Ayakkabılarım 1-
Babam alış veriş yapmak için kente gitmeye hazırlanıyordu. Okullar bu hafta açılmıştı ama nedense biz alışveriş için biraz geç kalmıştık. Minibüs duraklarının kalktığı köy meydanına kadar babamın bir elinden ablam, bir elinden ben sıkı sıkı tutmuş “terliklerimiz yeşil olsun, üzerinde kırmızı çiçekler bulunsun” diye sürekli tekrarlayarak yürüyorduk. Bir yandan da minibüse bineceğinden emin olmak istiyorduk. Çok heyecanlıydım. Bütün gece uyku uyumamış, babamın yeni alacağı terliklerin hayalini kurmuştum.
Babam minibüse bindi, ona el salladık. ‘Çabuk gel baba” demeyi de ihmal etmedik. O ise bize ‘Eve gidin burada beklemeyin. Annenize yardım edin’ diye haykırıyordu. Biz eve gitsek de evde duramazdık ki. Köy meydanındaki çocukların oynadığı oyunlara da konsantre olamıyor, bir an önce onun dönmesini bekliyor, yol kıyısında dikilerek oradan geçenlerin dikkatini çekiyorduk. ‘siz ne bekliyorsunuz burada? ’ diye sorduklarında; ‘Babamızııı… Bize terlik almaya gitti’ deyerek onlara hava atıyorduk. Kasabadan gelen her minibüse koşuyor babamız inmeyince “of yaaaaaaaa…” çekiyorduk.
Yine bir minibüs durdu. Koşarak yanına vardık. Babam kucağında terlik paketleriyle minibüsten indi. Kalbim heyecandan bir serçenin iki kanadı gibi çırpınıyordu. Sanki içimdeki kafeste olmasa uçuverecekti
-‘Eşek oğlu eşekler sizi, hep burada mı beklediniz? Anneniz meraklanmıştır’ (babam kızarken de, severken de “eşek oğlu eşekler” derdi)
-Baba hani terlikler?
Uzattım ellerimi, gazete kâğıdıyla sarılmış terlikleri koydu avuçlarıma. Elime aldığım terlikleri, uçup gitmek için çırpınıp duran kalbimin üstüne sıkıca bastırdım. Koşar adımlarla eve doğru ilerliyordum ki, babam arkamdan seslendi;
- Param olunca kızıma ayakkabı da alacağım.
-Tamam, babacığım.
Biliyordum ki babam parası olsa bizi hiçbir şeyden mahrum etmezdi. Çünkü o bize çocukları gibi değil de bu memlekete hizmet edecek birer nefer gibi davranıyordu. (Evimizde kocaman Atatürk, İsmet İnönü resimleri ve Türk bayrağımız asılıydı) Bunu adeta kendisine görev edinmişti. Bunu yaparken bizi zorlamıyor, sevgini eksik etmiyordu.
“Tanrım evettt… Benimde terliklerim var! Takunya giymeyeceğim artık! ”
Takunyaları hiç sevmiyordum. Camide abdest alan amcaların giydiği takunyaları giymek beni rahatız ediyordu. Bana musalla taşının soğukluğunu hatırlatıyordu... Birde ıslak olduğunda ayaklarımız vıcık vıcık oluyordu. Sürekli kayıyorlar yürümemi zorlaştırıyorlardı. Kayışları da ayaklarımın üstünü hep yara yapıyordu. “Pis takunyalar ne olacak”
Bütün gece terlikler ayağımda oturdum.
Annem; “Yeter artık çıkar şunları, daha okula gitmeden paralayacaksın! ” diyordu.
Göz ucuyla babama bakıyor, terliklerimi giymem için onay vermesini bekliyordum.
-Getir bir yanak bakalım!
-Oleeey…
-Şımartma şu kızı
Babama yanak verdiğimde onay aldığımı biliyordum. Onay aldığımda da asla şımarmıyordum. Bunu da babam biliyordu.
Ertesi gün okula gittim. Sıra arkadaşımın babası da ona terlik almıştı. Üstelik onunkilerde yeşildi. Herkes sadece benim terliklerime bakacak derken onun terlikleri de konuşuluyor, yorumlar yapılıyordu. Benim terliklerim daha güzeldi işte! Çimen yeşiliydi, onunkilerse hacı yeşili…
Ders zili çaldı. Öğretmen derse girdi. Yanında köyümüze yeni gelen genç imam da vardı. Öğretmenimiz imamı bizlere tanıtıyor, okulun açıldığı ilk haftanın mübarek Cuma gününde bize başarılar dilemek için sınıfımıza geldiğini söylüyordu. İmam bir şeyler anlatıyor ama benim gözüm sürekli sıranın altındaki terliklerime kayıyordu. Arkadaşım kulağıma eğildi ve sessizce
“Hiç boşuna bakma benimkiler daha güzel! ”dedi. “Hayır, benimkiler güzel” demeye kalmadan öğretmenim uyardı
“Konuşmak yok Kırım! İmam efendiyi dinle”.
“Of ya sanki sadece ben konuşuyorum” diyerek kendimi teselli etmeye çalışmış olsam da öğretmenim beni konuşurken yakaladığı için çok utandım, yanaklarım kıpkırmızı olmuştu.
Sustum.
İmam çok ilginç şeyler anlatıyordu, ilk defa duyuyordum bunları, gerçi birkaç gün önce annem babama bahsederken duymuştum. Köye yeni gelen imam sürekli ağlayarak mevlitteki kadınlara vaaz veriyormuş., ‘ Kızlarınıza kara çarşaf giydirin! Kahvelerin (kahve hanelerin) önünden memelerini sallaya sallaya geçiyorlar. Erkekleri tahrik ediyorlar! TV seyretmeyin! Gâvur icatlarını kullanmayın! Efendimiz bir metre kare pencere içinde yaşıyor, siz sefa sürüyorsunuz. Fazla lükse kapılmayın! Bağış yapın! yoksa cehennem azabında yanarsınız! Tanrı sizi bağışlamaz! ’ Diyormuş.
Annem “Aşağı mahalledeki Bocuk İbrahim’in kızları, Pehlivanların kızlarının hepsi ve karıları kapanmış, bizim Ayşe halamın Hasanda kapatıyormuş kızlarını…” diyerek açıklamalar yaptığında da babam derin bir iç geçirip, yatağından kalkmıştı
“Şapka mı ver, biraz kahveye gideyim” diyen babacım, kapıdan çıkarken de
“O zaman kendi niye otomobil kullanıyor, gâvur icadı değil miymiş? ”diye isyanını ortaya koymuş, “Ah… Atam ah…” Diye iç geçirmişti.
O zaman bu imama canının sıkıldığını anlamıştım. Çünkü babamı çok iyi tanıyordum. Onun ne zaman üzüldüğünü ne zaman canının sıkıldığını anlıyordum. Babam bu imamı sevmiyordu…
Şimdi annemden duyduğum bu ifadeleri kendi kulaklarımla imamın ağzından duyuyor memelerimin sallanıp sallanmadığını nerede kontrol edebileceğimi düşünüyordum.
İmam hem ağlıyor, hem anlatmaya devam ediyordu. Yok, ergenliğe girince kara çarşafla kapanmalıymışız. Gümüş yüzük takmalıymışız. Altın yüzük harammış. Cuma günleri ağlamalıymışız. Mezarlıkları ziyaret etmeli, cuma günleri bir köşe bulup, o köşede sessizce selayı dinlemeliymişiz.
Sınıfa baktım sınıfta dört köşe vardı ama öğrenci sayısı yirmi dokuzdu. “Yeterince köşe yoksa suç bizim mi? ” sorusu aklıma takılınca arkadaşımın kulağına eğildim, “sınıfta bizim sayımız kadar köşe yok” diyecektim ki, kafama taaak diye bir tebeşir parçası kondu. Canım acımıştı. Öğretmenimin “Seni kaç kere uyardım. Konuşmaya devam ediyorsun.” diye azarlamasına karşın “Ama öğretmenim ben köşeleri saydım dört tane köşe bize yetmiyor” diyecekken cuma selası okunmaya başladı. Öğrenciler birden koşuşturmaya başladılar. Hepimiz köşe kapma derdine düşmüştük. Birbirimizi itekledik. Güçlü olanlar köşeleri kaptı. Ben ve benim gibiler köşesiz kaldık ve bu itişmede gıcır gıcır terliklerimden birisi de koptu. Terliğimle beraber içimde de bir şeyler koptu. Sağa baktım, sola baktım, aklıma koridor geldi. Sınıfın kapısını açıp “Biz günaha girmek istemiyoruz koridordan köşe kapalım” dedim. Köşesiz kalan çocuklar başladı koşuşmaya…(tabi benim derdim köşe kapmak değil, bu ortamdan çıkmaktı. Çünkü ben öcü gibi bir tanrının olmadığını biliyordum, bu yüzden bizi tanrı cezalandırmazdı. İmam denilen adamı babam sevmiyorsa ben de hiç ama hiç sevmemeliydim. İmamın derdi zaten anlaşılmıştı. Onun niyeti cumhuriyeti sekteye uğratmak, komünist gençlerle mücadele etmek için para toplamakmış, hatta bu sebeple bir dernek bile kurmuşlar! Tüm bunları stajyer öğretmenler aralarında konuşurken onlardan duymuştum ve duyduklarımı da babama hiç eksiksiz anlatacaktım.) bir yandan kopuk terlikle koşuyor bir yandan da bunları aklımdan geçiriyordum.
Ne öğretmenin ne de imamın bizi durdurmasına artık imkân yoktu! Cuma selası bittiğinde hepimiz kendimize bir köşe bulmuştuk ama olanlar da olmuş, okul müdürü gürültüyü duyunca dışarı çıkmış ve öğretmenden bir açıklama istemişti.
Biz bir yandan anladıklarımızı anlatmaya çalışıyor, bir yardanda selayı bir köşede dinlemediği için; ‘Öğretmenim biz köşe kaptık, siz kapamadınız, siz cehennemde yanacaksınız şimdi, vah… Vah” diyerek bacaklarımızı dövüyorduk. Müdür “Öyle mi? Bakalım kim cehennemde yanacak göreceğiz! ” derken ateş püskürüyordu.
Ben kafama yediğim tebeşirin acısını çıkarmaktan mutlu hin hin gülümserken. Öğretmen; ‘Kırım gel bakalım yanıma’ dedi. Hemen yanına koştum. Başımı öne eğdim, hazır ol pozisyonunda bekliyorum. Beni suçlayacak diye ödüm patlıyordu.
-Buyurun öğretmenim.
- Bütün bunlara sen sebep oldun… Seni babana şikâyet edeceğim
İçimden “Tamam yırttım, babam bana ceza vermez” diye geçirirken imam söze girdi.
-Bu gün cuma. Ölen ağabeyleriniz için ağlaman gerekirken sen hin hin gülüyorsun
-Ağabeyim mi öldü?
-Evet, Hasan ve Hüseyin ağabeyiniz öldürüldü onlar için ağlamalısın.
-Öğretmenim benim Hüseyin Ağabeyim mi öldürüldü?
-Evet, anlattı ya imam efendi.
İçime düşen kor ateş, ciğerlerimi yakıyordu. Öğretmeni dinlemezsen Allah adamı işte böyle yapardı. Ağlamak da ne demek içimin suları dışarıya fışkırıyordu. Hemen bir üst sınıfa ablama koştum. Durumu anlattım. Ablam öğretmenime sordu. Öğretmenim “Evet bu gün Hasan ve Hüseyin ağabeyleriniz öldürüldü” dedi.
-Ağlamamız gerekiyormuş abla!
- Ağlayacağız ağlamasına da annemle babama nasıl söyleyeceğiz öldüklerini?
Avaz avaz ağlayarak eve geliyorduk ki sınıftaki diğer çocuklarda peşimize takıldı. Biz ağlıyoruz onlar ağlıyorlar. Yolda karşılaştığımız insanlar “neden ağlıyorsunuz? ” diye soruyor
-Ağabeylerimizi vurmuşlar
- Vah vah… Fatma bu acıya dayanamaz.
-Yazık olmuş!
-Öğretmen olacaktı kızancıklar…
-Tüh, Tüh Kadir İnanır kadar yakışıklıydı yazık oldu.
Diyenler bile vardı.
Bir yandan ağlıyor, bir yardan da ‘vay be Kadir İnanıra benzetiyorlarmış ağabeyimi ama acaba hangisini’ diye düşünüyordum Cümbür cemaat ağlaya ağlaya bizim evin arkasına geldik…
Babacığım kırdan yorgun gelmiş, anneciğim yemek hazırlarken o da biraz kestireyim düşüncesiyle yatağına uzanmış, ağlama sesi ile birlikte yatağından iç donlarıyla fırlamış, nefes nefese yanımıza gelmiş, bu esnada olayı yarı buçuk duyan annem zaten ocağın başında düşüp kalmıştı.
-Ne oldu? Niye ağlıyorsunuz?
-Ağabeylerimiz ölmüş baba!
-Kim vurmuş ulan eşşekoğlu eşek?
-Vallahi baba bilmiyorum, Hem Hasan hemde Hüseyin ağabeyimin kafasını kes…
-Kim söyledi ulan bunu size?
-Öğretmenim
-Niye benim haberim yok ulan? O şerefsizin nerden haberi oldu?
-Hem öğretmenim hem de köye gelen yeni imam söyledi
-Si.erim ulan ben yeni imamı
Babam eline kaptığı kocaman küsküyle yola düştü. Hışım gibi ilerliyor, adeta ateş saçıyordu. Bizde peşine düştük…
-Hocaaaa çık ulan dışarı. Kim söyledi benim çocuklarımın öldürüldüğünü?
Öğretmenim kapıdan başını uzattığında, hayatının en büyük hatasını yaptığını anlamıştı…
-Kim vurmuş ulan benim oğullarımı? Niye benim haberim yok!
-Senin çocukların değil! Ali ağabey
-Kimin ulan? Ne diyorsun sen?
- Kerbela olayını anlattı imam. Senin çocuklar yanlış anlamış
-Ulan senin gibi öğretmenin gelmişini, geçmişini… Ulan çocuklar niye yanlış anlayacak! Sen bilmiyor musun? İmam camide vaaz verir… Öğretmen okulda çocukları eğitir.
Öğretmen olarak öğretmenliğini yapmayacaksan bu köyde ne işin var. Sen mi tayinini istersin? Yoksa ben mi sürdüreyim ikinizi birden!
……
Ben ilkokula giderken herkes bir acayipti, herkes bir başka şeydi. Herkesin bir davası vardı. Benimse tek derdim yeni alınan terkliklerimin kopmuş olmasıydı.
Öğretmenim emekli oluncaya kadar köyümüzden ayrılmadı ama bir daha da okula asla imam getirmedi.
Artık herhangi bir şey için endişelenmeme gerek yoktu. Çünkü babam vardı.
-
Gürcan Kırım
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.