme önyargılarını daha başta ' Dünyaya geldiğinde sosyal bir varlık olmayan bebeğin davranışları' deyişinizle elimine eden ferasetinizoldukça kabul edilir doğru bir yaklaşımdı.
Bu nedenle, devinme zemini haklı ve doğru zemine oturan bir yazı; düzey ve düzlem olacakla elbette tartışılır katkınlaşılırdır. Eğer yazınız; 'Sosyal bir varlık olarak doğan bebek ' diyerekten başlasa idi, vargıların zemin ve düzlem olacakla tartışılması dahi olanaksız olurdu.
Mutlulukla...
bekir güçlüer
Ziyaretiniz ve değerlendirmeniz için teşekkür ederim.
Olması gerektiği gibi, iki yazımın anlam bütünlüğünü ilk defa siz değerlendirdiniz. Bu sebeple ayrıca teşekkür eder, saygılarımı sunarım.
Emek verilmiş bir yazıydı. Hem de düşündürücü. Çok beğendim. Tebrikler.Saygı ve selamlarımla...
bekir güçlüer
Ziyaretiniz ve beğeniniz için teşekkür eder, saygılarımı sunarım.
Sayın GÜÇLÜER,
İçeriği itibari ile öğretici ve seviyeli paylaşımınızı alkışlıyor, sizi kutluyorum.Sayın KARAMAN'ı ise bu konuyuda hanımlara bağladığı için ayrıca alkışlıyorum. Sevgi ve selamlarımla.
bekir güçlüer
Ziyaretiniz ve değerlendirmeleriniz için teşekkür eder, saygılarımı sunarım.
bekir güçlüer
Ziyaretiniz ve değerlendirmeniz için teşekkür eder, saygılarımı sunarım.
Merhaba Bekir Abi. Bu ilginç tespiti beğenerek okudum. Eline sağlık. Umarım benzeri yzıların devamı gelecek. Saygıyla
bekir güçlüer
sayfamı ziyaretiniz ve beğeniniz için teşekkür eder, saygılarımı sunarım.
Bende, gelişen durumlara göre yazmayı düşünüyorum.
Sayın Güçlüer ;İlginç bir deneymiş doğrusu.Erkeklerin üçte ikisi 450 volt elektriği uygulamış demekki.( Bayanların bizi nasıl çekip çevirdiklerinin de açık bir göstergesi... )
Şimdi bu sonuçların uygulamaları bu günlere kadar geldik.Artık gözümüzü açalım diyoruz.Çevremize bakınca gözünü açanları görüyoruz.
Güzel bir konuydu,bilgi edindim.Paylaştığınız ve finaldeki uyarınız için tebrik ve teşekkürlerimi sunuyorum.
bekir güçlüer
Teşekkürümü yanlış yere yazdım galiba.
Ancak yerine ulaşmıştır sanıyorum.
Tekrar selam ve saygılar.