- 759 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
TURNANIN AHI
Rahmetli babam emekli öğretmen ( Mustafa Solmaz) anlatırdı ki:
“Kars, Susuz Köy Enstitüsünde yatılı okuyorduk.1945 yılı yaz aylarıydı. Okulun bütün işlerini aşağı yukarı biz öğrenciler yapıyorduk.Okulun önemli bir tarafı bu anlamda faaliyet göstermesi idi.
Benim asıl anlatacağım başka bir şey olacak.Bende hüzün ile ilahi adaleti bir torbada buluşturmuş yazgı sanki anlatacağım hikaye.
Okulun ekili tarlalarını korumak ve bakmak için bir grup arkadaş görevli olarak okula ait tarlaya gitmiştik.Okul tarlalarına etraftaki köylülerin hayvanları giriyor zarar-ziyan veriyordu.Bizim görevimiz etraftaki başıboş hayvanların okulun tarlasına girmesini engellemekti.Grup lideri arkadaş bizden üst sınıfta okuyan Artvinli Rahmi idi. Rahmi, pehlivan yapılı elli- ayaklı bir arkadaşımızdı…Okuldaki güreş müsabakalarında hep birinci olurdu… Neyse...
Rahmi arkadaşımızın yanında benimle birlikte 4 arkadaş daha gidiyorduk.Burada sabahtan akşama kadar tarlaya göz kulak olurduk. Etrafa bakınırken üstümüzde, yukarılarda süzülerek uçan bir çift turna görmüştük.Bir birleriyle dans ederce bir sağa bir sola süzülerek uçarlarken sanki raks ediyorlardı.
Okul idaresi koruma amaçlı olarak eski bir tüfek de vermişti..Nerden aklına geldiyse arkadaşımız Rahmi, okulun verdiği tüfekle nişan alarak bu turnaları vurmak istemişti.Biz Rahmi abi -boş ver; dediysek de bizi pek dikkate almadı.Derken tüfeği doğrultup nişan aldı ve ateşledi.Birazdan gökteki turlardan birisi hızla aşağıya doğru inmeğe başladı.Vurulmuştu...Birazdan da yere çakıldı... Düştüğü yere koşarak gittik ki can çekişiyordu.. Rahmi ağabey, hemen orada cebinden çıkardığı çakı ile turnanın kafasını gövdesinden ayırdı…Gayet soğukkanlı idi.Sonra arkadaşlardan birisine temizletip orada yemek yapmak için götürdüğümüz tencereye yerleştirdi.Hemen bir ateş yakarak turnayı pişirmeye koydu.Fakat aradan saatler geçmesine rağmen turna bir türlü pişmiyordu.Zaten bir türlü pişmedi de.Güneş batmış akşam olmuştu.. Turnanı öteki eşi, hala gök yüzünde daireler çizerek dolaşıyordu. Öterek bağırıyor, sanki feryat ediyordu. .Bir türlü pişmeyen turnanın etini orada bırakarak okula döndük.
Biraz yorgun olduğumuzdan ve zaten yarın da erken kalkacağımızdan erken uyuduk.Ama rastladığımız arkadaşlara Rahmi Ağabeyin nişan olarak öldürdüğü turnayı anlatmadan da etmedik.Ertesi sabah oldu.Tarlaya gidecek arkadaşlar toplandık.Rahmi ağabeyi bekliyorduk.Bir haber geldi ki Rahmi biraz hastalanmış gelemeyecekmiş.Haliyle tarlaya onsuz gittik. Turnanın eşi yine havada dolaşıyor turlar atıyor, arkadaşını sorarcasına sesleniyordu.Bir iki gün sonra daha da görünmez olmuştu.Nereye gitti ne yaptı bilmiyorduk.
Ertesi günler Rahmi ağabeyi soruşturduk; rahatsızlığı biraz daha artıyormuş.Sonra öğrendik ki onu köyüne göndermişler.Aradan bir ay kadar vakit geçtikten sonra, öğrendik ki Rahmi ağabey vefat etmiş..
Hüzün içinde derin muhasebelerle günahsız yere öldürdüğü turnanın ahı tuttu da, o sebeple öldü; dediler. İnanıp inanmamakta hâla tereddüdüm olmakla birlikte, Rahmi ağabeyin bu olaydan sonra rahatsızlaşıp öldüğünü biliyorum.Zaten bizim yörelerde birbirlerini çok seven turnaları avlamak asla tasvip görmez…Galiba bunda gerçek payı var sanıyorum; hele başımdan geçen bu olaydan sonra buna çok inandım.”
***
Hikayesi bu olan olaya türkü yakmakta bizden
Turnam kınalı,
Yavrulu analı,
Turnam senin de
Kalbin yaralı…
Turnam uçsana,
Uçup kaçsana,
Bak vuracaklar;
Demiştim sana…
Turnam allıydı,
Kanadı telliydi,
Turnam nazarlar,
Tutacak belliydi…
Turnam vallaha,
Gelmez bir daha,
Turnayı vuran,
Girer günaha…
Turnam uçsana,
Uçup kaçsana,
Bak kıyacaklar;
Demiştim sana…
Turnam çok üzgün…
Söylenir öykün,
Turnam havalan…
Acı bu türkün…