- 2606 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
VEDAT OĞUZCAN ÜZERİNE
"BİR ŞİİR YAZILMAMALI" diye başlamıştım 2 Yıl önce onu anmaya. Söz vermiştim kendime, onun Gerçek Yüzünü onca Yıl sonra dahi de olsa, tekrar yaşamaya. "Sayfa Otuzyedi Dizeleri" doğdu. "Oguz Can Hayali" Takma Adıyla; Belleğimde takılı kalan, Yılların unutturmadığı Dize’leri tekrar hatırlamaya çalıştım.
Ne güzelde unutmuştum hepsini! 35 Yıldır Almanya’da ne Resim yaptım nede Poltika. Şiir yada Roman yazmak Aklımın Köşesinden bile geçmez idi. 30. Kasım.2008’de, ben mi tıkladım, Tesadüf yada Kader, yoksa Bilgisayar mı bilmiyorum? Ekrana "Kolıkler.Com" un bir Digital Sayfası geliverdi. İntehar eden Oğlu için yazdığı Şiir. (Kağıda bastım, hala saklarım) Şiirin Adı; "Galata Kulesi", Yazarı Ümit Yaşar Oğuzcan ve ilk Satırı 6 Haziran.
Eşim Şahidimdir; 150’yi geçkin Şiir, 8 Şiirkaye, 50 Küsur De Bari, 4 Hikaye, 1 Oratorya, 3 Roman "Deli-Divane bu son iki Yılın Ürünüdür.
Ailesiyle 3-4 Mektup ile Kontak kurmaya çalıştım. Herhalde "Kapanan bir Yaranın tekrar deşilmesini" istemediler. Bende vazgeçtim bu Girişimlerden. Sayfa Otuzyedi Dizeleri’nin 21.ncisinden sonra, onun Adını kullanmayıp "Kara Zurna" Takma Adı ile "Onun Çizgisine Yakın" Dizelerle Çalışmalarıma devam ettim. Bu Güne kadar da; Hiçbir Zaman, Hiçbir Yerde, Hiçbir Kimseye ondan bahsetmedim. Ama, onun Üzerine Yalan-Yanlış-Şeyler yazıldı, sustum. "Üstad Necip Fazıl Kısakürek" Şiir Sitesinde Yayınlanan Sayın Ümit Yaşar Oğuzcan’ın İSTANBUL’U SEVMEK Şiirine "trradomin" Rumuzunu kullanan bir Okuyucunun Yaptığı Yorum ise BARDAĞI TAŞIRAN SON DAMLA oldu. Ne O’na, ne Babasına, nede Ailesine böyle Saldırmak haksızlıktır. Aile Ferdi olmadığım halde, Baba-Oğul’a yapılan bu çirkin Saldırıyı kınıyor, Gerçek Vedat’ı tanıdığım kadarı ile sizlere aktarmayı Borç biliyorum.
Yıl 1973. İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Prof. Bedri Rahmi Eyüboğlu Resim Atölyesinde ilk Yılım. Sırtımda, 70 Döneminin Hareketli ve Politik Ağırlığını taşıyorum. Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesindeki Tahsilimi yarıda bırakıp, "Jandarma Eri" olarak 2 Yıl boyu Yozgat’ta Anadolu İnsanı ile tanışmış, onlar ile Yalın Hayatı ilk defa Gerçek Yanları ile paylaşmıştım. Gırtlağıma dek Coşku ve Heyecan ile doluyum. Sizin anlıyacağınız; Allak-bullağım.
Vedat Oğuzcan ile ilk olarak Akademinin Ön Bahçesinde "Geçici olarak" kondurulmuş, Kamburu Yuvar, Oluklu Teneke Kantin Barakasında karşılaştık.Giriş Kapısının Yanında, Camda; "Tavla Dersi Verilir" yazılı idi. Boyumun Ölçüsünü çabucak aldım. Hızlı kaynaştık. Bugün onun üzerine Yazılacak çok Şey kalmamış Belleğimde. Beş Ay gibi kısa bir Sürede başlayıp-biten bir Dosluk, zaten bölük-pörçük idi. Ya o, Haftalarca görünmez, yada İkimizin "Devamsızlığı" yüzünden karşılaşamazdık. O, zaten kendinden çok az bahsederdi. Tartışma Konularımız; Onun kaçındığı "Politika", ve benim meraklısı olduğum "Sanat" idi. O Sanatı "Anlatım" olarak niteler, bense Yaşamı "Politik" olarak gördüğümden anlaşamaz, "Pratik ile Teorinin Aşırı Uçlarında" Savunduğumuzu yitirir, kaybolur giderdik. Bazen Koridorda,Kantinde, Bahçede birbirimizi "Görmemezlikten gelip, Selamsız Teğet geçtiğimiz" olurdu. O An ya isteğimiz yoktu, yada Vaktimiz. Bazen de diğer Dostluklar ağır basardı.
Onun ile Tartışmak zordu.Ya Şelale gibi Laf üretir, yada Mermer gibi susardı. Bir Gün bile Münakaşa ettiğimizi hatırlamıyorum.Ya Gücünün yettiğince, inatla Tezini savunur yada Lafın Ortasında kalkar-çeker-giderdi. Estimi de Zamanı unuturduk. Ben Devrimci(!) olduğumdan, Dostlarımı sevmez-tenkit ederdi. Birde "Soyadının Soyutlanmasına" çok kızardı. Hangi Sebepten yitirdik onu, bilemiyorum. Zaten O Günlerde de ben, Devrim Yolunda Ölmek(?) çabasındaydım. Onu, İnteharından Sonra çabucak unutmuştum. Bir tek "Tek Telli Dize Defteri" kalmış aklımda. Ölümünden sonra Babasının Adresine postaladığım. 36 Sayfalık, Kenarları Yırtık, kırmızı Kaplı, ortasından bükülmüş "Perişan" bir görünüşü vardı bu Defterin. İç Cebine sokup-çıkarttığı içinde çok yıpranmıştı Sayfaları. Bu Gün bile bu Defteri çok iyi Hatırlarım.
"- Al oku, Yeter ki bil!" di Son Sözü. Kendisi gibi Perişan, tek Telli "Şaşkın Bakkalın Veresiye Defteri". Şiir değil, ağız dolusu Küfür, Tekerleme, yazıt’ımsı Dizeler. " Ezop, La Fontaıne, Hoca Nasreddin" Misali Kıssadan-Hisseler, Kara Kinayeler...
Onun Dizelerini okuduktan sonra, onunla tartışmak fırsatını "Galata Kulesi" elimden aldı. Siz olsa idiniz "Ne yapardınız?". Benim tek Suçum, Kopyasını alamamış olmam. Bugün "Herhalde Posta’da kaybolmuştur" diye düşünüyorum.
O Günlerde "Kişısel Duyguları İçeren" yada "Sıraya Uymayan" Yenilikçi Uğraşlara; Lumpen, Artist, Deli yada Aristokrat Gözü ile bakardık. Taze Acım, tüm Dizelerini tekrar-tekrar okutturmuştu bana.
Eğer Ailesi onun Üzerine gerçek bir "Biografi Kitabı" Hazırlamayı düşünürse, Hafızamda kalan "Yana Yatık-İtalik" olarak derlediğim tüm Dizelerini bu Uğraşa katabilirim. Böylece ben, üzerime düşen Görevi yerine getirmiş olurum. Onun "Geçek Yüzünü Tanımanın Sorumluluğu" Ailesine ve Dostlarına Aittir ki "Bu bir Vasiyettir!"
Dediki GALATA KULESİ’nde Baban; "Uyan Yavrum, uyan Oğlum, uyan Vedat!"
Uyandıracağım seni VASİYET!
KARA ZURNA - 18. Ocak. 2011 - Almanya