- 1024 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ŞAŞKIN
Uykusundan uyandı...
Küçük kız heyecan ile yatağında doğrulup, sokaktan gelen çılgın trampet ve davul seslerini dinledi.
Sarı bukleli saçları birbirine karışmış, masmavi gözlerinde hala uykunun tatlı adımları dolaşır halde iken yatağından fırlayıp cama doğru yöneldi.
Bugün yirmi üç nisan çocuk bayramıydı. Sabahın erken saatlerinde sokağın başında, kendi okulu olan ellinci yıl ilköğretim okulunun bando takımı, sıra halinde dizili vaziyette yokuş aşağıya iniyordu.
Yüreği ağzına geldi. Kalbi kuş misali çırpındı.
Sessizce tahta dolabın içinden ablasının vişneçürüğü rengindeki kadife mantosunu aldı. Yeşil çiçekli pazen pijamasının üzerine mantoyu giyip, dış kapıya doğru seğirtti.
Annesi henüz kalkmamıştı. Söyleme gereği duymadı. Nasıl olsa kapıdan hemen bir bakıp geri gelirim diye aklından geçirdi.
Çıplak ayaklarına geçirdiği terlikleriyle beraber komik ama bir o kadar da sevimli bir görüntüsü vardı. Sekiz yaşında olmasına rağmen, uzun boyuyla incecik narin bir dal kadar naifti.
İçine kapalı bir çocuk olmakla beraber; hayal dünyası her daim çalışan, yaşıtlarının aklına gelemeyecek kadar fikirler üretebilen ama bunları sadece kendi iç dünyasında yaşayan bir çocuktu.
Yatağında yatarken, ablası ile paylaştığı küçük odalarında asılı olan perdedeki yaprak desenlerini; farklı bakış açılarıyla hayal eder, kimini azgın bir canavarın başı gibi, kimini el vermiş bir kız çocuğunun yüzü olarak görürdü. Bayılırdı bu oyunu oynamaya. Haz alır, sık sık bademcikleri şişip yatağa düştüğü zamanlarında, bu neye benziyor oyununu oynayarak vakit geçirirdi.
Annesinin sokağa çıkmak için izin vermediği günlerde, evin bir köşesinde sadece kendisinin içinde yaşadığı bir dünya kurar ve o dünyanın içinde sessizce, gazoz kapaklarından ve bez bebeklerinden oluşan oyuncaklarıyla engin bilinmeyen denizlere yelken açardı. Ne kadar da yalnızdı, sessizdi, masumdu.
Bir keresinde annesiyle beraber gittikleri bir akraba ziyaretinde sevinçlerin en büyüğünü yaşamıştı. Evin sahibi yaşlı teyze kendisine, Almanya’dan gelirken torunu için getirdiği bebeği hediye etmişti.
Aman o ne sevinç, o ne mutluluktu.
Boncuk gibi mavi gözlü sarı saçlı kırmızı elbiseli plastik bebeği kucağında öylece tutup, kısık mahcup bir ses ile teşekkür etmişti. İçinde yaşadığı sevinç dalgalanmalarını eğer ki dışarı taşırsaydı, muhakkak ev sahibi yaşlı teyze olduğu yerde donup kalabilirdi.
İlk defa böyle bir oyuncak bebeğe sahip olmuştu. Bez bebekleri onu kendinden kıskanmasınlar diye epey bir süre onların yanında adını maviş koyduğu bebeğini sevemedi.
***
Küçük kız sokağın başına hızlı adımlar ile yürürken nefes nefese kaldı.
Diğer sokaktan, arka mahallenin bando takımları sıralı halde çoşkunca geliyorlardı.
Yer gök davul sesleriyle inliyor gibiydi. Sanki davulun tokmağı yüreğinin ortasında çarpıyor, trampetlerin keskin sesi beyninde çınlıyordu.
Bu ne heyecandı.
Oh ne kadar güzel diye inledi.
Arkadan gelen birinci sınıfları görünce haykırdı.
Ne kadar güzel...
Rengârenk kumaşlardan dikilmiş kelebek elbiseler, pırıl pırıl havada uçmaya hazırcasına kanat çırpıyor gibiydi. Erkek çocuklarına giydirilmiş sarı renkte arı kıyafetlerini görünce gülümsedi.
Şimdi her bir yönden gelen okul öğrenci gurupları, sıra halinde bayram yerine giden yol istikametine doğru yönelmişlerdi.
Etraf tam bir renk cümbüşü içerisindeydi.
Havada sallanan ay yıldızlı bayraklar.
Prens ve prenses kılığına bürünmüş çocuklar…
Bir elinde kâğıt bayrak, diğer eliyle izci işareti yapan izci takımları…
Köylü elbisesi giyinmiş; kimi çoban, kimi muhtar, kimi Zeyno gelin olanlar…
Küçük asker kıyafetiyle selam veren minik adamlar…
Siyah önlük, beyaz yakalık takmış saçları kurdeleli öğrenciler…
Kağnı arabası üzerinde elinde mermi taşıyan vefakâr Anadolu kadını…
Ve daha niceleri…
Küçük kızın bakışları her birinin üzerinde, özlem ve imrenerek geziniyordu. Dünya sanki durmuş gibiydi. Sadece şu andan ibaretti. Evi, annesi, ablası çok uzaklarda kalmıştı. Uçup gitmişti her şey birden bire. Kocaman mavi gözleriyle her bir çocuğu, aç bir heves ile gıpta ederek seyrediyordu.
Ne kadar hayıflanıyor. Ne kadar onların içinde olmak istiyordu şu an.
Hiç olmazsa, rengi solmuş ablasından kalma siyah önlüğüyle onlara katılabilmeyi ne çok arzu ediyordu.
Sonra babası aklına düştü.
Ansızın.
İçi titredi.
Kendisinin hiç farkında olmadığı, yüreğine dokunamadığı babası...
Gözlerinin, ellerinin, sözlerinin hiç birleşmediği babası...
Bunu kendilerinden esirgeyen, vermeyen, vermek istemeyen, saklayan babası...
Sevgi, şefkat, hırsızı babası...
Duygu cimrisi babası...
***
Öyle dalmış ki zamanın ve mekânın akışına. Bir başka dünyanın havasına suyuna...
Almış başını gitmiş, bayramın tadına suyuna.
Küçük kız çevresine dönüp şöyle bir baktı. Bayram yerinin tam orta yerindeydi. Kalabalık insan guruplarının içerisinde vişneçürüğü mantosu ve ayağındaki terlikleriyle beraber...
Şaşkın bir halde...
Ne vakit buraya kadar sürüklendiğini anlayamadan.
Önü sıra geçen okul guruplarının arasında ne kadarda tezat durduğunu fark etmeden...
Yaşamı boyunca her yirmi üç nisan bayramlarında bu anı hatırlayacağını bilmeden...
***
Hemen yanı başında ki ses ile beraber irkildi. Karşısında duran sınıf arkadaşı Leyla soru dolu bakışlarıyla kendisini süzüyordu.
Şebnem önce yutkundu. Günaydın dercesine gülümser gibi oldu. Mahcup ve ezikti.
Ezikliğinin altında küçüldü, küçüldükçe yerin dibine girmek ve orada kaybolmak istedi.
Kendisinin bile zor duyduğu bir ses ile mırıldandı.
_ Şu karşı binada babaannem oturuyor. Bakkaldan ekmek alırken bir bakmak istedim.
Kızardı. Yanaklarına ateş bastı. Arkasını dönüp geldiği yöne doğru yürümeye başladı.
Bayram henüz yeni başlıyordu.
SEVİLAY DİLBER
YORUMLAR
Bir kız evlat ve bir baba... En çok takıldığım yer yazının bu kısmına dair olan cümlelerdi. Duygulandım , hüzünlendim. Daldım gittim düşüncelere. Kaleminizin gücü ortada, ilgiyle okuyorum. Tebrik ederim.
SEVİLAY DİLBER
GÜZEL YORUMUNUZ İÇİN.....
SAYGILAR.........