Siyah Beyaz Suskunun İzleri……
Kar yağıyordu……Gözleri kapanırken……
Kalkacak gücü bulamadı kendinde……
XXXXXXXXXX
İğde ağaçlarıyla çevrili avlunun içerisinde, karıklara bölünmüş bahçe ve son kalan birkaç yaprağını dökmemek için direnen meyve ağaçları beyaza dönüyordu usulca.
XXXXXXXXXX
Ev, iki yolun kesiştiği köşeden biraz içeride, tek katlı ve kerpiç bir binaydı. Ana yola bakan ön tarafında, akasya ve iğde ağaçlarından oluşan doğal bir çitin ardında daha çok yağmur yoğun dönemlerde suyla dolan ve kurbağaların üreme alanı olan minik bir göl, batı tarafındaki patikayla sınırlanmış iğde ağaçlarından oluşan bir çit, kuzey tarafında küçük çalılarla ve yine iğde ağaçlarından oluşturulmuş sınırın arkasında Uzun Aslan’ın bağı, doğu tarafında ise üzerine cam kırıkları döşenmiş kerpiç duvarla ayrılmış Deli Hürü’nün bahçesi vardı.
Eskiden, doğu tarafta ağaçlardan oluşan bir çitle çevrilmişti. Cemal Dede öldükten sonra Deli Hürü bahçeyi inanılmaz bir şekilde sahiplenmiş ve üretilen sebze ve özellikle meyvelerin komşular ve çocukları tarafından tadılması konusunda - ki bu tatma durumunun yöresel algısı “yolma” olurdu her zaman - şiddetli tepkiler vermeye başlamıştı.
En güzel meyveler Deli Hürü’nün bahçesindeydi ve mahallede çok fazla çocuk vardı.
Çocuğun babası, sürekli çıkan kavgalardan yorulmuş ve doğu tarafındaki ağaçların hepsini sökerek yerine briket bir duvar çekip üzerine harç içerisine diklemesine cam kırıkları yerleştirerek geçişi tümüyle engellemişti.
XXXXXXXXXX
Kar yağmaya devam ediyordu……
Arka bahçenin doğu köşesinde bir gölge kıpırdadı.
Oldukça iri, siyah beyaz bir köpek koşarak kıpırtıya yöneldi. Kuyruğunu sallıyordu, ön ayaklarını sürekli hareket ettirerek, önce çenesini kara değdiriyor sonra yukarı kaldırıp iniltiye benzer sesler çıkarıyordu. Tüyleri çok uzundu ve gözleri görünmüyordu. Karların üzerinde siyah lekeler dans ediyor gibiydi, havadan konfetiler yağıyordu sanki ve duman makinesinin sis üretmesine benzer bir yoğunlukta buhar çıkıyordu köpeğin ağzından, dışarıdayken dili…..Birden geri dönüp koşmaya başladı. Sert bir şekilde durup yeniden köşeye yöneldi. Artık havlıyordu; hem de durmaksızın.
Havlamalar tükenmek bilmiyordu.
Giriş kapısının üzerindeki lamba yandı.
Çocuk kapıyı araladı ve dışarı baktı; sobaların bacalarından yayılan, linyit ve tezeklerin oluşturduğu ağır hava yoğun bir sis dokusu oluşturmuştu ve inanılmaz kötü kokuyordu. Genzi yandı ve öksürmeye başladı, çocuk… Gözleri sislerin arasında oynaşan binlerce kar tanesinde, kulağı ise Kıllıdaydı ve çok sıkışmıştı.
XXXXXXXXXX
Bahçenin içerisinde, tek katlı beyaz badanalı kerpiç evin dışında, biri büyük diğeri küçük iki yapı daha vardı. Büyük olan, iki bölümden oluşuyordu ve her bölüm de iki gözlüydü. Gözlerden arka tarafta olanın bir tarafı kömürlük diğer tarafı odunluk olarak kullanılıyordu ve ışığı yoktu. Küçük olanı ise ki o, bahçe tarafına bakıyordu; kümes olarak kullanılıyordu; Kümesin birinci bölümü tellenmiş açık alan, ikinci bölümü ise tavukların gecelediği kısımdı…..
Kümeste, birkaç yerli horoz ve ondan fazla beyaz renkli kültür tavuğu bulunuyordu. Tavuklar, ilkbahardan hasat zamanına kadar olan süre içerisinde kümesten hiç çıkartılmazdı. Karıklar bozulup ürünler toplandıktan sonra kışa kadar her gün sabah serbest bırakılırlar, gün batımına yakın kendileri kümese dönerlerdi ve her gün mutlaka yumurta verirlerdi.
Diğer yapı ise tuvaletti
ve
tam bir sorundu………
XXXXXXXXXX
Çocuk babasını çağırdı.
Babası gaz lambasıyla geldi, fanus şeklindeki camı çıkartıp, kibriti çakıp fitili ateşledi. Tuvalette ve bahçenin başka hiçbir yerinde aydınlatma yoktu, babasının çizgili pijamasının üst kısmının eteğinden tutarak tuvalete kadar gittiler, babası bekledi çocuk rahatladı.
Köpek evin arka yanında havlamaya devam ediyordu, oraya doğru yöneldiler. Işığı gören Kıllı koşarak geldi ve türlü maskaralıklar yapmaya başladı, çok sevimli bir hayvandı, oynamaya başladığında hiç kimse ona kayıtsız kalamazdı ve o da bunu çok iyi biliyordu.
Köşeye yaklaştıklarında Kıllı aniden fırladı ve gözden kayboldu. Gaz lambası ışığında henüz tutmaya başlamış karın üzerinde kırmızı lekeler zor da olsa seçiliyordu, dikkatle takip ettiler izleri, lekeler Uzun Aslan’ın bağına doğru iğdelerin arasından geçerek uzanıyordu.
Hava soğuktu ve çok üşümüşlerdi.
Sabah tekrar bakmak konusunda anlaşarak içeri girdiler.
Kıllı’nın sesi o gece bir daha hiç duyulmadı.
XXXXXXXXXX
Uzaklardan, derin bir patlama sesi duydu çocuk.
XXXXXXXXXX
Çocuk tüm geceyi yoğun bir endişeyle geçirdi.
Evlerinde sabahın habercisi horozlardı. Uyku hali devam etse de ev halkının tamamı her sabah mutlaka onların sesiyle gözlerini açar ve günün rutinine göre kalkar ya da uyumaya devam ederlerdi.
Çocuk ilk duyduğu sesle fırladı yatağından.
Camdan dışarıya baktı, kar durmuştu.
Çoraplarını giydi ve hala daha neden tuzlu olduğunu anlayamadığı yeni kabanını sırtına geçirerek dışarı çıktı. Kışları ön taraftaki büyük giriş kapısı kapalı tutulduğundan, yan tarafta bulunan ve mutfağa açılan yüksek eşikli giriş kapısı kullanılırdı.
Karın yağdığını unutan çocuk dışarı adımını atar atmaz kendini yerde buldu, canı acıyordu, ağlamaya başladı. Sesini duyan annesi hemen koşarak geldi, gözlerini ovuşturuyordu onu kucağına alıp yatağına getirdi. Annesinin kokusunu çok severdi çocuk, dirseği ve özellikle de dizi fena halde kanıyordu ama annesinin kucağındayken acısı dinmişti bile.
Annesi hem söylenip hem de yaralarını temizlemeye devam ediyordu. Tentürdiyotdan nefret ediyordu çocuk, unuttuğu acısını dişlerini sıkarak yeniden hissetmeye başladı, aklı hala Kıllıdaydı…….
XXXXXXXXXX
O gün pazardı.
Babası hala yatıyordu. Annesi yaralarını temizledikten sonra söylenerek mutfağa çay koymaya gitti. Hemen cama fırladı ve Kıllı’yı görebilmek için yoğun bir uğraş gösterdi. Her taraf beyaza bürünmüştü ve Kıllı’nın ayak izleri bile görünmüyordu, normal koşullarda evde sesler duyulmaya başladığında hemen mutfak tarafındaki girişin önüne gelir ve kuyruğunu sallayarak beklemeye başlardı.
Evdeki hareket onun kahvaltı saatiydi.
Hiçbir iz yoktu Kıllı’dan, iyice telaşlandı, bu olası bir durum değildi, şu an kapıda olmalıydı ve kesik havlamalarla kendini duyurmalıydı.
Annesinin sesini duydu ve hemen yatar pozisyona geçti yeniden. Dirseği ve dizleri yeniden kontrolden geçirilerek gazlı bez-flaster kullanılarak kapatıldı.
Pijamanın diz kısmı ezilip yırtılmış ve kan lekesi olmuştu, annesi dikkatlice sıyırarak pijamayı çıkarttı ve kan lekesini temizlemek için banyoya gitti.
XXXXXXXXXX
Banyo yaklaşık iki metrekarelik ince uzun bir aralıktı. İçerisinde, odunla yanan bakırdan kalaylı bir banyo kazanı vardı ve neredeyse tüm alanı kaplıyor gibiydi. Banyo kazanının deposu tulumbadan çekilen suyla doldurulur, altı yakıldıktan sonra kaynaması beklenirdi. Banyonun bir köşesinde de yine tulumbadan doldurulmuş büyük beyaz su bidonları vardı.
Su kaynadığında bu bidonlardaki suyla bir kazan içerisinde su ılıştırılarak kullanılırdı…
Evde sadece pazar günleri banyo yapılmaktaydı.
XXXXXXXXXX
Annesi çay için koyduğu sudan bir bardak kadar alarak, pijamanın kanlı diz kısmını ıslattı ve biraz kille ovalamaya başladı. İşi bittikten sonra da pijamanın o kısmını sıkılmış olarak geri getirerek sobanın kenarına bir sandalye çekip kuruması için astı.
Bu sırada babası uyandı ve havlusu sırtında banyoya doğru yürüdü.
Annesi yatağından çıkmasına izin vermiyordu ama onun aklı Kıllı’daydı ve hala bir ses yoktu. Yorganı başına çekerek yeniden uymaya çalıştı.
XXXXXXXXXX
Yüreği kıpır kıpırdı, ne yaptıysa da uyuyamadı, yorganın altında dönüp duruyordu, altında pijaması olmadığından utanıyor yataktan çıkamıyordu….
Annesi, katlanarak açılıp kapatılan yüzeyi muşambayla kaplı kavak ağacından yapılmış ve bu yüzden de çok hafif olan masayı, getirip sobayla onun yattığı somya arasına açtı. Üzeri çiçekli naylon örtüyü serdi ve peynir, zeytin, sana yağı ve yazın bahçeden toplanmış meyvelerden yapılmış vişne ve kayısı reçellerini, haşlanmış yumurtaları ve hafif salçalı sosla haşlanarak, üzerine sarımsaklı yoğurt dökülmüş kuru acı biberlerden yapılmış özel pazar kahvaltılığını; özenle masanın üzerine dizdi…
Çayı getirip sobanın üzerine koydu ve ekmekleri kızartmak için ince dilimler halinde kesti…..
Pijamanın ıslak kısmını kontrol edip ters çevirdi.
Banyodan babasının yıkanma sesleri gelmeye devam ediyordu.
Annesi yatak odasına geçti, dikiş kutusu ile pijamayı diktiği zamandan artan küçük bir parçayla geri döndü. Pijamayı yeniden kontrol edip sobanın yanından aldı, yırtık ve ezik bölümü kaplayacak büyüklükte ve çizgileri pijamanınkilere denk gelecek şekilde yuvarlak bir parça keserek iğneye ipliği geçirmek için uzunca bir süre uğraştıktan sonra tek gözle yorganın altından onu izleyen çocuktan yardım istedi.
Çocuğun kendini iyi hissettiği zamanlardan biriydi bu, hemen fırladı yataktan, ancak dizindeki yarayı unutmuştu, dizini masanın köşesine çarptı çok acıdı ama ağlayamadı. Dişlerini sıktı; dışarı çıkmalıydı.
XXXXXXXXXX
Annesi pijamanın yamasını yapmış, sonra yatak odasına götürüp makineye çektikten sonra getirip ona vermiş giymesini istemişti, sonra vazgeçip kendisi dikkatlice giydirdi pijamayı.
Az sonra ağabeysi de uyanarak odaya geldi.
Ebeleri geçtikleri yıl ölmüştü ve onun odasını ağabeyine vermişlerdi. Önceki gece tüm o gürültüye rağmen uyanmamıştı ağabeyi oysa Kıllı’yı o da çok severdi.
Annesi mutfaktayken hemen her şeyi ona anlattı ve annesinin kendisini dışarı çıkartmadığını ve onun çıkıp Kıllı’ya bir bakmasını istedi.
Babası banyodan çıkmış ve yatak odasına geçmiş tıraşını olmuştu, şimdi üzerini giyip kravatını takacaktı. Ona göre toplum içerisine tıraşsız özensiz çıkılmazdı ve ailesi de toplumun bir parçasıydı.
Annesi ağabeyini banyoya sokmak için kapıda belirdi, nedense her şey ters gidiyordu. Dışarıda kar vardı ve ağabeyin banyodan sonra uzunca bir süre dışarı çıkmasına izin verilmeyecekti. Bu arada çocuğun banyosu da yaraları sayesinde ertelenmişti. Sinsice güldü, yıkanmaktan hiç hoşlanmıyordu.
XXXXXXXXXX
Saat öğleye yaklaşmıştı... Banyo ve kahvaltı işleri bitmiş günlük sohbetler yapılıyordu...
1974 yılının başlarıydı, o günlerde ‘’Kıbrıs’’ gündemi fazlasıyla dolduruyordu. Babası annesi ile sohbet ederken askerden, askerlikten söz ederek olası durumlarda neler olabileceğine ilişkin önermelerini sıralıyordu. Anne ise pek de dinlemeden askerde olan yakın akrabalara ilişkin endişelerini dile getirmekteydi.
Genel olarak ülkede ortam çok gergindi.
Aslında askerde olmayan akrabalar bile askerlik şubesinin önünde beklemeyi planlıyorlardı.
Yaşadıkları kent Türkiye’nin silah gereksiniminin yoğun olarak karşılandığı son derece stratejik bir yerdi ve baba olası bir savaşta yaşam koşullarında değişikler olacağından bahsediyordu.
O dönemde televizyon henüz yaygınlaşmamıştı. Sadece birkaç büyük kentte vardı; 1973 yılının sonlarında onların yaşadığı kentte de izlenmeye başlanmıştı. Akşamları, yediden gece on bire kadar süren siyah beyaz bir yayındı ve çok az sayıda evde televizyon bulunmaktaydı.
Televizyon olan evlerin misafiri hiç eksik olmazdı; çekirdek kabukları da.
Çocuğun televizyon sözcüğünü ilk duyuşu, Ankara’ dan gelen misafirlerinin, akşam yemeğinden sonra ajansı dinlerken ki anlamlandıramadığı durum sonrasında olmuştu.
Bu misafirler dört kişilik bir aile olup annesinin yakın akrabalarıydı, bir cenaze nedeniyle gelmişlerdi ve onlarda kalacaklardı.
Lambalı Phillips marka radyo, duvara tutturulmuş ” L” şeklindeki metal parçaların üzerine konan kalın bir cam parçasının üzerinde duruyordu.
Çocuğun dikkatini çekti, Ankara’lı misafirlerin tümü başları yukarıda radyoya bakarak dinliyorlardı ajansı.
Misafirlerin kendinden iki yaş büyük oğulları Ali’ ye ertesi gün sordu,
Ali küçümseyici bir ifadeyle televizyon izlemeye alışık olduklarını söyledi.
Televizyon nedir diye soramadı çocuk ama belli ki sinema gibi bir şeydi.
XXXXXXXXXX
Çocuk, kahvaltısını bitirmiş, somyanın üzerinde uzanmış sohbetleri dinliyor ve Kıllı’yı düşünüyordu. Nice sonra babası tam masadan kalkarken, ona dün akşamı anımsattı, Kıllı’nın hala sesi çıkmamıştı ve bakmaları gerektiğini söyledi.
Baba başıyla onaylayarak paltosunu giyip dışarı çıktı, çocuk pencerenin önünde merakla bekliyordu……
XXXXXXXXXX
Baba dışarı çıkar çıkmaz, konuşma sesleri duyulmaya başladı. Evin ana yol tarafındaki komşusu marangoz Kürt Ali önce selam vermiş sonra bahçe kapısına kadar yaklaşarak babasıyla sohbet etmeye başlamıştı. Yaklaşık yarım saat kadar sürdü bu ayak üstü sohbet. Ön taraftaki küçük gölün kurutulmasından okulun sıralarının onarılmasına kadar bir çok konu art arda sıralandı, baba o sıralar mahallenin ilkokulunun müdürüydü ve okulun işlerini hep kentteki fabrikalardan rica minnet aldığı işçilere yada askeri birliklerden aldığı usta erlere, ücretsiz yaptırırdı. Mahallenin marangozu Kürt Ali de bu işe çok bozulurdu ama o okul sıralarını hiçbir zaman tamir edemedi.
Çocuk içerde meraktan ölecekti….Beklemeye devam ediyordu ve belki hayatında ilk kez küfür etti; içinden Kürt Ali’ye….
Yoldan çok nadir araba geçerdi. Zaten o zamanlar çok fazla araba da yoktu; iki saatte bir geçen, Ankara belediyesi tarafından hibe edilmiş bir belediye otobüsü, kent merkezi ile mahalle arasında çalışan bir Matador, bir Commer ve bir Naysa’ dan oluşan üç dolmuş ve bir de İrfan’ın İmpala’sı.
Mahalleye gazete geç gelirdi, bu Pazar günleri çok daha geç olup dolmuşlardan hangisi denk gelirse o gazeteleri getirir bakkal Mevlit’e bırakırdı. Bakkal Mevlit, berber durağındaydı ve dükkanı evin bahçe kapısından rahatça görülebiliyordu. Baba tam geriye dönüp Kıllı’ya bakacaktı ki Matadorun sesi duyuldu ve şoför Ömer kornaya basarak gazeteyi bıraktığına ilişkin işaretler yaptı. Baba bahçe kapısını açarak bakkala doğru yürümeye başladı.
XXXXXXXXXX
Çocuk yalvaran bakışlarla ağabeyine döndü, kahvaltı masası temizlenmiş ve ağabey ders çalışmaya başlamıştı. Sobanın kenarında bulaşıkları yıkayan annenin sert bakışlarıyla karşılaştı bir an ve zaten konuşamayan çocuk içini de susturmaya çalıştı ama bu imkansızdı.
Kirpiklerinin arasından sızan yaşlara engel olamayarak, kafasını tül perde ile camın arasına sokup görebildiği açıdan gözleriyle Kıllı’yı aradı. Hala yoktu.
XXXXXXXXXX
Tahta bahçe kapısı açıldı ve babası belirdi. Koltuğunun altında gazetesi vardı ancak bu çok kötü bir görüntüydü, ne olacağını biliyordu babası gazete okumaya başladığında bitirmeden bırakmazdı ve bu bazen akşama kadar sürerdi.
Babası eskiden ağabeyinin yattığı sobanın arka tarafındaki somyanın üzerine oturdu ve gazetesini açtı
O zamanlar gazete sayısı çok azdı, yaşadıklara yere de sadece dört tane gazete gelir, babası da hep en çok yazı olan gazeteyi alırdı. Diğerlerini, çok fazla fotoğrafla dolduruluyor okuyacak bir şey bulamıyorum diye tercih etmezdi.
Babasının bu alışkanlığıyla ilk kez o zaman kavga etti, ona göre fotoğraflar olayları çok daha güzel anlatıyordu, babası diğer gazetelerden birini okusaydı kısa sürede bitirecek ve Kıllı’ya bakmaya çıkabileceklerdi.
Cılız bir sesle babasına seslendi, sesini duyuramadı, bakışlarını ağabeyine yöneltti derslerine gömülmüştü ve annesinin gözü üzerindeydi.
XXXXXXXXXX
Saat oldukça ilerlemişti; kış aylarında hava oldukça erken kararıyordu. Çocuk hala camın önündeydi ve Kıllı’dan en küçük bir iz, işaret, ses yoktu.
Önceki akşamı anımsadı çocuk yeniden ve kırmızı lekelerin kan izi olabileceğini düşündü. Bu düşünce onu yine telaşlandırdı.
Annesi banyoda leğeni önüne almış çamaşır yıkıyordu, babası hala gazetenin üzerindeydi, ağabeyi ödevlerini bitirmiş dışarı çıkıp kaymak için annesinden izin almaya hazırlanıyordu.
Dışarıda kar yeniden başlamıştı, çok ince yoğun bir tipi vardı, hafif rüzgar minik kar tanelerini savuruyordu.
Ağabeysinin izin girişimi başarısızlıkla sonuçlandı.
Babadan başka bir şans kalmamıştı. Yeniden deneyecekti. Babasına yaklaştı, gazete ile arasına girerek kucağına sığışıp gülümsedi. Babası gazeteyi bırakıp onun saçlarını okşamaya başladığında konuyu anımsadı ve bir tebessüm de o bıraktı çocuğun yüreğine.
Tamam dedi hadi bakalım Kıllı efendiye.
XXXXXXXXXX
Annesinin itirazına rağmen sıkıca giyinip çıktılar dışarıya, tipiden etraf net olarak görünmüyordu, akşam da yaklaştığından hava iyice puslanmıştı. Hemen arka bahçedeki köşeye yöneldiler. Yağmaya başlayan kar kırmızı lekeleri örtmüştü fakat dün akşam fark etmedikleri, ki büyük olasılıkla beyaz olduklarından, tüylerle doluydu her taraf. Tüyleri takip ederek Uzun Aslan’ın bağına kadar geldiler. İğde ağacının dallarını aralayıp baktıklarında ilk sıradaki omcaların birinin altında parçalanmış bir tavuk gördüler.
Tavuğun etrafı kıpkırmızıydı.
Babasının yüzü değişti bir an, hemen geri dönüp kümese yöneldi, içeri girip tavukları saymaya başladı.
Döndüğünde çok sinirliydi, tavuklardan bir tanesi eksikti.
XXXXXXXXXX
Eve döndüler.
İçerdeki sohbet bunun çok tehlikeli bir durum olduğu Kıllı’nın bunu bir kez tattığı ve artık vazgeçirilemeyeceği üzerineydi.
Ondan kurtulmak gerekiyordu.
XXXXXXXXXX
Çocuk çaresiz sustu.
O yapmaz demek istedi, yalvarmak istedi; olmadı. Gözyaşlarını içine akıtarak sustu.
XXXXXXXXXX
Hava iyice kararmıştı.
Annesi çamaşırları bitirmiş soba borusuna takılı olan askılığa ve arkasındaki sandalyelerin üzerine dizmiş, masayı hazırlamaya başlamıştı.
Evin içerisini yeni yıkanmış çamaşır kokusu doldurmuştu.
Ağabeyi babasının bıraktığı gazeteleri karıştırıyordu.
Babası sobanın önüne bir sandalye çekmiş, kapağını açmış, kapağın kenarına dayadığı maşanın üzerine bir gün önce cumartesi pazarından aldığı hamsileri diziyordu.
Çocuk camdaydı.
XXXXXXXXXX
O gün yatana kadar hep camın önünde bekledi ve orada uyuyakaldı. Annesi onu alıp önce pijamalarını giydirdi sonra yatağına yatırdı.
O zamanlar hep erken yatılırdı, akşamları ev gezmelerinden başka yapacak bir şey yoktu. Genelde saat on dolaylarında evin tüm lambaları hemen sönerdi.
XXXXXXXXXX
Gece başlamıştı.
Genzinde yeni yıkanmış çamaşır ve yoğun hamsi kokusu olan çocuk derin derin uyumaktaydı. Annesi uzunca bir süre onu seyretti. Yatmadan hemen önce yaralarını kontrol etmiş temizlemiş ve yeniden kapatmıştı.
Babasının sesini duydu çocuk, derin uykusunun aralıklarından.
Annesi kalktı çocuğun yanağına kondurduğu bir öpücükten sonra ellerini saçlarında gezdirip gitti.
XXXXXXXXXX
Cep telefonu çalmaya başladı, horozun bir süre ötüp susacağını bilen adam gözlerini hafifçe aralayıp şöyle bir baktı. Akşam perdeleri açık unutmuştu, dışarıda lapa lapa kar yağıyordu. Gülümsedi. Umursamaz bir tavırla önce ellerini saçlarında dolaştırıp, sonra yatmaya devam etti.
Dün akşam yediği hamsinin tadı hala damağındaydı, ızgarada hamsiyi çok severdi ve yanında da rakıyı.
Annesinin kokusunu anımsamak için çabaladı biraz.
Sonra
Kıllı’nın geldiği ilk günü………
15/01/2011 ege altun
www.egealtun.com
YORUMLAR
deftere girmeden önce yazınızı okudum dikkatimi çekti yazınız,bir çocuğun öncülüğünde bir yaşam okuduk ,yaşamdan kesitler ve yine bir çocuğun merakıyla sürüklendik ,sanki bir evin içinde bizim de başka biçimdeki yaşamlarımız geldi gözlerimizin önüne,oldukça güzel bir yazı ,yalnız aralardaki xxxxx olan kısımları kaldırırsanız daha bir anlamda kopukluk olmayacak ,teşekkürler sürüklediniz bizi kar taneleriyle bir patinin peşine.
saygımla
lacivertiğnedenlik tarafından 1/31/2011 2:30:30 PM zamanında düzenlenmiştir.