BİR GÜVERCİNE ŞAİR OLMAK
Erzurum’ un Palandöken Dağı’ na yakın semti Yunus Emre’de akşama yakın bir vakitti. Lapa lapa kar yağıyordu, tarihin 8 Nisan olduğuna aldırmadan. Ülkenin bir çok yerine bahar gelmiş, ağaçlar çiçek açmış, kuşlar yuvalarını sıcak havanın tam bağrına yapmıştı bile. Başka diyarların kuşları, yazın kokusunu yüreklerinden çok burunlarında hissederken, yabani bir güvercin tipinin ortasında kendine sığınacak bir yer arıyordu. Birazdan hava kararacaktı. Herkesin bir yuvası,başlarını sokabilecekleri bir damı varken onun gidebileceği yeri yok gibiydi. Gittiği her çatının kovuğundan o çatının kodamanları tarafından kovulmuştu. Her çatıya bir grup hakimdi. İçlerine almak istemediler onu.
Artık kanatlarını çırpacak takati kalmadığından olsa gerek kendini gecekonduların arasında yükselen bir binanın çatısına can havliyle atıverdi. Ürkek ürkek etrafını seyre koyuldu. Buradan hemen ayrılıp kendine sıcak bir yer bulmanın havası vardı bakışlarında. Çünkü bu çatının da kodamanları vardı ve tetikteydiler görüyordu. O sırada karşı binanın beşinci katında kalan genç, penceresinden dışarıda yağan karı seyre dalmıştı. Güvercini fark etti. Bir gazetenin üzerine ekmek kırıntıları koydu.balkona bıraktı.bir tas ta su bıraktı yanına. Güvercinin bu halini kendine benzetti. Bu tanıdıklıkla güvercine şefkatli gözlerle baktı. Güverci hiç oralı bile değildi. Çünkü görmemişti onu ve balkona bıraktıklarını.
-Acaba dedi. Nasıl anlatabilirim ona zarar vermeyeceğimi. Gelip te burada kalabileceğini. Nasıl olurdu ona bunu anlatabilmek. İmkansızdı bu.
Pencereyi açıp tipiden zor gözüken güvercin’ e çağıran gözlerle baktı. Ama kendisinin bile onaylamadığı bu davranışı, güvercinin içgüdülerine , doğduktan sonra yaşantı yoluyla bulaşmış bulunan ‘ insanlar yabani bir güvercini, yani takla bile atamayan bir güvercini yakaladığı zaman keser ve ve yer’ olgusunun gerçekliği varken belki de fazla ciddiye alarak güvercinin aklını pencereyi kapadı yeniden. Anlamsızdı bu davranış. keşke anlatabilseydi onu içeriye alıp, kaloriferin hemen yanında sıcacık bir yuva kurup ta yemle suyla besleyeceğini.
Birden çocuksu bir duyguyla güvercine bir isim buldu.
-Gül olsun bunun adı. Bir de sıfatı olmalı başında. Sağır gül olsun. Yok! çok ağır kaçar o.
Aradan geçen zamanda bir sürü isim bulmuş. Ama hiçbirini beğenmemişti.
- En iyisi bu ismi yeri geldiğinde bulayım. Diye düşündü.
Birden dışarıya dikkatli baktı. Tipi durulmuştu. Ama güvercin artık yoktu. Belki başka bir binaya, belki de başka bir diyara gitti. Hemen kafasından bu güvercinin bundan önce nelerle karşılaşmış olabileceğine dair bir öykü geçirdi.
- belki de bu güvercin sıcak bir diyarda doğmuştur. Annesi kanatları gelişip te uçmaya hazır olduğu zamana kadar ağzından yedirmiştir yiyeceğini. Yediklerini kursağında biriktirdiğini daha sonra yavrusuna ağzından yediren bir ana. Belki de uçmaya başladıktan sonra hayat kavgasına kendi başına atıldıktan sonra, annesi gözlerinin önünde avcılar tarafından vurulmuş ve hemen oracıkta, sırf zevk uğruna küçük bedeni yenmiştir. Belki de diye düşündü. O yüzden gelmiştir bu diyarlara her şeyden herkesten kaçarak;
- Hadi ya hu! Bende fazla kaptırdım bu olaya. Diyerek bitmek üzere olan sigarasını kül tabağında söndürdü.
Dışarıya şöyle bir göz gezdirdikten sonra kapıyı çarparak çıktı dışarıya. Kapıyı kendisi mi çarpmıştı yoksa merdiven boşluğundaki açık olan pencereden gelen rüzgardan dolayı mı çarptı diye düşündü kendi kendine.
Merdivenlerden koşar adım inerken, ayakkabılarının yazlık olmasından dolayı karda iyice yıprandığını ve yeni bir ayakkabı alma zamanının geldiğini düşündü. Kendi kendine güldü ve ;
- aman! Sende sanki şunun şurasında yaza ne kaldı ki diye düşündü. Son cümlesine gülerken bir çocuğun kendisine bakarak;
- ağabey sen deli misin? Ne gülirsen kendi kendine? Dediğini duydu.
- Ulan bu ne cesaret. Diye düşündü.
Çocuk matrak bir çocuğa benziyordu.
- ula! Hele gel buraya. Adın ne senin? Diye sordu.
- Sedat ağabey. Dedi çocuk.
- Sedat sen daha önce hiç deli gördün mü?
- He gördüm ağabey. Dedi Sedat.
- O da benim gibi gülüyor muydu?
Çocukta işin gırgırındaydı.
- Gülirdi ama senin gibi gülenini ilk görirem. Dedi.
- Sen korkmuyor musun benden? Dedi genç.
- Niye korkim ki? Babam diyir ki deliler çocuklara karışmazmış.
- Allah Allah peki sordun mu niye karışmazlar diye?
- He sordum. Onlar da çocuk gibidir. Dedi.
Genç karşısında bu cesaretle konuşan çocuğa hayranlıkla baktı.
- Sedat biliyor musun? Ben üniversite öğrencisiyim.
Sedat şaşkınlıkla karışık dalgayla;
- Oraya delileri de alirler mi?
İkisi birden kahkahayla güldüler.
- Sedat! Delilerin hepsi çocuk gibiyse. Çocuklar da delidir diyebilir miyiz? Diye sordu genç.
Çocuk saygısızlık yaptığının farkına vararak;
- He abi deli benim. Kusura kalma sen. Özür dilirem. Dedi.
- Hayır özür dileme. Dedi genç. Söylediklerinin hepsi doğruydu. Ama her doğru her yerde söylenmez.
- Ya hu! Ağabey sen nasıl delisin ki? Dedi Sedat.
- O biçim. Dedi. Genç. Gülüştüler.
Top sahasındaki çocukların sesi duyuldu.
- sedo! Gel top oyniyak.
- Göz göze geldiler . Sedat tebessüm etti ve koşarak arkadaşlarının yanına gitti. Kısa bir süre konuştular. Bütün çocuklar gülüştüler.
Hava mene hemen kararmıştı. Çocuklar elektrik direğinin ışığında yerdeki kara rağmen mücadeleli bir maça tutuştular. Kale direkleri yoktu. Yerdeki taşlarsa karın altından zor gözüküyordu. Çocuklar hemen her pozisyonda birbirlerine düşüyorlar , küfürleşiyorlardı. Bunu gören genç çocuklara doğru ilerledi.
- Çocuklar! Bırakın kavgayı. Ben hakemlik yaparım.hadi baştan başlayın oyuna. Dedi.
- Çocukların kimi itiraz etti kimi ise kabul etmenin doğruluğunu kabul etmeyenlere anlattı. Sonunda karar verdiler.
- Tamam ağabey. Hakem sense. Ama bak kayırmaca yok. Dediler.
Maç yeniden başladı. Ama gencin verdiği her karar itiraz ediyorlar, yine birbirlerine giriyorlardı.
Aniden yerinden fırlayıp ta topu alan bir çocuk;
- ula! Sizi oynatmirem. Top benim değil mi? Ahanda gidirem. Dedi. Çocukların tümü bu çocuğu kovaladılar ve evlerine doğru gittiler. Giderken peşinden ;
- Ulan seyfo! Öyle olsun. Seni daha da oynatmayız . Diyorlardı.
Genç çocukalrın peşinden gülümsedi. Tam eve doğru yönelmişti ki hep böyle olmaz mı zaten hayatta da. Birileri mızıkçılık yapıp kaçıveririr.
Pencereden bakan arkadaşları gence seslendiler.
- oğlum. Şu aşk seni dellendirdi. Ne işin var çocukların arasında. Akanla gidenin peşinden gidilmez. Dedi bir arkadaşı. Gencin gözünde bir ışık parladı;
- buldum ula buldum.
- Arkadaşı hayretle sordu balkondan;
- Neyi buldun apo tozuttun mu..
- O güvercine isim buldum. Dedi. Genç.
- Ne güvercini delirdin mi dedi arkadaşı. Triger kayışı kopmuş sende diye dalga geçti.
- Hani o çatıdaki kuş vardı ya dedi onun adını giden gül koydum dedi.
Arkadaşı olayı anlayamamanın şaşkınlığıyla dudak büktü.
Genç ince bir türküyle eve doğru yürüdü. Aklında giden gülün ürkek bakışları hala sıcaktı. İşte böyleydi belki de . Herkes yuvasına gitmeliydi. Ve gitmişti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.