- 1007 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
SEMA ÜLKESİNİN SAKİNLERİ
SEMA ÜLKESİNİN SAKİNLERİ
Yosun yeşili denizin, sütbeyaz delifişek köpüklü suyunu tenimde hissettiğimde…
O lahza başlamıştı…
Ruhumun usulca sıyrılıp bedenimden, bulutsuz semaya yükselişi…
***
Feyezan halinde olan denizin, üzerinde uçuşan beyaz martılar kanatlarını figan halinde çırparak, göğün yedi katına doğru yükselip, sema ülkesinin sakinlerine, gördüklerini muştulamak için ardı sıra kanat çırpmaya başlamışlardı.
Gençliğimin en delibozuk baharında; tutunup kaldığım, benim tutkulu bir aşk dediğim, başkalarının ise farklı anlamlandırdıkları hisler, nereden bilebilirdim ki bir gün gelecek ve beni karanlık izbe bir sona doğru sürükleyecek.
O son değil midir ki; Azraillin çıkagelip beni bu mevsimlik dünyanın koynundan alıp ruhumu berzah âlemine ulaştırıp, kendi elleriyle nurani arkadaşları olan Münker ve Nekire teslim etmesi.
Çürümeye yüz tutacak olan bedenim, kara soğuk toprağın bağrında ezilmeye mahkum bırakılmışken, ruhum çoktan semavatın derinliğinde ruhani varlıkların yanında yerini almıştı.
Amel defteri ortadan ikiye açıldığında, âdemoğlu olmak yerine bir melaike olmayı ne çok istedim. En büyük günahımın sorgusu yapılırken utancım ve pişmanlığım katre katre zehir olup gözlerimi oradan da yüreğimi yakmaya başladı.
Elbet biliyordum ki burada son pişmanlık fayda etmez.
Dünya gözüyle tutsağı olduğum nefsimin hesabını verme zamanı çoktan gelmişti.
***
Nejat sokağın köşesinden dönüp, Fevzi’nin kahvesini geçip hızlı adımlar ile yoluna devam etti.
Sonbaharın yaprak dökümleri, kaldırım kenarlarında dikili olan kavak ağaçlarının tüm yapraklarını yere sermiş, etraf kuru ve sararmış yaprak ile doluydu. Ayağının altında çıtırdayan kuru yaprakların sesi son nefesini veren bir kedinin mırıldanışı gibiydi.
Çaresiz ve savunmasız…
Nejat paltosunun yakasını kaldırıp, adımlarını hızlandırdı. Yeni yetmeliğin o tarif edilemez yüz mimiklerinin tüm işaretleri onun yüzüne kondurulmuş gibiydi. Bir ressamın fırçasından çıkmışçasına güzel olan mahzun yüzünde, erkek olmanın sertliğini gösteren yek uzvu olan kartal gibi sivri burnuydu. Yeni terlemiş ince bıyıklarının altında ki dudakları ve hemen yanı başında beliren gamzesi, yumuşak kıvrımlı yay gibi kalın kaşlarının altındaki siyah gözleri, ne derin ve içli bakıyordu. Uzun ve ince boyuyla beraber, geniş omuzları yirmili yaşların sınırlarında olmasına rağmen fazlasıyla gelişmişti.
Aşağı mahallenin sokak başındaki merdivenlerinden koşar adım inip sahile inen patika yola ulaştı. Bugün; hava biraz rüzgârlı, sanki birazdan gök gürleyip bulutlar ağlayacakmış gibi duruyordu.
Denizin kanarına vardığında durdu.
Neydi onu buraya getiren his?
Düşündü…
Hâlihazırda bulunan, derme çatma tahta parçalarından yapılmış sekmene oturdu. Siyah paltosunun etekleri kum tanelerinin arasına karıştı. Kumun içindeki minik diken parçaları kumaşın havına yapışıverdi. Sanki üşümüş gibiydiler. Kumaşın yumuşak tüyleri, yeşil dikenleri sarıp sarmaladı.
Yosun yeşili rengin, köpük beyazı akıyla harmanlanmış denizin devinimlerine takıldı gözleri. Rahatsız edici devinimleriyle beraber, sanki oturduğu koltuğa iyicene yerleşmeye çalışan afacan bir çocuk gibiydi.
İçi ürperdi. Kafasının içinde dönüp dolaşan cinler cirit atıyordu. Havsalası karışık, beynini toparlamaya çalıştıkça her şey birbirine karışıp Arap saçına dönüyordu. Mahkemesini kurup, kendi vicdanını sorguladıkça yargılamanın sonunda infazının ipini çekmek, yine kendisine düşüyordu.
Ah! Ben ne yaptım Allah’ım diye inledi.
Bakışları son zamanlarda en çok nefret ettiği ellerine kaydı. Ellerini ilk defa görüyormuşçasına irkildi.
Kendi ellerinden korktu. Ellerinin yaptıklarından…
Soğuk gecelerin karanlığını, günün ilk ışıklarına terk ettiği zamana kadar, pirinç karyolada davetkâr duruşuyla boylu boyunca yatan Behiye’nin ak tenine dokunan elleri. Cüretkâr bakışlarıyla Nejat’ı her daim yanında olmasını isteyen, onun toyluğu ve gençliğinin tazeliğinde kendi olgun bedeninin ateşini hafifletmeye çalışan Behiye.
Babasının marangozhanesinde çalıştığı bir gün gelmişti Behiye.
Elinde ayağı kopmuş ahşap iskemle ile gelen kadının rahat tavırları, çiçekli emprime kumaştan elbisesinin altındaki çıplak bacaklarıyla beraber şen şakrak sesi mahallenin diğer kadınlarından çok farklıydı. Nejat iskemleyi tamir ederken Behiye etrafında turlamış ve sürekli konuşmuştu. Sanki uzun zamandır ahbap olan birileri gibi yakın ve sıcak. Tamir ettiği iskemleyi uzattığında, Behiye’nin eli iskemle ile beraber Nejat’ın elini de kavramıştı. Delikanlı saç diplerine kadar kızarmış, utancından ne yapacağını bilemez halde gözlerini yere indirmişti.
Gel zaman git zaman, Behiye’nin evindeki tüm mobilyalar marangozhaneye taşınmaya başlamıştı.
Babası Mahmut Usta, Behiye marangozhaneye geldikçe içinden bir fesuphanallah der ardından elindeki işi bırakıp isteksizce kadına doğru yönelirdi. Nejat bu anlarda kızarıp bozarır, kadının kendisine nasıl baktığını babası görecek diye yüreği ağzına gelirdi.
İlk Behiye’nin ona dokunduğu gün, kadının evindeki konsol bahane olmuştu. Ağaç kırpıklarının arasında kırıtarak gözlerini süzmüş, her daim cilveli edasıyla bir kedi gibi mırıldanmıştı.
_ Ah Nejat Beyciğim, akşama eve kadar bir zahmet getirirsiniz değil mi? Biliyorsunuz bizim bey bu sabah yine denize açıldı. Yarın öğlene ancak gelir.
Nejat başıyla olur işareti yaptıktan sonra, akşam karanlığı gündüzün aydınlığına düşene kadar, kadının saf ettiği son cümleyi düşündü.
***
Yeşil cumbalı evin eşiğine ayağını attığında nedendir bilinmez yüreği sıkışıyordu. Çok sonra yaşadıklarını düşündüğünde; o günkü yürek sıkıntısının nedenini kendine kendine itiraf etme cesaretini bulmuştu.
Bir kahve içimlik eve davet edilişinin hemen ardından; Behiye Nejat’ın vereceği cevabı dudaklarına mıhlayıp, delikanlıyı taş holün soğuk duvarlarına doğru sürükledi. Behiye’nin aç elleri Nejat’ın ürkek bedeninde dolaşırken, delikanlı hiç bilmediği bir ülkenin uçsuz bucaksız yolunda iz sürmeye başlamıştı.
Behiye’nin tecrübeli önderliği dâhilinde…
Kaçamak buluşmalarının ilk günlerinde yaşadığı haz, zaman içerisinde çok sürmeden Nejatın vicdanında derin oluklar açmaya başlamıştı. Mahallenin her bir yerinde burun buruna karşılaştığı Rüstem kaptana kaçamak bir selam verir, adamın başka bir şey söylemesine mahal vermeden hızlı adımlarla yoluna devam ederdi. Sırf bu nedenleydi ki mahallenin sokaklarında daha seyrek dolaşır olmuştu.
Geceleri başının altına aldığı yastığı taş olup beyninin içini sızlatıyor, sırtına aldığı yorganın altında ezilip duvarlar üzerine üzerine geliyordu. Vicdanı bir pençe olup tırnaklarını boğazına geçiriyor, arından ne yapacağını bilemez bir halde sabahı zor ediyordu.
Saatin yelkovanı akrebi kovalamaktan vazgeçmiyordu.
Nejat vicdanıyla yaptığı düelloyu kaybettikçe kan kaybediyor ve bu kan oluk oluk damarlarından çekiliyordu.
Zaman ilaç olmaktan çıkmış, elinde kılıcıyla bekleyen cellât kılığına bürünmüştü.
Önce kendisine olan saygısını yitirdi.
Sonra bedenine olan sevgisi nefrete büründü. Kendinden tiksinir hale geldi.
Daha sonrada onuru, boğazına sarılıp onu boğmaya çalıştı.
Ve sonrasında buna izin verdi.
En son karar aldı…
Sema ülkesinin sakinlerinin arasına karışıp…
Verilecek hesabını ortaya sunacaktı.
Karşılığında ne olacağını düşünmeden…
Bunu hak ettiğini düşündü.
SEVİLAY DİLBER
YORUMLAR
Çok etkileyiciydi. Kaleminiz çok güçlü ve okumaktan büyük haz alıyorum. Tebrik ederim. Sevgilerimle...
SEVİLAY DİLBER
SAĞOLASIN..
SEVGİLER..,
SEVİLAY DİLBER
güzel dileğin için..
Kurgunun size özel akışı ve okuduktan sonraki yansıması evvet o dedirten cinsten...
Özlemişim yazılarınızı...
SEVİLAY DİLBER
ne güzel sözler bunlar...
sağolasın..
sevgiyle..
Artık yazarına bakmadan okuduğum yazının sana ait olduğunu anlayabiliyorum. Demek ki bir tarzın var ve bu tarz akıldı kalmayı başarmış.
Kelimeleri seçişinden olay kurguna kadar herşey çok düzgün özgün ve sürükleyici. Yarın ne olur bilemem ama, benim için günün yazısı...Tebrik ediyorum sevgili arkadaşım....