- 563 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
KÜRT AÇILIMI VE KİMLİK TARTIŞMALARI
KÜRT AÇILIMI ve KİMLİK TARTIŞMALARI
Bir takım karanlık güçler, Türklerle bin yıldır bir arada yaşamış Kürt vatandaşlarımızı sanki bu milletin bir parçası değilmiş gibi kabul ederek; Kürtleri Türk kardeşlerine düşman etmeye çalışmaktadır. Bu karanlık planın kökeni 1974 yılına kadar inmektedir. Devletimizin imkânlarıyla yüksek tahsil yapmış, bu devletin nimetleriyle beslenmiş olan Abdullah Öcalan, bu tarihte öğrencilerden oluşan bir örgüt kurmuş ve bu çekirdek örgütü Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne kaydırmıştır. Bölgeye gelen örgüt üyeleri, devlete karşı kışkırtıcı, ideolojik çalışmalarda bulunmuştur. Örgüt, 1978 yılında Diyarbakır’ın Lice İlçesi Fiş Köyü’nde bir toplantı düzenleyerek Kürdistan İşçi Partisini kurmuş ve parti bildirgesini de burada açıklamıştır.
Türkiye üzerinde hain planları olan pek çok Avrupalı devletler tarafından gerek militan, gerek cephane ve gerekse parasal yönden desteklenen bu kanlı örgüt, eylem alanı olarak kendi bölgelerini seçmiştir. Kendi kanından olan çocukları, kadınları ve gençleri hedef seçmiştir. Parti bildirgelerinde anlatılanlara ters eylemlerde bulunmuş, yöre halkının tepkisini çekmiştir; ancak PKK terör örgütü, yöre halkı üzerinde korkuyu egemen kılarak halkın kendilerine karşı baş kaldırmalarını önlemiştir. Çaresiz halk, PKK terör örgütüne yardım ve yataklık yapmak durumunda kalmış; hatta çocuklarının örgüt tarafından dağa kaldırılmalarına sessiz kalmıştır. 1974 yılından 2010 yılına kadar bu kanlı örgüt, eylemlerini hem kendi bölgelerinde hem de ülke genelinde yapmaya başlamıştır. Pek çok sayıda askerimiz ve sivil vatandaşlarımız maalesef bu kanlı örgütün eylemleri sonucunda hayatını kaybetmiştir.
Lazarus Matros adına düzenlenmiş Kıbrıs Cumhuriyeti sahte pasaportu taşıyan Öcalan, 2 Şubat, saat 11:30’da Melsa Deniz ve Yunanistan istihbarat mensubu Savvas Kalderides ile birlikte Kenya’nın başkenti Nairobi’ye gelmiş ve Yunanistan Büyükelçiliği’ne ait bir binaya yerleştirilmiştir. Öteden beri CIA ile irtibat halinde olan Özel Kuvvetler Komutanlığı, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun ile bir operasyon düzenlemiştir. Öcalan’ı almak için Cavit Çağlar’a ait bir uçak, operasyon timiyle birlikte Kenya’ya gelmiştir. Kenya Hükümeti, 15 Şubat’ta Öcalan’ın sınır dışı edilmesini talep etmiş ve Apo’da Hollanda’ya gitmek koşuluyla binayı terk etmeyi kabul etmiştir. APO canavarı, yakalanarak 16 Şubat, saat 3:00’da Türkiye’ye getirilmiştir. Bu operasyonda Mossad ile işbirliği yapıldığı iddia edilmiş olsa da; bu iddia Mossad tarafından şiddetle yalanlanmıştır. Apo’nun Türkiye’ye getirilişi ile ilgili dönemin Başbakanı merhum Bülent Ecevit şunları söylemiştir: “Dünyanın neresinde olursa olsun, devletimizin onu ele geçireceğini söylemiştik. Bu devlet sözünü yerine getirdi; şehit analarına verilen söz yerine getirildi”
2002 yılında iktidara gelen AKP Hükümeti, siyasallaşarak parlamentoya kök salan BDP’nin bir takım dayatmalarıyla burun buruna gelmiştir. Bu dayatmalar, AB ve ABD tarafından da destek görünce; hükümet, bir takım açılımlara yönelmek durumunda kalmıştır. AB uyum yasaları adı altında Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgemizde yaşayan Kürtlere bir takım hakların verilmesi yönünde ciddi çalışmalar başlatıldı. İktidar Partisi için bu açılımı açıklamak ciddi bir cesaret gerektiriyordu. Hükümet o cesareti gösterdi. Muhalefet partilerine göre içi boş olan “Kürt Açılımı” adı altında bir proje ortaya atıldı. Projeye göre; yöre halkının hakları tamamen teslim edilecekti. Özellikle anadilde eğitime yeşil ışık yakıldı. Bölgeye ciddi yatırımlar yapılarak bölgenin yoksulluktan kurtarılması projenin içinde yer alıyordu. Hükümet, bu açılımı savunurken sadece Kürtlere bu hakların verilmeyeceğini, ülkemizde pek çok etnik unsur bulunduğunu ve onlara da geniş hak ve hürriyetlerin tanınacağını savundu. Başbakanın, etnik unsurları tek tek sıralaması halk tabanında geniş tepkilere yol açtı. Ülkemizde bulunan tüm etnik unsurlara hakların verilecek olması devletimizin dağılacağı endişesini yarattı. İşte bu ağır tepkiler karşısında hükümet, projenin adını bu sefer “Demokratik Açılım” olarak değiştirdi. BDP ve PKK, ısrarla Kürtçenin serbestleşmesini dayatıyordu. Devletimiz, Kürtlerin kesinlikle Kürtçe konuşmalarını engelleyici tavır takınmadı. Kürt kardeşlerimiz zaten öteden beri Kürtçe konuşuyordu. Devletimiz onlara “neden Kürtçe konuşuyorsunuz?” demedi. Cumhuriyet Tarihine baktığımız zaman; Kürtler milletvekili seçilip, meclise girmiştir. Hatta Kürt Başbakanımız ve Cumhurbaşkanımız bile olmuştur. Hiçbir Türk çıkıp ta “Biz Kürt Başbakan İstemiyoruz” ya da “Biz Kürt Cumhurbaşkanı” istemiyoruz dememiştir. Seçilen Başbakanımız, Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil ediyordu. Aldığı kararlar da Türkiye’nin menfaatleri doğrultusundaydı. PKK ve BDP, şimdi de ısrarla Özerklikten bahsetmeye başlamıştır. Ama devletimiz hiç kuşkusuz ki; özerkliğin arkasından federasyon isteğinin geleceğini bilmektedir. Devle-timizden beklentimiz şudur ki; ne özerkliğin ve ne de federasyonlaşmanın önünü açmasın. Aksi halde “Türklerin ölüm fermanı” anlamına gelen “Sevr Barış Anlaşması”nı hayata geçirmiş olur.
PKK’nın ve BDP’nin açılımları suiistimal etmesi sonucunda bu projeler bir süreliğine durdurulmuş görünmektedir. BDP Başkanı, özerkliğin yanı sıra, Türk Bayrağı’nın yanına bir de Kürt Bayrağı’nın dikilmesini ön koşul olarak ileri sürmektedir. Anadilde Eğitimi ısrarla savunmaktadır. Hükümet, bu istekler karşısında üniversitelerimizde Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümlerinin açılmasına yönelik çalışmalar başlattı. Genel olarak baktığımızda; kürtçe konuşulmakta; mecliste haklarını savunabilmekteler; hatta daha da ileri gidip Türk Devleti’ne karşı hasmane söylemlerde bulunabilmekteler. Öy-le ise; hangi hak ve hürriyetten bahsediyorlar. Devlet, onlara her türlü hak ve hürriyeti tanımıştır. Kendilerini ifade edebilecek televizyonların kurulmasına bile müsaade et-miştir. Bu yetmemiş, Avrupa’nın bazı ülkelerinde ROJ TV kurulmuş, ülkemiz aleyhine yayınlar bile yapılmıştır. Avrupa ülkelerinden yayın yapan bu kanallar zaman içinde PKK Terör Örgütü’nü öven yayınlar yaptığı için kapatılmıştır. Bu tabloya baktığımızda şunu görüyoruz: Verilen hak ve hürriyetler maalesef suiistimal edilmiştir. Onların amaçları; Ülkemizin bölünmesidir. Önce özerk bölge, sonra da federasyon şeklinde bir Kürt Devleti’nin kurulmasıdır.
PKK’nın ve BDP’nin birden bire Demokrasi havariliğine soyunduğunu hayretler içinde görmekteyiz. Onlar önce kendi içlerindeki Anti-Demokratik oluşumlarla mücadele etsinler. Ağalık-Şeyhlik sistemini kaldırsınlar. Bunu yapmak için Devletimizden yardım istesinler. Devletimiz, Doğu Bölgelerimizde öncelikli olarak toprak reformunu hayata geçirsin. Toprakları bir avuç ağalardan ve şeyhlerden alarak yöre halkına taksim et-sin. Topraklar gerçek sahipleri tarafından ekilip, biçilsin. Yöre ekonomisine katkısı olsun. Halk, ağaların ve şeyhlerin marabası olmaktan kurtarılsın. Bu gerçekleri görüp de inkâr etmenin hiç kimseye faydası yoktur. Demokrasiden bahseden BDP, asla insan haklarıyla bağdaşmayan, tamamen anti-demokratik olan akla zarar anlayışları terk etmelidir. Eşya satar gibi kızların satılmalarını, berdel anlayışın kaldırılmasını ve töre cinayetlerine son verilmesi yönündeki çabaları demokratikleşme adına atılmış adımlar olacaktır. Bunların tamamı devletin sorunları olmakla beraber aynı zamanda bölge insanlarının da sorunlarıdır. Demokrasi havariliği yaparak BDP’ye destek veren, Marksist-Leninist ideolojilerle beslenen PKK Terör Örgütü ve destekçisi BDP, kendilerinin ne kadar demokrat olduklarını anlamak için öncelikle eğilip kendi gerçek-leriyle yüzleşsin. Ondan sonra sorsunlar kendilerine: “Demokrasinin neresindeyiz acaba?” diye.
Şu bir gerçek ki; Cumhuriyet kurulduğu günden bu güne kadar Doğu Anadolu Bölgesi ihmal edilen bir bölge olmuştur. Bu bölgenin ihmal edilmesi, o bölgenin Kürt olmasından kaynaklanmıyordu. Düşünün ki; o günlerde bile Anadolu’muzun pek çok bölgelerinde devletin hizmet götüremediği köyler, mezralar, ilçeler ve hatta şehirler vardı. Art niyetliler, Doğu Anadolu Bölgesinde sadece kürtler olduğu için Devletin hizmet gö-türmediğini savunuyorlar. Bu art niyetliler şunu görsünler; Devletimiz, Doğu Anadolu Bölgesi’ne üniversite mi açmadı? Hastane mi açmadı? Yol mu yapmadı? Elektrik ve su mu götürmedi? Sağlık ocağı ve ilköğretim okulları mı açmadı? Devlet, bu hizmetleri götürürken; PKK ne yaptı? Durup bir düşünelim bakalım. Hepsini ateşe verip yak-madılar mı? Devlet kurumlarını tahrip etmediler mi? Okullarımızda İstiklal Marşı’nın söylenmesine karşı çıkmadılar mı? Bu bölgelerimizde görev yapan öğretmenlerimize ve emniyet güçlerimize karşı acımasızca davranmadılar mı? Kasten Kürtçe konuşarak eğitimi baltalamadılar mı? İşte size suiistimalden birkaç örnek.
Kimlik sorunu, devletimizin başını ağrıtan sorunların başında gelmektedir. Siyasallaşarak BDP adı altında meclise giren PKK Terör Örgütü, Kürtlerin ayrı bir ırk olduğunu savunarak yöre halkını bu yönde kandırmaya çalışmaktadır. Artuklu Devleti’nin bir Kürt Devleti olduğunu, Eyyübi Devleti’nin kurucusu olan Selahattin Eyyubi’nin de bir Kürt devlet adamı ve komutanı olduğunu savunarak, tarihte kendilerine bir yer aramaktadırlar. Tüm tarihçiler ittifakla kabul etmektedir ki; Artuklu Devleti bir Türk Devletidir. Bu devletin bir Kürt Devleti olduğuna dair hiçbir kayıt mevcut değildir. Selahattin Eyyubi ise; Eyyübi Devleti’ni kurmuş, büyük bir İslam komutanı ve devlet adamıdır. Tarihçiler, Selahattin Eyyubi’nin Türk ya da Kürt olduğu konusunda emin değildirler. Bazı tarihçilere göre Selahattin Eyyubi Iraklı bir Müslüman komutandır. Ama bu iddiaları doğrulayacak hiçbir güçlü kanıt mevcut değildir, hepsi tardışmalıdır.
Türklerle Kürtler, 1071 Malazgirt Savaşı’nda ve Mustafa Kemal Atatürk’ün başlattığı Kurtuluş Mücadelesi’nde omuz omuza düşmanlarına karşı mücadele etmiş iki kardeştir topluluktur. Bu iki kardeş topluluk kaderde, tasada ve sevinçte bir olmuştur. İki kardeş topluluğu yüzyıllar boyu bir arada tutan önemli öğelerden biri de din birliğidir. Her iki kardeş topluluk, İslam’dı ve bayrakları da bir idi.
Ünlü tarihçilere göre; Kürtlerin kökenleri de tıpkı kardeşleri Türkler gibi Oğuzlara dayanmaktadır. Bilindiği gibi Oğuzlar, üç oklar ve boz oklar olmak üzere iki kısma ayrıl-makta ve her kısım 12 boya ayrılmaktadır. Böylece Oğuzlar, 24 boydan oluşmaktadır. Türklerin tarihini incelediğimizde, dünya coğrafyasına yayılmış, gittiği bölgede devletler kurmuş ve oralarda çeşitli isimlerle anılmıştır. Bugün Azeriler, Kırgızlar, Özbekler, Yakutlar, Uygurlar ve daha pek çokları Türk olduklarını inkâr etmiyorlar. Kürtlerde bu milletin öz evladıdır. Bunu farklı göstermenin, onlar için uydurma tarih senaryoları yazmanın hiçbir faydası yoktur. Dolayısı ile Malazgirt’ten Kurtuluş Savaşı’na kadar geçen süre içinde verilen mücadeleler; özgürlük, vatan, millet ve din içindi. Verilen bu mücadelelerde Türk Ordusu’nun içinde yabancı etnik unsurların bulunduğu bir gerçektir. Ancak, ordunun omurgasını oluşturan çoğunluk Türklerden oluşmaktaydı. Verilen mücadelenin ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin adı bu sebepten dolayı Türk Devleti olmuştur. Bugün Almanya’nın, İngiltere’nin, Fransa’nın kuruluşlarını incelediğinizde aynı tabloyu onlarda da görmek mümkündür. Kurulan Devlet Fransız Devleti, Almanya Devleti, İngiltere Devleti. Onlar içinde hiçbir zaman azınlık unsurların adına bu devletler kurulmadı, teklif de edilmedi. Ezici çoğunluk kendi milletlerinden oluşuyordu, tıpkı Türklerde olduğu gibi.
Son söz olarak şunu belirteyim ki; vatanımızın kurtuluşu için mücadele etmiş, ister Türk, ister Kürt olsun her ikisi de kardeştir. Her ikisi de asli unsurdur. Dolayısı ile Üst kimlik, Alt Kimlik bunalımına girmeye hiç gerek yoktur. Bu devletin adı Türkiye Cumhuriyeti Devletidir. Ezici çoğunluğu da Türklerden oluşmaktadır. Devlet, Türkler tarafından kurulmuştur ve ebediyen de Türk kalacaktır.
Halit Durucan
YORUMLAR
Zamanlal Kardeşim. Öncelikle bu bilgilerinizden dolayı size teşekkürr ediyorum. Sizin bahsettiğiniz konuyu başka kaynaklardan okumuştum. Aynen sizin söylediğiniz gibi. Yalnız sizinle şu bilgiyi paylaşmak istiyorum. Hz. Nuh'un Ham, Sam ve Yafes isimli üç oğlu vardı. O dönemlerde kabile baskınları yaşanıyordu. İki oğlu bu baskınlar karşısında pısırık dururken; Yafes bu baskınlara tek başına duruyor kabilesini kolluyordu. Hz. Nuh oğlunun bu cesaretinden dolayı Yafes'e dua eder. Soyun çoğalsın, Allah'ın dini senin neslinle yeryüzüne dağılsın. Yafes'in oğullarından birinin adı Türk'tü. İşte Türk kavmi bu şekilde yeryüzüne yayıldı. Dua böylece kabul oldu. Söylediğiniz gibi, Türk-Kürt kardeştir. Her iki kavim de aynı kökten gelirler. O kadar uzağa gitmeden Oğuz boyundan geldiği de bir gerçektir. Saygı benden kardeşim. Allah'a emanet ol.
genetik arastirmalar tum beyaz irkin turk orjinli oldugu, mayalar, aztekler ve kizilderililerinde turk kokenli oldugu konustuklari dillerin turkce orjinli oldugu ve sumerlilerin dilinin on-turkce oldugunu ortaya koymustur.bu kesinlikle kafatascilik veya irkcilik olarak algilanmamalidir.hepimizin ayni orjinden geldigimiz dinimizce de ortaya konmus bir gercektir.hepimiz once adem sonra nuhun 3 oglundan gelmisiz.sanirim evrime inanalar disinda buna itiraz edecek yoktur.Hz.Nuh'un ham,sam ve yasef adli uc oglundan gelmekteyiz.beyaz irk yasefden gelmektedir.ve yasef turk kavminin babasidir.ve tum beyaz irk yasefden gelmistir.okuyanlara itiraz etmeden once biraz arastirma yapmalarini tavsiye ediyorum.Kazim mirsan adli arastirmaciyi mutlaka okumalarini tavsiye ederim.tarih turklerle baslar.yani avrupalilarla,amerika yerlileri ve orta asyadaki turklerle ve kurtlerle ayni kokten geliyoruz.yani hepimiz kardesiz.bizi birbirimize dusurmek isteyen basta seytan ve yandaslaridir.onlarin oyununa gelmeyelim.saygilarimla.