- 740 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ŞİİRİN OKULU OLUR MU?
“ Şiir, marangozluk, kunduracılık gibi öğretilebilen bir sanat değildir. Gerçi şiir yazmak için öteden beri bir takım usuller, kurallar kullanıla gelmiştir; ama bunlarsız da şiir yazılabilir. Hem bu kurallar ve usulleri mükemmel bilmekle de insan güzel şiir yazmanın sırrına erişmiş olmuyor ki!” diyor Y. Nabi Nayır bir yazısında(Şiir Sanatı, s. 5). Bu konu öteden beri en çok tartışılan konulardan biridir. Şiir öğretilebilir mi? Şiirin okulu olur mu?
Şair, “yaratıcı” değil, “yapıcıdır” der Hilmi Yavuz; çünkü ona göre şiir, “yaratılan bir nesne değil, yapılan bir şey”dir. Bu görüş birçok şairin de ortak görüşüdür. Eğer şiir yaratılan değil yapılan bir şeyse, her yapılan şey gibi neden öğretilmesin?
Aynı soruyu Louis Aragon da sorar: “Şiir; tarihiyle, türkülerini söyleyenler ve gerçek solfejiyle ve de aslında hiçbir zaman ortadan kaldırılamayacak olan gizemini adım adım geriletme olanaklarıyla bile, neden öğretilmesin...” (Saf Şiir Yoktur, s. 53).
Octavio Paz’a göre de: “Bilgidir şiir, kurtuluş, erk, vazgeçme...” (Varlık Dergisi, Temmuz ’98) .
Eğer Şiir bilgiyse, bilgi hem öğretilen hem de öğrenilen bir şeydir. Dilimize Arapça’dan giren “şiir” sözcüğü de; “anlamak, duyumsamak, sezmek, sezmeyle bilmek” kavramlarından yola çıkılarak anlam kazanmıştır: “şair” ise “bilici, tanıtıcı” demektir ( D. Aksan, Şiir Dili ve Türk Şiir Dili; Fuat öprülü, Türk Edebiyatı Tarihi).
Gerek şiirde gerekse bütün sanatsal üretimlerde dört temel unsur ve aşamadan söz edilebilir: 1. yeti; 2. Yetiyi besleyen düş gücü; 3. Yetiyi ve düş gücünü besleyen deneyim; 4. Yetiyi, düş gücünü ve deneyimi besleyen, öğretilen, öğrenilen bilgi. Bütün bu aşamaların sonucu “bilinç”, ürünü de (şair için) “şiir” olarak çıkar ortaya.
İnsanı şair, ressam, sporcu vb. yapan yeti, doğuştan gelişmiş ve değişmez şekilde kodlanmış değildir; çünkü insanlar geliştirilmiş bir tek yetiyle doğmazlar. Sonradan geliştirip öne çıkarttıkları yetileri, ekinin ve toplumsal ilişkilerin oluşturduğu deneyimin etkisiyle diğer birçok yetinin köreltilmesiyle gerçekleşir; ya da gelişen, öne çıkan yeti yine ekinin etkisiyle diğer birçok yetinin desteğiyle gelişir; yani öne çıkan yetinin ekinsel ortamda başka yetilerle ilişkisi söz konusudur. Benveniste; “insan doğaya değil, ekine doğar” der. “Bu nedenle, ne yeti saltık bir etkendir ne ekin; ikisi bir arada, bir tür el birliğiyle oluşturur kişiyi.(...) Önceden ‘verilmiş’ bir yeteneğin zorunlu olduğu düşünülüyorsa, bir kez daha, aynı şey şiir için de, düzyazı için de, bilim için de doğrudur. Eğitimin düzeyi ve yoğunluğu kişiye ve alana göre değişebilir, ama Einstein’ı da, Beethoven’i de, Oscar Wilde’ı da ulaştıkları çizgiye hem doğadan, hem ekinden aldıklarının getirdiğini söylemek bile gerekmez” (Varlık, Şubat ’98) diye tamamlar Tahsin Yücel, Benveniste’nin düşüncesini.
Önceden “verilmiş”; yani insanın doğasında var olan yetilerin başında “dil yetisi” gelir. Bir düşünür “dil, Tanrı’nın insana bir bağışı değildir; insan onu kendi uğraşı ile oluşturmuştur” dese de, Benveniste’e göre “dil insanın doğasındadır, insan yaratmamıştır onu”. Bu iki düşünce birbiriyle çatışan iki görüş gibi görünür ancak ortak paydası; dilin doğadaki diğer nesneler ya da olgular gibi insana karşın var olmadığı; ancak dili oluşturan dil yetisinin de insanın doğasında var olduğudur. Şiir de insanın doğasında var olan dilin ürünüdür ve yeti denli eğitimle de ilişkilidir. Tahsin Yücel’e göre de bu böyledir: “Dil bizim için hem bir nitelik, hem de bir iyeliktir. Ama konuştuğumuz dili bizden daha iyi ve daha kötü konuşanlar, bizden daha az ve daha çok bilenler varsa, bunda yetinin de payı vardır, eğitimin de” (Varlık, Şubat ’98).
Aynı düşünceleri şiir için de dile getirir T. Yücel: “-uygun- ya da -yeterli- bir eğitim sonunda iyi ya da kötü şiir yazılabildiğine göre, yetilerimizin dışavurumunda eğitimin belirleyici bir işlevi bulunduğu kesin. Ancak, eğitimin de, öğrenme çabasının da eşit olması durumunda bile, sonuçlar aynı olmayabiliyorsa, bir başka deyişle, aynı öğretimi aynı özenle izleyen kişilerden kimileri daha iyi, kimileri daha kötü şiir yazabiliyorsa, işin içinde doğanın, yani yetinin payının da aynı ölçüde belirleyici olduğunu kesinlemek gerekir.” (Varlık, Şubat ’98)
Görülüyor ki diğer bütün sanatsal ürünler gibi şiir için de salt yeti yeterli değildir; en az o denli eğitim hatta öğretim de gereklidir. Usta şairlerimizden Oktay Rifat için; “şiir, şairin meyvesidir”. Nasıl ki nitelikli, lezzetli bir çavuş üzümünü bakımlı, aşılı bir kütük verirse, iyi şiiri de kendini geliştiren, yetiştiren bir şair yazar; “gelgelelim bu o kadar kolay iş değildir. Dil öğrenmek ister, okuyup yazmak ister.” (Yaprak, ’49, sayı: 4)
Her ne denli hep yeti söz konusu edilse de şiir dönüp dolaşıp dil gibi sözcük gibi öğretilen ve öğrenilen gerece dayanmaktadır. Ünlü düşünür Farabi’ye göre de şiirin iki temel öğesinden biri “sözcükler” diğeri de “sözcüklerin bir araya getirilişindeki esaslar”dır (akt. D. Aksan, Şiir Dili ve Türk Şiir Dili, s. 43). İşte öğretilmesi ve öğrenilmesi gereken şeyler de bu temel öğelerdir. Şair de sahip olduğu yetiyle, D. Aksan’ın da dediği gibi, şiir için vazgeçilmez olan bu en temel öğenin, şiiri var eden gerecin, dilin peşinde koşmalıdır; çünkü şair, eğer öteki insanlar arasından düşleri, coşkusu ve duygularının yoğunluğuyla ayrılıyorsa, bunları ancak güçlü bir anlatımla, iyi bir şiir diliyle başkalarına aktarabildiği ölçüde gerçek şair sayılır. Bunun için de yalnızca, yapısındaki başkalık yeterli olmaz; zihnindekileri söze dönüştürmeye yetecek denli sözvarlığı geniş, şiiri ve söz sanatlarını biliyor olması, dile egemenliği ve dilde yaratıcılığı da gereklidir. Bu, Salâh Birsel için de böyledir ve bunun için de eğitim hatta öğretim gerekir: “Şair yeni bir beğenisi olan adamdır. Buna ise bir yoldan, bir eğitimden, durun durun bir öğretimden geçilerek varılır.(...) Şiir okullarda öğrenilir. Resim de atölyelerde.” (Şiirin İlkeleri, s. 12, s. 68)
Evet, şiirin, resim gibi, müzik gibi, diğer bütün sanatlar gibi okulu vardır, okullarda öğretilebilir; çünkü resmin gereci renkler ve şekiller; müziğinki sesler; şiirinki de sözcüklerdir. Resim ve müzik, düşünce ve duyguları renk, şekil ve seslerle tasarıma, anlatıma dönüştürürken, şiir de bunu sözcüler yoluyla yapar. Ünlü şair Mallarme de, arkadaşı ressam Degas’nın “duygularımın yoğunluğuna karşın bir türlü şiir yazamıyorum, neden?” sorusunu “şiir duyguyla değil, sözcüklerle yazılır” diye yanıtlamamış mı? Resmin anlatımında renklerin ve şekillerin, müziğinkinde ise seslerin kullanma teknikleri nasıl öğretilebiliyorsa, bu gereçlerin özellikleri konusunda vb. bilgi verilebiliyorsa, aynı şey şiir için de söz konusudur. Nasıl ki resim ve müziğin okulu varsa şiirin de olmalıdır.
Ancak, bu düşünceden okulun şair yetiştirdiği, yoktan şair ürettiği anlamı çıkarılmamalıdır; çünkü söz konusu olan şair değil şiirdir. Şairlik bir yeti işidir, şiir ise bunun ürünü. Hiçbir okul yeteneksiz, yetisi olmayan birini şair yapmaz, yapamaz. En fazla iyi bir şiir okuru, şiirden anlayan bir şiir insanı yapabilir; ama yetisi olan, yetenekli birini iyi bir şair yapabilir, daha iyi şiirler yazmasını sağlayabilir. "Eğitim, yeteneği geliştirir(olgunlaştırır); ama oluşturmaz.” der Volter.
Şiirin bir anlak(zekâ) işi olduğu, şiir yazmak için anlak gerektiği söylenir, doğrudur; ama bilgi ve birikimle beslenmemiş anlak, sanatta pek fazla işe aramaz.
Sanatta esin denen şey bilgiyle deneyimin, us’ta doğru şekilde buluşmasından başka bir şey değildir. Deneyime, birikime dayanmayan esin olmayacağı gibi, bilgiyle beslenmemiş esin ise şekillenemez. Esin, söylendiği gibi insan usuna yoktan konan gizemli ve tanrısal(ilahi) bir kuş değildir.
Adnan ACAR
Adam Sanat Dergisi Nisan 2003