- 755 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Üşürdü Gözlerinde Laleler
Soluğu yetmemiş bütün sevdaların yitik aşkla yüzleşmesinde
Bütün renkler uyumsuz yaşadılar asırlarca ruhlarında aşkları
Sessizliğin özleme sarılıp yattığı kahırlı ve ilençli gecelerde
Sivri bir bıçak doğrardı yürekte hiç açılamayan sarı laleleri
Sesinin turkuvaz özleminden bir sıyrılabilsem yalnızlığıma ve sana olan dirayetsizliğime aldırmazdım. Karalayıp karalayıp bir kenara tutuşturduğun sözlerimi bir bütünleyebilsen, anılarına bir daha dönüp bakmazdın. Gece utangaçtır kadınım, giysileri ayağa düşen bir yosmadır. Soğuk odalarda aşkı kutsamazsan soluğunla hasreti sonsuza dek giyecek bir hastadır. Ben senin yokluğunda düşlerimi gülüşlerinle birlikte ısıttım, ama yüreğim ağlamaklı kaldı kadınım.
Bilmelisin ki, duruşuna inanmadığımız hiçbir pozda yansımamızı beğenmeyiz. Fırtınası yürekten gönüle taşan, an gelip aşkı yazanları bile ağlatan özlem sarılışlarından bile kaçar yürek. Ak kağıtlara damlayan gecelerin sözcükleri kurulanmadan, yeni düşünüşlerle kavrulmalara savrulur garip yürek. Sadece yüreğin değil kadınım. Seni sevmeme, sana bağlanmama biliyorum ki, en fazla gözlerin sebep.
Peçetelere düşürürdün kimi göz yaşlarını. Mor gülüşlerin kaldırımlarında yürür, rengi içimde biçimlenen eksizlerinin mutluluğunda hasretlere düşerdim. Ansız bir sepken gibi üşürdüm ellerini özleyince. Yüreğinin dereleri içimdeki denizlere yönelir, lirik bir yürek dağlamasının sorgularında, yüreğimi gönlünün sularında yıkardım.
Yelkenini şişirdikçe biz hüznün, matrak bir hava dolardı içimize. Yamalı düşlerin geri dönüşüm ağrılarında sözün ülkesine sürerdik aşklarımızı. Yalnızlığımıza yetmeyen ve içimizdekileri asla söndürmeyen sevda gözlerinde çorak umutlarımızı arardık. Ömür kıvrak bir rakkase gibi dönerdi önümüzde, sancılı başkaldırılarla.
Kimi özgürlük, ya da çok sevmenin kayıplarını konuşurduk güneşi uğurlarken biz. Dalgalar bizi dinler, martılar balıkların geçişini seyrederdi parlak sularda. Eski sevdalar ara ara yoklardı bizi, ellerimiz bakışlarımızdan sıkılınca. Sardıkça birbirimizi rüzgarın bile avuçlarını ısıttık biz. Damacana bakışlarla dingin resimlerde öyküler derdik. Her ayrılığın öpüşlerinden gözyaşlarımızın kapaklarını açtık.
Oysa, sen üşüdükçe bir yanım eksik düşerdi gözlerine. Ertelenmiş, belki de hiç söylenmemiş sözler gibi bakışlarına tutunurdum. Serüvenleri dilde biçimlenen, öpüşlerle güçlenen ve şiirlerle dillenen bütün sevda denemeleri, başlığı en sona bırakılan yazıtlarca tiz çığlıklara dönerdi sırtını.
Okkalarca altının serpiştirildiği, onlarca yüreğin ellerini ve terlerini sıvadığı görkemli saraylarda aşksız gölgeler dolaştı geceleri. Mermer yalnızlıklarıyla ışığa baktı, boş odaları, avluları voltaladı. Ne içinin gölgelerini sevdi, ne de ruhunu görebildi. Göz yaşlarının sarmalında ömrü boyunca mecnun gibi, hiç olmayacak Leylasını aradı.
Denizlerin yıldızları ağırladığı, göklerin kendi göz yaşını silemediği ve en çok da gözlerinde sevdiğim bir hayatın çok uzak bir kentinde bitimsiz halaylara durdum seninle. Görkemli saraylarda, mavi yansımaların düştüğü avlularda sessiz resimler çizdim senden habersiz. Çekince ellerini ellerimden gecenin yakasından tuttum, silkeledim bütün sahte kalabalıkları ve şiirler yazdım sana, artınca martıların çığlıkları.
Ezberlenmesi zor bütün şarkıların zehirli sözlerinde yasak bir mevsimin senfonisiydi yaşadığımız. Alaturka sahnelerde ellerimiz utangaç replikleri karıştırırken, kimliğini kaybetmiş anlamsızlıklarda el yordamıyla araladık renkli mekanları. Her sırrın bir gün kendine döndüğü, her yanlışın doğruyu bulduğu aşkın sevda bahçelerinde ’üşürdü gözlerinde senin laleler’.
Selahattin Yetgin