MEHMET AKİF
MEHMET AKİF OLMAK
İnsanlar çoğu zaman kendi problemleri yüzünden burunlarının ucunda can çekişenleri göremezler. Kendi canları yanarken diğer insanların acısını çok da umursamazlar. Önce can’dır herkes için, sonra canan düşünülür. Hatta insanlar çoğu zaman yetinmeyi de bilmezler. Her şeyleri tam olsa, hiçbir şeyleri yokmuş gibi, önlerine çıkan her engele takılırlar. Engeli aşsalar bile aşamadıkları düşüncesiyle hayata pes ederler. Yine de bazı nadide insanlar vardır ki, çoğu zaman kendi problemlerini unutup büyük bir fedakârlık ve erdemle diğerlerini, yani cananları yani acı çekenleri önemser. Kendi kendine ‘ adam, boş ver çek git ‘ diyemez. Hatta o insanlar çoğu zaman öyle bir şükrederler ki, oysa diğer insanlarla karşılaştırıldığında hiçbir şeyleri yoktur.
Mehmet Akif Ersoy’da işte bu nadide insanlardan biridir. Belki de biri değil, böyle insanları daha da güçlendiren, ellerini geleceğe daha da umutla uzatmalarını sağlayan bir kılavuzdur. Çevremizdeki insanları gözlemlediğimizde
Hemen herkeste fark ettiğimiz bir şeyler var. Kolaylıkla gözlemleyebildiğimiz bazı özellikler. Örneğin; gurur, yardımseverlik, fedakârlık, inatçılık, iyilik, kötülük… Tezat olan ne varsa var içimizde haliyle. Biz sadece hangisini kullanacağımıza karar veriyoruz. Mehmet Akif’in babası öldüğünde hiç mi yoktu içinde kıskançlık? Mektep arkadaşları, sokak arkadaşları, yolda yürürken öylesine gördüğü yaşıtları oyun oynarken onun hüzünlü yüreği hiç mi burkulmadı?
Ne zaman babasının elinden tutmuş bir çocuk görse hiç mi hüzünlenmedi? Çok değil, bir yıl sonra evleri alev alev yandığında içi buz gibi kaldı mı zannedersiniz? Bir an önce meslek sahibi olmayı arzularken, basit bir karar mıydı bu sizce? Ateşin evlerini yaktığı gibi mecburiyetin yükü yakmıyor muydu omuzlarını? Peki ya annesi? Ona destek olma görevi. Ve tüm bunların karşısında Mehmet Akif, çok sevdiği masum insanlar gözlerinin önünde erirken, silahların konuştuğu bir ülkede kalemle savaşmayı öğrendi. Ne insanlar tanıyoruz, her şeyleri tastamam; fakat kişiliklerine bir madalya bile yok. Ne okumuşlar ne okumaya yönelmişler. Oysa asıl olan, varken değil; yokken üretebilmek değil miydi? Her şey bir yana ‘ Dünyevi görevleri’ vardı onun. Safahat da az mı çağırdı insanları bu görevlere. İş başa düştüğünde kaldıramam, küçüğüm, aklım ermez diyenlerden değildi o. Aklı ermiyorsa erdirirdi, kaldıramıyorsa kaldırmak için kan, ter dökerdi, küçükse oracıkta o an büyüyüverirdi. Milli mücadele yıllarında bu pes etmez, güçlü ruhuyla, Mustafa Kemal Atatürk’ e ve milli mücadeleyi destekleyen herkese manevi açıdan az mı destek oldu sizce?
Kötü durumlarda insanların güçlü, ayakları sağlam basan, kelimeleriyle içlerine su serpen yüreklere ihtiyacı vardır. İşte Mehmet Akif, o yürekti. Seyfi Baba’nın damı akıyor, sana ne be adam? Diyemedi kendine. Seyfi Baba ağlıyor, yalnız, içi burkuluyor, hararetle öksürüyor, dön kapa kulaklarını senin derdin kendine yeter diyemedi kendine. Ekmek kaygısı ne demek bildi çünkü. Bu akşam annem ne yer, ben nasıl uyurum diye düşündü çünkü. Bu nasıl bir duyarlılıktır yar’ab? Önünde aşı bile olsa, ayağında sıcak yorganı bile olsa; sırtında küfe taşıyan çocuğa ne diye sayfalar yazarsın? Diyemedi. Bilirdi çünkü o telaşı. Bilirdi kar yağarsa kim örtecek üstünü? Babası yok. Bilirdi sokaklar denizse, yüzme bilmeden yürünmezdi. Yüzme bilmeden de yürüdü, bilerekte. ‘Cılız bacakları, dizden altı çırılçıplak… Bir ince mintanın altında titriyor, donacak! ‘ demişti Küfe ‘de. Belki kendini buldu yazdı bu dizeleri, belki de bir çocuk gördü içi acıdı kalemiyle ferahlattı kendini. Mahkumdu o. Şimdilerde keyfi suç işleyen insanların parmakların ardından bakışından daha mahkum. Bir gencin sokaklarda rahatça yürümeye izin alamayışından daha da mahkum. Sokaklardaydı belki rahatça, belki parmaklıkları yoktu, ama kendi içinde hayata karşı mahkumdu. Artık hayatın ona getirdikleri bir yük değil, cezaydı. Yük mü daha ağırdı ceza demeyin. Ceza olması için bir suç da işlenmeli sonuçta. Suçsuz cezaya mahkumdu o. Buna rağmen serbest olana da mahkum olana da fedaydı o. İyi olması,fedakar olması, duyarlı olması kendisini ezmek isteyenlere yetmedi. Bunun yanında gururunu,cebinde her zaman kendini savunmak amacıyla taşıdığı bir çakı gibi korurdu. Hayat boyunca kulağınıza küpe olacak sözler bıraktı geriye. Dedi ki: ‘ Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası: Dostunun yüz karası;düşmanının maskarası!’. Onurunu ayaklar altına almadı hiçbir zaman. Alanlara da asla hazmedemedi. Zulmü,eziyeti,kahredeni alkışlayamazdı o. Sevemezdi. Sövmeye tenezzül bile etmezdi.Lakin, cüret eden olursa ona, oracıkta geri itiverirdi. Bir vuruşta düşmanı yere sermeye gücü ve eğitimi vardı elbet, fakat o kelimeleri tercih etti. Silahların konuştuğu bir ülkede,silah bağımlısı insanları kelimeleriyle def etti. Haksızlığa hiç gelemedi. Vicdansız boğazlarda çiğnenen temiz yemekleri, hiç ağızlara değmemişçesine sokup çıkardı. Şimdilerde düşene bir tekme daha atanlar var ya… Mazlumu severdi Mehmet Akif. Ayağında ayakkabısı olmayanı değil, olup da olanı üzeni sevmezdi. Bundandır belki de İstiklal Marşı’mızı yazdıktan sonra aldığı ödülü, yıllarca yoksulluk çekmiş biri olarak bile kendine değil de,kadın ve çocuklara iş öğreten ve cepheye elbise diken Dar’ül Mesai vakfına bağışladı. Mehmet Akif bir başkaydı.
Mehmet Akif gibi olan var mıdır tartışması uzun… Asıl soru, onun gibi olmak isteyen var mıdır? Ben bunca şeye rağmen dimdik ayakta durup, gülümseyemem diyen vardır. Bunca şeye rağmen sağlam kafayla düşünüp okuyamam diyenler vardır. Onlar Mehmet Akif olmayı bırak,Mehmet Akif’ i anlayamazlar bile. Mehmet Akif olacaksan, önce buna inanacaksın. Önce, kimsin anlayacaksın.İyiliğini ne kadar dışarı vuruyorsun bir bakacaksın. O baktı. Mehmet Akif, önümüze engel çıktığında yoruldum diyerek her pes edişimizde bir geriye dönüp göz gezdireceğimiz hayattır. Mehmet Akif, geçmişte de şimdi de gelecekte de manevi kılavuzumuz, maddi gelirimizin de kibirsiz tutumudur. Şimdi onca şey yazdım ben. Mehmet Akif şöyledir,böyledir … Bir şeyler öğrendim ve belki de öğrettim. Aklımda kalan bir şey oldu.
Eğer hepimiz bir gün iyi bir yerlere gelmek istiyorsak, geriye dönüp baktığımızda içimiz acısa bile ileriye adım atabiliyorsak, perişan bir insan gördüğümüzde kendi yaramızmış gibi sarmak istiyorsak, kendimize inanıp güvenmek istiyorsak Mehmet Akif’i bir okumalıyız, iki anlamalıyız üç yaşamalıyız.
YORUMLAR
Okula kaydedilirken istenen parayı ödeyemeyince babası köstekli saatini
rehin bırakmayı düşünür. Akif'in gözleri bu durum karşısında yaşarır. Okulu
evine 17 kilometre uzak olan Akif, bu yüzden her gün 34 kilometre yürüyordu. Akif
bunun gibi birçok zorluklara rağmen, Halkalı Ziraat Mektebi'nden birincilikle
mezun oldu."
... Akif'in İstanbul Üniversitesi'nde hocalığa başladığı bir zamanda "Sınıftan içeriye giren ve kürsüye yönelen kişinin
kıyafetinden hoca olmadığını zanneden Reşat Nuri Güntekin, Mehmet
Akif'in yeni hocası olduğunu ancak ders sonunda anlamıştır."
Mehmet Akif'in İstiklal Marşı'nı yazarken iki
tane beyaz kağıdı vardı ve mısraları önce kaldığı Taceddin Dergahı'nın
duvarlarına, sonra da bu kağıtlara yazardı "İstiklal
Marşı'ndan aldığı 500 lirayı bağışladığı zaman 140 liraya Ankara'da bir çiftlik
evi alınabiliyordu. O fakir olmasına karşın bu ödülü bağışlamıştı. Ödül
sebebiyle İstiklal Marşı yazmış dedirtmemek için başta yarışmaya katılmayı
kabul etmemişti..
Ruhun şad ...Devamını Gör
Bir anım :Akifin okuduğu ve öğretmenlik yaptığı bir okulda okuyupata safahatı almamak okumamak ne mümkün bütün sınıf safahat kitabını aldı ve bende her yıl düzenlenen akif gününde şiirlerini okudum..
tebrikler güzeldi selam ve saygılar..TAMER