- 652 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Halk Ve Demokrasi Mavalı
Bizim gibi gelişme doğumu sancıları saçan ülkelerde halk, demokrasinin ne kurucusudur, ne de savunucusu olmuşlardır. Demokrasi aslında belli bir zaman zemin dilimindeki toplumların, üretim tüketim ilişkisini; halkın ve yurttaşın bilinç edinmesiyle tutumlaşılan kültür şeklidirler.
Bizde, hiç bir zaman halkın eliyle, halkın tercihi oluşla, halkın bir demokrasi tarihi hiç yoktur. Ulul emre itaat felsefesinin bu resesif oluşta çok büyk bir yadsınamazlık payı vardır. Sanki ulul emir, şaşmaz bir doğrusal yalınlıkla gökten inmişti. Bu nedenle demokrasi doğmatik anlayışlı toplumların öznel yapısına ve halka; bir lütuf gibi gelmiştir!
Oysa demokrasi, yurttaşların orta bir bilinç durumunun tutumu olup; toplumun siyasi gidişat uygulamalarını; yani yurttaştan yana uygulamalarında; ve en azından halktan yana iyileştirilmesi bağlamında, bir kontrol mekanizmasının kullanımı olacaktan da anlaşılmalıydı.
Yani demokrasinin bir yüzü de karşılıklı oluşla, yöneten yönetilen sorumluluğuydu. Bilmezlikleriyle; inançlar, görenekler içinde olan bir halk olmak çok kolay. Yurttaş olmaksa, bir bilinç işi oluşuyla, sorumluluğu zordu!
Demokrasisi, gelişmemiş ülkeler de halka, demokrasinin nimetlerini yaşatmaktan çok; demokrasinin külfetlerini halkın sırtına çıkarttılar. Gelişmemiş ülkede demokrasinin nimetleri, tezgah siyasetlerin sorgusuz sualsiz saltanatı olurlar.
Demokrasinin halkçı (sureti haktan yana demagojik) oluşla kullanım yararından kaynaklanışla, halkın bu konudaki bilmezlikti sıkıntıları acite edilişlerle birlikte, halkın binlerce yıl çatışan derin ayrılıklarının külfeti de oldular.
Bakarsınız bir anda çevre yollarla birlikte can damarı ana yol ve kavşaklar yollar yarım saat önceden kesilir! Kuş sektirilmez. Bir anda trafik kuralları ve trafik ışıkları, falan kişinin geçmesi için bir işe yaramazlaşır. Bizim gibi demokrasi kültürü geliştiremeyen ülkelerde, ne yazık ki seçilmiş krallar çıkmaktadır. Akşamda ekranlarda gözünüze baka baka, demokrasinin faziletlerini anlatırlar.
Üretim tüketim ilişkilerini değiştiremeyen toplumlar; ne demokrasi bilinci edinirler, ne de demokrasilerini değiştirebilirler. Üretim ilişkileriniz değişince talepleşmeleriniz değişecektir. Bu da demokrasi anlayışınızın gelişmesi olacakla, demokrasinizin değişir olmasıdır.
Dünya’nın her yerinde halk, baskılanma, korkutulma, sindirilme, yıldırılma ve polis dayağıyla, karşı karşıya kalınınandırlar. Bu dün böyleydi, bugün de demokrasi adı altında, kamunun güvenliği adına; bu böyledir!
Şundan da kuşku yok ki, halka dek yaşamın içinde, görece; düne göre de, oldukça çok büyük kıyaslanmayacak denli olumlu ve çok ileri değişmeler ve hak edişler de olmuştur.
Demokrasi toplumun bir işleme kuralı iken, siyasi partiler eliyle demokrasiler halkın malı gibi halk düzlemine geriletildi. Demokrasi adına (!) halkın geçmişe değin tarihsel olan aktarımsılarının; şimdiki halkla hiç de bağıntısı olmayan, örfleri, hamasi bilmezlikleri; partiler eliyle demokrasidir diye toplumun içine çekilişle, halksı tutumlar klikleşen bir put tabusu oldular. Laik ve demokratik düzenin partileri, kendi ayak zeminlerini oyup, halkın cemati olmuşlardı.
Partiler, toplumsal olanı yansıtmak yerine, topluma hiç bir yararı olmayan; halksa, hamasi olanı yansıtır oldular. Halkın bilmezlikleri, toplumsa değer yargılarının içinde bir muhafaza kalıbına sokuldu.
Demokrasi, toplum yerine, halkın işleme şekli olan, halkın hoşgörüsü biçimine sokuldu! Dahası, toplumdaki siyasetlerin kullandığı dil, toplum dili olmak yerine, halkın tabudu inanç dilidirler. Toplumsal iletim şekli olan demokratik bilinçlenme, pusturuldu.
’Demokrasilerde partiler vazgeçilmez unsurudur’ denecekten güya, halkın partisi oldular! Bu yüzden hiç bir zaman toplumun partisi olamadılar. Toplumun; emek, üretim, bölüşüm tabanındaki birleştiriciliği sömürü yüzünden, halka hiç gösterilmedi.
Toplumun birleştiriciliği yerine, halkın inanca dek parçalı oluşu çatıştırıldı. Siyasetler; toplumsal plan, toplumsal proje, toplumsal bilgi, toplumsa olacak araştırmaların, geliştirmesini üretemediler. Hep toplumsal olmayan uyutmaların içinde, din ve etnik yapı bezirganlığını, yaptılar.
Bizim toplumumuzda siyasi partiler; gelişen toplum yapısı karşısında, her daim gelişememenin ifadesi oldular. Hala da öyleler. Oysa toplumumuzdaki Sevgili Atatürk gibi simge değerler, Osmanlı gibi muazzam devasa yapının güncel değişememesinin karşısındaki bir değişme idiler.
Sevgili Atatürk’ten sonraki, Atatürkçülük de, değişemeyen güncelliklerin aynı kısır kalıplarıyla değişememenin bir tutuculuğuydular. Ya da diğer değişememe cephelerinin, siyasi çıkarlı savunulan odak merkezi konumuna geriletildiler!
Elbette temel gereksinimleri karşılanmış insanın, girişen bir özel yaşamı ve öznel inançtı yaşamları ortaya çıkmadan, insan yaşadığını bilemez. Zorunlu olan toplumsal yaşamın zorluk ve stresleri, özel yaşamınızla rehavettedir.
Ve bu özel yaşama değin gerektirmeyi de toplumlar, halkın kendi alanı içinde gözetmelidirler. Siyasetler, toplumsal projelerindeki icraatlarla üretimin verimliliklerini arttırmakla ve üretim arzlarını tüketim için yurttaşlarına (halkına) paylaştırmakla halka mal olacaklardı. Oysa ki siyasetler toplum üzerindeki işleyişleriyle, halka mal olacaklarına; tam tersi halkın sanal memnunlukları üzerinden, topluma mal olmak istemeleriyle; toplumun ve sistemin polemikti ve boş sözdü, tıkacı oldular.
’Halkın isteği başımızın tacıdır’; ’halk ne derse doğrudur; halk ne isterse o olur’ diyerek hiç anlaşılmayan demokrasi kültürü, seçme ve seçilmeye değin indirgenmiştir. ’Halkın istemi’ söylemleri ilen de, toplumsal demokratik seviyeyi, yerlerde tırstırmıştılar.
Halk alan, halksa olan toplumsal düzlem değildir. Partiler, toplumsal alanda din, iman, etnik anlama gibi bir insan-insanlar ilişkisini esas aldılar. halbu ki toplum, insan-insan ilişkisi değildir. İnsan-üretim ilişkisi oluşla insan-sağlayışlar ilişkisidirler.
Halk tüketim alanıdır. Halkçı olan özel ve öznel yaşama ve yaşantılaşmalara dönük, gelenek göreneğe dek dil kullanışla,toplum iletişemez oldu. Ve toplumsa olay ve olguları değerlendiremez oldular. Özel yaşamın farklılıkları olan, halk zenginliği dinamikleriyle partiler, günlerini gün edişle geçirdiler!
Bu halkçı tutumlaşmaların toplumla ilişkisi olmayıp, aksine; halkın temel sağlayışlarının toplumla ilişkisi vardır. Halkını düşünen, toplumuna (üretime) yönelmeliydi! Toplumdan üretimle, halka doğru yansıyan refahı, halkın kişileri kendi özne aidiyet ufkları içinde tüketecek olmasının gayretini partiler görüp; üretimin yansımasını bu şekilde halka sağlamalıydılar!
Oysa demokrasilerde halk, toplumdaki üreten bireyin kazancı ile mütala edilir. Toplumda üreten bireyler, toplumdaki üretimleri nedeniyle ve üretimin paylaşımı olan gelirlerinden ötürü, toplumun kesimini (sınıfları) oluştururlar.
Toplumun kesimleri, üretim dışındaki zamanlarını geçirdikleri yerler olan, halk alancı yaşamlarını; aileleri olan, halk alan içindeki tüketim ilişkisinin özel yaşantılaşması içinde, belirlerler.
Bu yüzden, toplum bireyinin üretim ve iş kollarındaki çalışma konumlarından getirdikleri kazancın refahlarına göre halk ilişkilenir. Halkın kişileri kendi bireylerinin toplumda getirdiği kazançlar çevresinde, farklı farklı tüketim ve yaşam ilişkilerine girerler.
Aileler, toplum içinde üreten bireylerinin, toplum içindeki iş koşullarına ve gelirden aldığı paya dek sorunları doğrultusunda, kendi bireyinin demokratik mücadeleleri doğrultusunda, kümelenmiştirler. Halkın demokrasisi ve topluma yaklaşımı bu kadardır! Kendi evladı işe girmişse, ona değmeyen yılan yaşar.
Halkın dayanışması, toplum içindeki, ortak mesleki üretim ve mesleki hizmete değin, mesleki iş kolu sorunlarının mücadelesibağlamında halkın içinde ortak bireylerinden ötürü, ortak olmaktadır. Toplum içinde her bir sektörün, her bir alanına dek üretimse koşulları, kendi çelişkilerini taşır. Bu sizin çalışma ve ücretlendirme koşullarınızı da farklı kılmaktadır.
Toplum içindeki bu çelişkiler, farklı farklı sorunları ve farklı sağlayışları ön görür. Bu nedenle de, halktaki demokratik mücadele duyarlığı da, halktaki eğilimler içinde de, birinin demokratik mücadele konusu, diğerinin de aynı bir sorunu, olmamaktadır.
Hatta, birinin toplum içindeki demokratik mücadelesi, diğerinin de bir ulaşım, eğlenme, gezip tozma gibi günlük yaşamlarına değin kullanımdı haklarının geçici sağlanamaması nedeniyle mahrumiyetlerine sebep olurlar. Halk demokrasinin az biraz geçici aksama ve kayıplarla kendi üzerine döneceğini kavrayamaz.
Halk özgecil olmak yerine, sağlaşamadığı bu noktada duruşla bu bencil çizgide duyarlılık verir. Halkın kişileri, genel yarardan görece yarar çıkarılacağını bilemezler. Halbu ki o an sağladığınız yararlar, yani görece olan yararlar da, görecedir. Genel değildir. Toplum genelliktir.
Yani halkın böylesi bir bencil aymazdı sorunu da, olmakta. Halkın tekme tokat, cop yemesine, gıkı çıkmayan diğer kümedeki kimi halktı kişilerin, o günkü tepkisi yolun kapalı olmasınadır. Halkın tepkisi ’ toplumsal ilişki noktasında olmayıp’ günün rutini olan otobüse binememenin tam da bu öznel yaşantılaşma noktasında olmaktadır!
Oysa toplum kültürü gelişmiş bir halk; bu gibi demokratik eylemler sırasında; yol kapanması durumunda, sorumluların, acil durumlar için önceden tedbir alması gerekeceğini bilirler. Ve bunu sorgulamayı da, bilirler. Geri kalmış ülkelerde bu olmaz. Bu yüzden demokratik eylemler yüzünden hastaneye ulaşamayan vatandaş, bu bezginliğini eylemcilerin üzerine satırla yürüyerek gösterirler!
Siyasetler görevlerini yapmayarak bu karmaşayı da, gözetirler. İşte geri kalmış ülkelerde demokrasinin uygulanması külfeti bu gibi kertelere indirgenir.
Halk içindeki bir sorun, diğerinin sorunu olmamasınedeniyle, halkın böyle bir neme lazımcı tutumları vardır. Halkta toplumsal bilinç yoktur. Halk aitliği bilinci, halkta daha baskıncadır. Örneğin; bir iş kolu yürütmenin 4/c yasası uygulanmasına maruz kalırken, halktan diğer bir alanın hiç meselesi olmaya bilmektedir.
Oysa halk kümeleri kendi veli nimeti olan bireylerinin yanında toplumsal hak arayışlar içinde oluşla, bireyinin eylemsel desteğine gidişle, toplumla temastı uzlaşmaya varırlar. Yurttaş olmanın bilinci, bunu kavrarken, halk olmanın neme lazımcılığı bunu, bilmez.
Yani halkın toplumla olan demokratik hak arama mücadeleleri farklı farklı kaygılarla, farklı toplum bireyleri ilen ve farklı halk kümeleri iş birliği ile gerçekleşir. Zurna tam da burada; çok karmaşık ilişkilerden ve bir takım öznel hinlikleriyle, zırtlar.
’Halkın isteği başımızın tacıdır’; ’halk ne derse doğrudur, halk ne isterse o olur’ diyen tezgah siyasetler, böylesi bir hak arama durumları karşısında oluşla, halkın demokratik hak kullanımlarının doğru olduğunu, bunun da baş tacı edilecek bir halk hareketi isteklerinden olduğunu, hemencecik unuturlar.
Demokratik hak aramanın karşısına, demokratik hak aramaylan doğrudan hiç bir alakası olmayan, ’Kamunun yüksek menfaati’ gibi sonucu halkın ve eylemcilerin üzerine yürüme olmayacak önlemler olacakken; bu sorumluluklarını yerine getirmeyip, böylesi ucube bir öznel ifadeyi, her daim devreye sokarlar!
Algı şaşırtması yaparlar. Halkın can ve mal güvenliği tehlikeye düştüğü gerekçesi ile baş tacı olan halk; cop, tekme, tazyikli su, biber gazı, ayak altı ezilmesi gibi bir çok demokratik karşılanmanın revayı hak edilişi olan, halk konumuna, gerilerler.
Hak arama ile terör faaliyetli yürüyüşler aynı potaya konur! Artık ’ne derlerse o başımızın tacıdır’ söylemi gider, “Halktır geridir, neye maruz kalırlarsa yeridir. Halktır, revadır, çekerler “ anlayışının baskısı yapılır!
15.01.2011